DOĞU PERİNÇEK’İN ÖZERKLİK PAZARLAMACILIĞI… / Serdar ANT
Önce İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek “Kürdümüzü bastırma hayal ve gafletine son verilmelidir” dedi.
Ne zaman dedi? 1990’larda mı?
Hayır! 13 Eylül 2009 tarihli Aydınlık gazetesindeki yazısında…
Böylece eli kanlı katiller güruhu PKK, “Kürdümüz” oldu!
Sonra İşçi Partisi Genel Başkan vekili Mehmet Bedri Gültekin, PKK militanlarının Habur’dan giriş yapmasından hemen sonra PKK için genel af talep etti!
Ne zaman? 1990’larda mı?
Hayır! 22 Ekim 2009 tarihli “Barış ve Kaos” başlıklı yazısında…
Ne var ki Ergenekon ve Balyoz tutuklamalarının yarattığı dalgalanma arasında bu çıkışlar dikkatlerden kaçtı.
Bölücülüğe ulusal cephe içinden verilen örtülü destek son iki gündür yazılanlarla yeniden canlandı.
Doğu Perinçek, iki gün önce, 28 Mayıs 2011 tarihli Aydınlık gazetesinde, bu sefer de “Birleşik Türkiye”den bahsedip “bağımsız, özgür ve çağdaş Kürdistan”ın nasıl olabileceği konusunda ayrılıkçı Kürtçülere çağrıda bulunurken, “gönüllü birlik ve eşitlik temelinde yeniden inşa” ve Kürtlere “yerel düzlemde iktidar” vaat etti!
Liderlerine bağnazlıkla iman etmiş parti üyeleri ve sempatizanları, Perinçek’in “birleşik Türkiye” ve “bağımsız, özgür, çağdaş Kürdistan” çıkışını eleştirenleri, “Gladyocu” ya da “filancanın paralı adamı” türünden yalanlar söyleyerek artık kabak tadı veren bir sığlıkla susturmaya çalışırken, “şeyhimiz” Aydınlık’taki köşesinden yeniden keramet buyurdu ve Kürtlere özerklik talep ederek dilinin altındaki baklayı da en sonunda çıkardı!
Doğu Perinçek soruyor:
“Özerklik kimin programı?” (Aydınlık, 31.5.2011)
Aslında merak eden sokağa çıkar ve ilk karşısına çıkan kişiye bu soruyu sorar. O kişi, ister politikayla ilgili olsun ister olmasın alınacak yanıt bellidir:
“PKK ve yasal uzantısı BDP’nin…”
Gerçekten de bugün Türkiye’de özerklik programını destekleyenler, ayrılıkçı Kürtçüler ve onların kuyruğuna takılanlardır. Zaten PKK-BDP ve onlara kuyruk olanlar da kimseden bir şey saklamıyor, açıkça özerklik (hatta federasyon) talep ediyorlar!
Peki, bu özerkliği Türk toplumuna nasıl kabul ettireceğiz? İşte asıl sorun budur… Öyle çıkıp kabak gibi söylemekle olmaz. Hoş bir şekilde paketlemek ya da şekere bulamak ve millete öyle sunmak gerek ki kabul görsün, muhalefet edilmesin!
İşte özerklik, CHP tabanına “Avrupa Özerklik Şartı’nı çekincesiz olarak uygulayacağız” denilerek sunuluyor. Malum CHP ve ona oy verenlerin büyük bir kısmı AB hayranıdır, Batı’dan gelen her şeyi benimseye açıktır. Çıkıp “AB Özerklik Şartı’na hayır” demek dinozorluk olacağı için, CHP seçmeni özerklik programına bu şekilde bağlanır. Hesap budur!
Ne var ki bir de yurtsever, ulusalcı, Kemalist bir kesim var. Onlar öyle AB falan takmıyorlar, Cumhuriyet’e de ulusal bağımsızlık ve egemenliğe de yürekten inanmışlar. Ve özerklik projesi yürürlüğe sokulmaya çalışıldığında “pişmiş aşa su katmaları” da yüksek olasılık… Onları nasıl ikna etmeli peki?
İşte bu noktada Atatürk’ü devreye sokarsınız! Devrimci ve ulusalcı bir söylemle, Kurtuluş Savaşı yıllarından örnekler verip sapla samanı birbirine karıştırarak özerklik pazarlamacılığını ulusal saflarda yaparsınız!
