BÖYYÜK PROJELER
Diane Robert’in « Yararsız ama zoraki büyük projelere karşı toplumsal hareketler » (Les Mouvement sociaux opposés aux grands projets inutiles imposés) başlıklı makalesi oldukça öğretici.
Makalenin altbaşlığı ise, “Neoliberalizme karşı dipdalgası savaşta” (Un rhizome en lutte contre le néolibéralisme).
Açık söylemem gerekirse, doğa severler, yeşiller, küresel ısınma gibi konulara yoğunlaşanları, toplumsal olayları görmezden geldikleri için küçümsemekteydim.
COP21 için Kanada’dan gelen arkadaşımın bana anlattıkları dinlemek yerine ben ona tarih anlatmaya çabalıyordum.
Oysa, Diane Robert’in makalesini okuduktan sonra, olaylara bakışımda önemli değişiklikler oldu.
Dipdalgası mı saçakkök mü?
Atilla İlhan’dan buyana, Türkiye’de bir ‘dipdalgası’ terimi yeredip yaygınlaşmıştı.
Ancak, Robert’den öğrendiğimize göre Gilles Deleuze ve Félix Guattari’nin 1987 yılında yayımladıkları (A thousand plateaus) başlıklı çalışmada, botanikte sapkök olarak bilinen ‘rhizome’, eğer toplumsal olaylara uygulanacak olursa, Türkçe karşılığı ‘dipdalgası’ olarak çevrilebilecek bir devinimi dile getiriyor olmaktadır.
Bu grafik olarak gösterilecek olursa, solda bir ağacın dalları, sağda ise saçak kökün telleri biçiminde olacaktır:
Ağacın dalları, ikili (biner), sıradüzenli (hiyerarşik) ve bir düzene göre ilerlerken, saçakkök bunların tam karşıtı bir gelişme gösteriyor.
Üstelik ağacın dalları açıkta iken, saçakkök toprak altındadır ve yeryüzüne çıkmak gibi bir hedefi de yoktur. Ya da açığa çıktığı zaman artık ‘dipdalgası’ olmak özelliğini yitirmiş, deyim yerinde ise, bir ‘güç’ olmuştur, ama ‘politik bir ‘hedefi’, bir ‘plan’ı, bir ‘projesi’ yoktur.
Tıpkı ‘Gezi hareketi’ gibidir.
Buraya yeniden döneceğiz.
Böyyük Projeler
Tanrı’dan rahmetini esirgemesini dilediğim Turgut Özal’ın ‘aççık ve seççik’ olarak dillendirdiği ‘böyyük projeler’e gelince; bunların Özal’ın ‘sivri zekâ’sının ürünü olmayıp, dönemin ‘emperyal vizyon’unun ürünü olduğunu bir kez daha vurgulamakta yarar olabilir.
Son yıllarda AKP iktidarının ‘Böyyük projeleri’ de aynı kapsam ve bağlamda olup, kesinlikle ne ‘yerli’ ve ne de ‘millî’dirler.
Üstelik adı üzerinde hem yararsız ve hem de zorakîdirler (inutiles et imposés).
Şimdi, her şey bir yana, İstanbul’un bir ‘Kanal Projesi’nin Türkiye’ye ne yararı olacaktır? Zararından başka..
Türkiye’de ‘yiğit kuru soğana muhtaç’ iken, İstanbul’u İstanbul olmaktan çıkarmaya yönelik olarak çakılan her çivi, Türk toplumunun geleceğine çakılmış bir kazık olmaktan başka bir şey olmayacaktır.
Kaldı ki, bunları Türk mühendis, mimar ya da ‘politikacı’ları değil, ‘dış güçler’ dayatmaktadırlar.
Her konuda emperyalizmi görmeye karşı çıkanların, öncelikle ‘emperyalizm’i öğrenmeleri gerekiyor. İddia ediyorum, Türkiye’de ‘emperyalizm’i bilen insan sayısı iki el ve bir ayağın parmaklarını geçmez. Başta ekonomi profesörleri olmak üzere...
Şimdi şu ‘zorakî’lik konusunu biraz açmak gerekebilir.
