BORÇLANMANIN B’Sİ
Kapitalizmin ‘onulmaz’ bir bunalıma düştüğü konusunda artık kimsenin bir kuşkusu kalmadı.
Ancak ‘bunalım’ konusunda ‘yuvarlak laflar’ etmenin dışında, gerçekte dünyanın nereye sürüklendiği, bu sürüklenişe engel olunup olunamayacağı konusunda ise, pek az insan akılyürütebiliyor.
Çünkü ‘kapitalizm, kapitalizm’ deniyor ama, kapitalizmin ‘bilimi’ olan ‘ekonomi politik’ bilinmiyor.
Öğretilmemiş.
Öğretilmeyecek.
Ve dolayısıyla öğ-re-ni-le-me-ye-cek..
Türkiye’de son dönemlerde bir ‘deyim’ türedi; örnek verilecek yerde ‘atıyorum’ deniyor.
Ne kadar yerinde bir deyim!
‘Ekonomi politik’ konusunda, Türkiye’de hep ‘atılıyor’.
Sözgelimi Türkiye’nin ne kadar borcu varsa denirse; iki gözüm oynasın, bir tek Allah’ın kulu ya da ekonomiden sorumlu başbakan yardımcısının ‘atmak’tan başka seçeneği yoktur.
Sonra da bu ‘atış rakamları’ üzerinden yorumlar yapılır.
Evet, ‘borç yiğidin kamçısı’dır ama, ‘yiğidin kamçısı’..
Yiğit olmayanlar için bu kamçı sadece onları yönelendirmek için kullanılır.
İşte başta Türkiye olmak üzere, nice ‘Devlet-Ulus’ların Devlet’leri ‘yiğitliklerini yitirmiş’, her gün daha sert kamçı darbeleriyle ‘şaha kalkmak’ yerine ‘ürkerek’ nereye koşacaklarını şaşırmış bulunmaktadırlar.
Süleyman Demirel döneminde ‘Borç yiğidin kamçısı’ olabilirdi.
Kaldı ki, daha o dönemde, ‘hesapsız boçlanma’nın zararlarını dile getirenler yok değildi.
Bunlara da o dönemde ‘solcu’ deniyordu.
Ve çoğu, haklarını teslim edelim, ‘solcu’ idiler.
Turgut Özal döneminde ise ‘borçlanma’ bir kamçı olmaktan çok ‘dünya ekonomisiyle bütünleşme’nin bir aracı oldu.
Madem ‘dünya ekonomisi’ sözkonsu idi, o zaman ‘solcu’ değil ‘liboş’ olmak gerekiyordu ve Süleyman Demirel dönemi solcuları Turgut Özal döneminde ‘liboş’ oldular.
AKP döneminde ise ‘dünya ekonomisi’ artık ‘bunalım’a sürüklenmekte olup, ekonomi politikçiler dünya ekonomisi için, onulmaz derde düşmüş hasta için söylenilen ‘artık ne isterse yiyebilir’ reçetesini vermeye başladılar.
Ne var ki, Türkiye özelinde ‘Süleyman Demirel Dönemi’, ‘Turgut Özal Dönemi’ ya da ‘III.Abdulhamit dönemi’ gibi dönemlendirmeler, ‘kişiler özgü’ dönemler olmayıp, 1970 sonrası, 1980 sonrası ve 2000’li yıllar olarak anlaşılmalıdır.
Çünkü ‘ekonomi politikaları’, ‘kişi’lerin ‘kişiliklerinin ötesi’nde belirlenip, politikalara uygun ‘kişi’ler iktidara getirilmektedir.
Örnek olsun, Süleyman Demirel dönemide ‘Böyyük Projeler’ vardı da Süleyman Demirel mi yaptırmadı?
Ve Süleyman Demirel ‘GAP’ı gaptırmadı’ ama tamamlayamadan gitti.
Turgut Özal’ın da bir-iki baraj dışında ‘böyyük projesi’ olmadı.
Kişilik olarak ‘yeme’yi severdi, korunda tik oturasıca.
Mustafa Taşar anlatmıştı; ANAP’ın kuruluş günlerinde, Konya’daki bir ‘yemek’te; Mustafa Taşar kebabın ‘löp tarafını’ seçip Turgut Özal’a vermiş sonra da ‘Bakan’ olmuştu..
Bu kadar ‘sıradan’ mı diyenleriniz olabilir.
Evet bu kadar sıradan ve bu denli yalın..
Şimdi Süleyman Demirel ve Turgut Özal dönemlerindeki ‘borçlanma’ ile III.Abdulhamit dönemindeki ‘borçlanma’yı karşılaştırmaya gelebiliriz.
2016 Ekim ayı başında IMF dünya ekonomisindeki ‘borçlanma rakamları’nın ‘korkunç’ (horrible) olduğunu ve olası tufanlara, kıyametlere, kaos ve katastroflara, devrimlere (cataclysmes) yol açabileceğini ileri sürüyor.
Dünya genelinde ‘borçlanma’, Dünya gayrisafi hasılasılasının % 255’ine ulaşmış.
Yani Dünya genelinde bir birim ‘ürün’e karşılık 2,5 katı ‘borç’ yaratılmış.
Eğer atacak olursak, bunun Türkiye için 1’e 3 olduğunu söyleyebiliriz.
Ekonomi politik diliyle bunu ‘üçün birini üretiyoruz’ diye çevirebiliriz.
Üretmiyoruz ama habire İstanbul’a dünyanın ‘en böyyük köprüsü’, ‘en böyyük havaalanı’, ‘en böyyük sarayı’, ‘en böyyük hamamı’ yapıyoruz.
Efendim ‘anahtar teslimi’ diyen ‘ekonomist’lerimiz yok mu?
Çook.
Bir kuruş hazine yardımı yokmuş.
Dünya ekonomisinin bunalıma girdiği, iflaslar ya da büyük balıkların küçük balıkları yutma haberlerinin dünyayı sardığı bir dönemde; senin üçün birini ürettiğin bir dönemde diyelim, nasıl olur da ‘dünyanın en büyük borçlanma’larının altına imza atarsın?
Ve sen ‘ekonominin neresini biliyorsun ki burasını da bilesin’.
Sen ‘şu kadar istihdam, bu kadar milli gelir’ diye hesap yapacaksın.
İşte bu ‘böyyük projeler’e böyle bakan ekonomistler ile onlara sessiz kalan ‘entellektüel’lere ‘aptal’ demek ayıp olabilir ama seve seve ‘vatan haini’ demek pek yerinde olsa gerektir.
Çünkü ekonomi politikte başkaca bir açıklaması yok.
Habip Hamza Erdem