“Özerklik kimin programı?” diye soran Perinçek’i okuyalım şimdi:
“Özerklik çağımızda tek başına bir program değildir; başka programlara eklemlenir. Örneğin İngilizler Cihan Savaşı’nın sonunda Kürtlere özerklik vaat ettiler. Sevr anlaşması bunu öngörüyordu. Mustafa Kemal Paşa da İngiliz’in özerklik vaadinin karşısına, Türkiye’nin ‘Şuralarla Özerk İdare’ programıyla çıktı. Bunun en önemli resmi belgesi TBMM Vekiller Heyetinin ‘Kürtlere Mahalli İdare’ kararıdır. 27 Haziran 1920 tarihlidir ve TBMM Gizli Celse Zabıtlarında yayınlanmıştır. Tam metni ve açıklaması, Kemalist Devrim-4 Kurtuluş Savaşı’nda Kürt Politikası başlıklı kitabımdan incelenebilir. Atatürk 1921 Anayasası’nın Şuralar yönetimini de ‘Ahalisi Kürt olan vilayetlerin kendi kendilerine muhtar olarak idare etmeleri’ diye açıklamıştır.
İngilizlerin Kürtlere özerkliği ile Atatürk’ün başında bulunduğu milli hükümetin Kürtlere özerkliği birbirine karşıt programlardı. İngiliz emperyalizmi bölmek için özerklik vaat ediyordu; Mustafa Kemal yönetimi ise birleştirmek için! Özerklik, tarihte emperyalist programının da parçası olmuştur; emperyalizme karşı bağımsızlık ve demokrasi programının da… İçeriden bakarsanız, ağalara şeyhlere de özerklik verebilirsiniz, emekçi halkı temsil eden yönetimlere de… Nitekim sömürge yönetimlerinde de yerel özerklik uygulamaları görülüyor. Buna karşılık Sovyetler Birliği, Yugoslavya ve halen Çin Halk Cumhuriyeti’nde de özerklik deneyimleri yaşanıyor.” (Aydınlık, 31.5.2011)
Şimdi sapla samanı birbirine karıştıran bu satırlardan sonra hangi “alçak”(!) çıkıp artık “özerkliğe hayır” diyebilir ki? İşte Atatürk de özerkliği savunmuş ve uygulamış! Hadi o zaman biz de özerkliği kabul edelim! Verilen mesaj da budur.
İşte ulusalcı ve Kemalist saflarda özerklik pazarlamacılığı böyle yapılıyor! Atatürkçü bir sosla, yurtsever nutuklarla, devrimci bir edayla…
Yersen tabii…
Oysa Doğu Perinçek’in “Kürt sorunu" konusundaki politikalarına tarihsel temel olarak sunduğu Mustafa Kemal'in yaklaşımı, tamamen Kurtuluş Savaşı yıllarının özgün koşulları ve güçler dengesi çerçevesinde şekillenmiştir.
Nedir o günkü koşullar?
Ülke işgal altındadır. Emperyalist güçler ve maşaları Türkiye’nin üstüne çullanmıştır! Türk adı tarihten silinmek istenmektedir. İstanbul hükümeti ve Saray açıkça işgalcilerle işbirliği halindedir. Ülkenin dört bir yanında iç ayaklanmalar çıkmıştır. Devlet adına bir otorite kalmamıştır. Ne düzenli bir ordu vardır ne polis ne de adalet teşkilatı… Ne bir ekonomik yapı vardır, ne de tarım ve ticaret hayatı... Sanayi zaten yoktur! Siyasi parti yoktur, sivil toplum örgütü yoktur, ne kadar eksik ve antidemokratik de olsa halkın yönetimde bir temsili söz konusu değildir. Yerel yönetim bile yoktur! Ortada tam anlamıyla “milli bilince” sahip bir halk da yoktur aslında… Hâlâ padişaha ve halifeye sadakat başattır. Yurttaşlıktan ziyade tebaa ve ümmet bilinci baskındır. Ülkenin doğusundaki askeri birlikleri Batı cephesine getirecek yol bile yoktur! Merkezi idarenin ve TBMM hükümetinin 1920-21 döneminde bütün Anadolu üzerinde gerçek bir iktidarı var mıdır gerçekten? İç isyanları bastırmak için bile çetecilere dayanılmıyor muydu? 1921 başına kadar gayri nizami kuvvetlerle işgalciye direnilmeye çalışılmıştır!