‘Zorakî’lik ile ‘zorunluluk’ arasında bir ayırım yapılabilir; çünkü zorakîlikte bir gereksinmenin giderilmesinden çok, metazor, yani bir ‘dayatma’ vardır.
Bu dayatmanın kökeni nedir?
Onun kökenini ise ‘ekonomi’de aramak gerekecektir.
Ekonomik Bunalımların Dayatması
Ekonominin kapitalizm aşamasından önceki dönemlerinde de bunalımlar vardı.
Bunlara ‘ekonomik bunalım’lara ilişkin yazılarımda değinmekteyim.
Ancak ‘ekonomi politiği’ Türkiye’deki ekonomi profesörlerine öğretmede pek etkili olduğum söylenemez. Onlarda mı öğrenme istegi yok yoksa ben mi iyi anlatamıyorum, henüz çözmüş değilim.
Son zamanlarda, ‘tüketim ekonomisi’ gibi bir sahte kavramdan hareketle ‘üretim ekonomisi’ gibi bir başka sahte kavram türedi.
Oysa, ‘ekonomi’nin kendisi birbaşına ve yalnızca ‘üretmek’ demektir.
Üretim, ‘geçim maddeleri’nin üretimi olduğu kadar, toplumsal gereksinmelerin giderilmesi için de yapılmaktadır.
Mısır Piramitleri, Çin Seddi, Avrupa’da o görkemli katedraller ile islam dünyasının cami ve külliyeleri ve saray ve kervansarayları, birer ‘uygarlık göstergesi’ olmanın yanısıra, bir ‘üretim gücü’nün ortaya konulması olduğu kadar bir ‘toplumsal gereksinme’nin giderilmesine de yönelik üretimlerdir.
Ve kullanılacak bir ‘ekonomik artık’a dayanırlar.
Bu artık ‘zor’la da elde edilmiş olabilir.
Ama ‘zorakî’ değillerdir; kimse şuraya Piramit yapılacak diye dayatmamıştır.
Ancak kapitalizmle birlikte, özü üretim olan ekonomi de ‘nitelik’ değiştirir.
Adı üzerinde, artık kapital, yani ‘para’ üretimi de tüketimi de yatırımı da yönlendirmeye başlar.
‘Finans kapital’ aşaması, yani ‘emperyalizm’ denilen aşamaya gelindiğinde, haydan gelen paraların huya harcanması zorunluluğu kendisini dayatır.
Bugün dünyada üretimden, ekonomiden, toplumdan kopuk bir ‘finans fazlası’ var.
Borç faizlerinden, tefecilikten, türev paralardan, halkların sömürüsünden kazanılmış, atıl ve faize duyarsız bir ‘finans kitlesi’.
Bu paralar faize doymuştur.
Onların kısa dönemli kap-kaçlar yerine uzun dönemli ve çok daha kazançlı ‘yatırımlar’a gereksinmesi vardır.
Dikkat edilirse, toplumun gereksinmesinden çok ‘para babaları’nın gereksinmesi sözkonudur.
Gecelik faiz yerine elli yıllık bir ‘gelir garantisi’ çok daha ‘çekici’dir onlar için.
Ancak, bu ‘garanti’yi de görmek isterler.
Örneğin Tuz gölüne karadenizden su getirip doldurmak yerine, İstanbul’a yeni kanal açmayı uygun görürler.
İşte bundan sonra, ilgili ülkenin ‘yönerici’lerini bu konuda ‘ikna’ ederler.
O nedenle, bu ‘böyyük projeler’ Makyavelik Megaprojeler olarak da adlandırılmaktadır. [Bent Flyvbjerg, ‘Machiavellian Megaprojects’, Antipode,Vol.37(1),2005]
İşte bu ‘Böyyük Projeler’, Türkiye gibi az-gelişmişmiş ülkelerde olduğu kadar, gelişmiş denilen ülkelerde de gündemde olup, bu projelere karşı Türkiye’dekinden çok daha fazla tepki çekmektedirler.
Türkiye’deki dipdalgası, gelişmiş ülkelerde artık çok daha görünürde ve örgütlenme yolundadır.
Gelecek bölümde, emperyalizmin emperyalist ülkelerdeki ‘böyyük projeleri’ne değineceğiz.
(Sürecek)
Habip Hamza Erdem