İki günü Vardiya Bizde oluşumunun organize ettiği çadır eyleminde geçirdikten sonra yazıya Silivri mahkemeleri duruşma salonundan başlayacaktım ama ona geçmeden güncel konu hakkında birkaç söz söylemezsek olmaz.
Konumuz malum, bizzat başbakanın talimatıyla yapılan MİT ve PKK arasındaki görüşmenin internete sızması.
Bu konuda yazılanlara bakıyorum da genelde AKP'nin ne kadar zor durumda kaldığından- kalacağından bahsediliyor. Bir süreden beri AKP'nin PKK ile pazarlık halinde olduğunu zaten herkes biliyordu. Apo ve BDP'lilerin küstahlığından, PKK'nın eylemlerini AKP'yi zor durumda bırakmayacak aralıklarla yapmasından bu anlaşılıyordu.
Görüşme yapanlardan biri terör örgütü, diğeri siyasi parti gibi görünse de ortak paydada her iki tarafın da emperyalistlerin tam egemenliğindeki iki oluşum olduğuna göre bu görüşmeden tam anlamıyla olmasa bile esas sahiplerinin beklentileri doğrultusunda bazı konularda anlaşma olması gayet normal. Peki bu görüşmeyi ve mutabık kalınan konuları halka İç İşleri Bakanının bizzat basın toplantısı yaparak duyuracağını sanmıyordunuz değil mi?
Ne yani, Türkiye Cumhuriyetinin koskoca bakanı kalkıp PKK ile yapılan gizli görüşmeyi ve varılan anlaşmayı açıklayacak değil ya. Gayri resmi bir görüşmenin resmi bir açıklaması olamaz. Olsa olsa anca böyle sızdırma! olur. Bu görüşmeyi kayda alan da AKP, sızdıran da AKP. Hazır Tayyip yapay Arap rüzgarı estirirken, yandaş medya bununla halkı oyalarken, meclis tatildeyken ve biz bir sonraki gün yaratılacak yapay gündemle bunu da unutacakken neden şimdi olmasın ki? Zaten bakın Selahattin Demirtaş'da kıyamet mi koptu diye soruyor. . .
Biz hâlâ AKP'nin bilinen tüm faşist yöntemleri aratmayacak vahşilikte ülkeye tam anlamıyla egemen olduğunu unutuyoruz. Bu ülkede resmi ya da gayri resmi birşey oluyorsa bu AKP'ye rağmen olmaz, onun talimatıyla olur. Bu ses kaydının internette yayınlanması da AKP'nin, yani Türkiye'yi bölme planında sona geldikçe sabırsızlanan emperyalistlerin planı.
Silivri'de yapılan çadır eyleminde iki gün bulundum. Oraya gelenler belli görüşteki insanlar. Ulusal değerleri benimsemiş, Atatürkçü, AKP'nin ve onun gerisindeki emperyalistlerin niyetini bilen insanlar. Kimisi CHP'li, kimisi İP'li kimi daha solda duruyor. Basından gündemi ve gelişmeleri takip ederken içlerinde kabaran öfkenin ilkokul müsameresinden daha acemice sergilenen Ergenekon mahkemelerinin birkaç duruşmasında bulunmasıyla tavan yapması kaçınılmaz.
Üstelik ortada mevcut durum da var. AKP 9 yıldır iktidarda. Girdiği tüm seçimleri kazanıyor ve gittikçe faşist baskıyı arttırıyor. CHP seçim kaybetse bile iktidara gelebilecek en art niyetli partinin karşısında durabileceğini sandığımız Türk Ordusunun şerefli subaylarının onlar için hazırlandığı anlaşılan birbiri ardına dizilmiş hapishane tarlasında tutsak görmek kesin bir yenilgi.
Bu öfke ve yenilmiş duygusunun beslediği kıstırılmışlıktan kurtulmak için onun karşısına birşey koymamız gerekiyor. Tabii kimse suçu kendisinde, ait olduğu oluşumda değil, karşı tarafta buluyor. İP'liler CHP'yi pasif olmakla ve yoldan çıkmakla suçluyor, onlarda İP'yi iktidar alternatifi tek parti olmalarına rağmen acımasızca eleştirip gerekli desteği vermeyerek AKP'nin ekmeğine yağ sürmekle suçluyor. Sanki özellikle geri duruyormuş gibi görünen MHP ise ortalıklarda hiç yok. Şehit haberlerinde kayıpların sayısı bir elin parmaklarını geçtiğinde sokağa çıkmakla milliyetçilik yapılıyorsa bu tanımı da gözden geçirmeli.
Bu bölünmüşlük yakın tarihimizin en inatçı hastalığı. Aslında bu tam bölünmüşlük de değil. Diğer ülkelerde de herkes tek bir parti ya da dernek etrafında toplanmıyor. Ortak çıkarı gözetip iktidarı denetlemek ve ülke menfaati için farklı biçimlerde çaba gösterip bu çaba sonucunda oluşan gücü ortak paydada birleştiriyorlar. Her bir parça aynı amaç için mücadele ettiği müddetçe bölünmüş olmak çok da önemli değil. Hatta küçük olmanın dinamizmi bazı durumlarda avantaj bile olabiliyor. Kaç parçaya bölünürsek bölünelim, bütün olacak gövdeyi kişisel ve kurumsal egoların önünde tutmayı beceremeyişimizi hep ıskalıyoruz.
Yani yıllardır olduğu gibi bölünüp bölende bütün olmayı beceremeyince bu bölünme değil parçalanma oluyor. İşte bizi asıl güçsüz bırakan da bu. . .