İşte “Şuralarla Özerk İdare” programı da 1921 Anayasasının ilgili hükümleri de bu koşulların ürünüdür. Ve ağırlıkla da SSCB’nin desteğine şiddetle ihtiyaç duyulan bir dönemde, bu desteği alıp emperyalist Batı’yı dengelemek ve iç politikada da bir Bolşevik girişimini boşa çıkarmak amacı çerçevesinde bir yere oturur. Bilindiği gibi bu dönemde Atatürk bir resmi “Komünist Fırkası” da kurmuş ve başta İnönü, Ali Fuat Cebesoy, Fevzi Çakmak gibi yakın silah arkadaşlarını da bu fırkaya üye kaydettirmişti! Şimdi buna dayanarak Mustafa Kemal’in aslında bir “komünist” olduğunu ve komünizmi amaçladığını iddia edebilir miyiz? Bu ne kadar mantıksız ve gerçek dışı ise, özerklik konusu da o derece mantıksızdır! Sormak gerek Kürtlere verilmesi planlanan özerklikten sonra neden vazgeçilmiştir peki?
Kısacası “O gün Mustafa Kemal özerklik konusunda bunları savundu, bu tür görüşler ileri sürdü” diyerek bugün de benzer düşüncelerle ortaya çıkmak dogmatizmin daniskasıdır. Mustafa Kemal, 1919-1922 sürecinde bilinen nedenlerden ötürü "hilafet ve saltanatın kurtarılması" gerektiğini, Milli Mücadele'nin amaçlarından birinin de bu olduğunu söylemekteydi! Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı yıllarında böyle söyledi diye, bugün de hilafet ve saltanatı mı savunacağız peki?
Perinçek ve İşçi Partisi'nin kendi siyasal stratejisi koşutunda Mustafa Kemal'i kullanmasını bu millet ne yutar ne de affeder!
Ne var ki asıl acı olan, ülkemizin bugün geldiği noktadır. Bugün neyi konuşuyoruz artık? Türkiye’nin ulusal birliğini, devletin üniter yapısını mı? Diğer bir ifadeyle milletin egemenliğini mi?
Kimse yanılgıya düşmesin, tartıştığımız bunlar değildir aslında. Artık egemenlikten, bölünmez bütünlükten vazgeçtiğimiz açıktır! Özerklik konusu toplumun gündemine taşındı, siyasetin ana motiflerinden biri haline sokuldu. Özerkliğin olup olmamasını değil, NASIL OLMASI gerektiğini tartışıyoruz artık!
CHP’nin ve AKP’nin benimsedikleri yol belli… Bu süreçte İşçi Partisi ve Perinçek gibilere düşen de, “Atatürk’ün başında bulunduğu milli hükümetin Kürtlere özerkliği” adı altında tarihsel koşulları çarpıtarak ulusalcı ve yurtsever saflarda özerklik projesi pazarlamaktır!
Doğu Perinçek, “İçeriden bakarsanız, ağalara şeyhlere de özerklik verebilirsiniz, emekçi halkı temsil eden yönetimlere de…” diyor.
Peki, bugün Perinçek ve partisinin önerdiği yöntem kabul edilirse özerklik kime verilecek?
BDP ya da AKP’yi destekleyen Kürt kodamanları “emekçi halkı temsil eden yönetimler” mi? Leyla Zanalar, Hatip Dicleler, Selahattin Demirtaşlar, Ahmet Türkler, Emine Aynalar, Sabahat Tunceller, Şerafettin Elçiler, Kemal Burkaylar mıdır “emekçi halkı temsil eden yönetimler”? Öcalan ve Kandil’deki eli kanlı katiller midir?
Perinçek’in tarihi çarpıtarak bugün için ürettiği sözde “özerklik modeli”, işte bu ayrılıkçı Kürtçülere hizmet ediyor!
Ne ilginçtir ki, Perinçek’in Aydınlık gazetesinde yazısının yayınlandığı gün, Akşam gazetesinde de, Hakkâri’den bağımsız milletvekili adayı olabilmek için BDP Genel Başkanlığı’ndan göstermelik olarak ayrılan Selahattin Demirtaş ile yapılan bir söyleşi yayınlandı. Selahattin Demirtaş şunları söylüyor:
“Şu anda bulunduğumuz noktada PKK ile BDP’nin talepleri birbirine yakınlaştı. Biz de PKK da sorunun demokratik özerklikle çözüleceği kanaatindeyiz. Anadilde eğitim, anayasal vatandaşlık, özel ekonomik yatırımlar, geçmişin araştırılması, Öcalan’ın ve bütün siyasi tutukluların serbest bırakılması (Dikkat! “Af” değildir talep edilen, “serbest bırakılma”dır! S.A) gibi başlıklar ortada…” (Akşam, 31.5.2011)
Peki, İşçi Partisi’nin anayasa önerisi olarak Cumhurbaşkanı’na da sunduğu “Kürt Sorununa Acil Kardeşlik Çözümü” neler içeriyor?
“Ortak kimlik Türkiyelilik olmalıdır.”
“Kürt realitesi anayasa hükmüyle kabul edilmelidir.”
“Yine anayasada belirlenmelidir ki, Türkiye… Cumhuriyet'in iki asli kurucusu olarak Türklerin ve Kürtlerin ortak vatanıdır."
“…her kademede seçimle gelen, o kademe halkına sorumlu olan ve o kademenin güvenlik güçlerine de kumanda eden tek bir demokratik yönetim sistemi de kurulmalıdır."
“Ana dille laik ve demokratik eğitim görmek… Anayasa güvencesiyle gerçekleştirilmelidir."
“Genel af…”
PKK-BDP ikilisi ile İşçi Partisi’nin sözde “çözümü” arasında ne fark var peki? Biri özerkliği, dağdaki teröriste dayanıp iç savaşla tehdit ederek dayatıyor, diğeri “Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı yıllarında savunduğu da özerklikti” diye tarihi çarpıtarak… Yöntem farklı, ama hedef aynı!
Doğu Perinçek’in iki gün önce “birleşik Türkiye”den bahsetmesi, sözde “bağımsız, özgür ve çağdaş Kürdistan”a yeşil ışık yakması, “gönüllü ve eşitlik temelinde yeniden inşa” diyerek Kürtlere “yerel düzeyde iktidar” vaadinde bulunması rastlantı ya da dil sürçmesi değildir. 1990’larda federasyonu savunan, PKK ile görüşülmesini talep eden Aydınlık grubu ve Perinçek, bugün de ulusal söylemlerle gizlenmiş bir şekilde, Kurtuluş Savaşı yıllarının gerçeklerini çarpıtarak, yine 1990’larda olduğu gibi PKK çizgisinde bir tavır benimseyip bu sefer de özerkliği savunuyor! Tabii işin ambalajı olarak “gerçekten birlik için tek yol budur” ya da “Atatürk’te 1920’lerde böyle yapmıştı” türünden bahaneler ileri sürülüyor!
Kısacası artık maskeler çıkarılmıştır. Doğu Perinçek ve İşçi Partisi de ne kadar “değiştiğini” göstermiştir!
Her türden ayrılıkçı ve bölücüye karşı, Kemalist ve yurtsever herkes tavrını net bir şekilde belirlemelidir. Özellikle yurtsever ve Kemalist aydınların tarihin bu şekilde çarpıtması karşısında suskun kalmaması yaşamsal önemdedir. Ulusal Kanal’da programa çıkmak, Aydınlık’ta kendileriyle ilgili bir haber ya da yazı yayınlanması veya röportaj yapılacak beklentisi gibi küçük hesaplarla hareket edip suskun kalanlara artık ne “aydın” denilir ne de “yurtsever”!
Özerkliğin her türüne hayır!
Atatürk’ün ve Ulusal Bağımsızlık Destanımızın ayrılıkçı projelere alet edilmesine hayır!
Milleti ve ülkeyi bölmeye çalışanlara hayır!
“ULUSAL SINIRLAR İÇİNDE VATAN BİR BÜTÜNDÜR VE BÖLÜNEMEZ!”
Serdar Ant, bellek2009, 31.05.2011