BU GÜNÜ UNUTMAYALIM
„İstiklâl Marşını Dinlerken“
Bir arkadaşım yazmış:
„Âkıbetimizin görünen karanlık yüzü yüzünden, İstiklal Marşı'nı acı çekmeden dinleyemiyorum.„
Dünkü 1 Mayıs etkinliklerine katılmış Nuray. Bursa’da olanları, havayı, halkın neşesini anlatmış:
„Bugün, Bursa'daki 1 Mayıs'ın, tarihindeki en büyük kalabalıkla yaşandığı söylendi. Gerçekten kalabalıktı. Kürtçe olduğunu söyledikleri bir dille şarkılar söyleyen gruplar dahil, çok büyük bir kalabalık vardı. Hava da oldukça güneşli, pırıl pırıldı.“
Kendi duygularını ise böyle özetlemiş:
„İstiklâl Marşı’nı acı çekmeden dinleyemiyorum...“
Şaşılacak şey mi demeli, yoksa şaşırmamak mı lâzım...
Aynı duyguyu kendim de yaşadım, hayatımda ilk kez yaşadım. 23 Nisan kutlamalarında.
Kapalı iki katlı bir toplantı salonu tutulmuş. İkinci katı opera binalarındaki gibi ortası açık, kenarları balkonlu bir yapı. Sahneye bayraklar asılmış. İç balkonlardan aşağıya bayraklar uzatılmış.
Kadın erkek, çocuk çocuk, küçük büyük herkes gelmiş bayrama. Bayrağını kapan gelmiş. Tekerlekli arabasıyla yürüyemeyen de gelmiş, yürümekte zorluk çeken eli bastonlu ninemiz, dedemiz de...
Çocuklar...Hele çocuklar...Anasının karnında gelenler bile var. Hamile anne, biri kucağında, biri elinde çocuklarıyla orada… Bir büyüğünün elinden tutarak gelenler, sınıfıyla, öğretmeniyle gelenler...
Önce İstiklâl Marşı okundu. Marşı arkadan ses sistemiyle verdiler, ordakilerde hep bir ağızdan buna eşlik ettiler...
"Korkma, sönmez bu şafaklarda..."
Ömrüm boyunca, öğrenciliğimde, öğretmenliğimde, her bayramda, her millî günümüzde, okulda, toplantılarımızda okuduğum bu marşı, baktım okuyamıyorum. Boğazım tıkandı, gözlerim doldu...Ağlıyacağım...
Sustum...Derin bir nefes aldım...Çevremde farkeden olmuş mu bu durumu diye acele etrafa bir göz attım ve yeniden söylemek istedim... Bir bölümüne yeniden katılış ve...yeniden tıkanıyorum...
Bu kez açıkça ağlıyordum...İç çeke çeke...
Mehmet Akif bu sözleri hangi duygularla yazdıysa şimdi bizler aynı duygular içindeyiz. Neredeyse bir asır öncesini yaşıyoruz...Sözler bire bir örtüşüyor yaşadıklarımızla...
İstiklâl Marşımızı ağlayarak okuyacağımız günlerimiz de olacakmış demek...Bu günleri de görecekmişiz...
Dün, bütün Türkiye’nin, bütün dünyanın önünde bir ilki daha yaşadık:
Ülkemizin bayrağının göklerimizde yarıya indirildiğini gördük.
Hiç bir gerekçesi, hiç bir zorunluluğu, hiç bir dayanağı olmadan kalktılar 1 Mayıs’ı kutlama komitesi olarak açılış konuşmasını dilimiz Türkçenin yanısıra bir küçük yerel ağızla verdiler...
Bizler yurtdışında uzun yıllar öğretmenlik yaptık. Neyin ne zaman yapıldığını yaşayarak gördük. Bir toplantıda, resmî nitelikli bir toplantıda başka bir dil kullanamazsın. Alman, her toplantısını Almanca yapar. Değil böyle bir yerel lehçeyi, bir başka milletin dilini bile olur olmaz yerde kullanamazsın. Alman kendi dilinden başkasını tanımaz. İngilizceyi bülbül gibi bilen, işleri, müşteriyle ilgili olan tezgâhtarları (satıcılar) bile o ünlü ve büyük mağazalarında, gelen yabancı ımüşterisiyle İngilizce konuşmaz. Konuşmak istemez, prensiplerine aykırıdır devletlerinin...
Bizdeki İngilizce hayranlığını ve İngilizceye esirliğimizi bir yana bırakırsak dün yapılan neydi Allahaşkına?
Bugün açıyorum gazeteleri, bakıyorum köşe yazılarına, tartışmalara bu konuda tek söz yok!
Hiç kimse Taksim"de okunan Kürtçe metin üzerine laf etmiyor! Ne alâka demiyor! Neydi bu demiyor! Tutturmuşlar „Atatürk Heykeline saygısızlık!“
Atatürk’e uzanan dilleri kopartmazsan, değerlerine, emanetine sahip çıkmazsan olacağı bu değil midir? Sen öyle bakarsan, baktırırlar...Ne oluyor, demezsen işi azıtırlar…Güvenlik güçlerin seyrederse, hep bir seyrettirirler işte böyle insana…
Ama diğer konu, bu kutlamada oldu bittiye getirilen, maşallah herkese afiyetle yedirilen ihanet yemi ise, bu, yerel ağızla birini konuşturmak, Türk Milletine, Türkiye Cumhuriyeti’ne meydan okumadır...
Dün yapılan asıl saygısızlık, asıl ihanet buydu! Asıl bomba, asıl kurşun!
Olayı canlı yayında , oradaymışım gibi seyrettim.
Ulusal Kanal’da Politikanın Nabzı ‘nı izliyordum. Kurtul Altuğ, şimdi Taksim’e bağlanıyoruz, dedi. Kısa bir süre yayın canlı izlendi. Tertip komitesi bildirge okuyor dediler. Ama o ne, birden başka bir dille, tehditkâr bir ses tonuyla gösteri başladı. Sonuna kadar da dinlettiler. Ne yayının sesi kısıldı, ne yerildi, ne tepki verildi! Ne bir soran, ne bir cevaplayan, ne tepki gösteren oldu…
Programdaki konuklar bile tepki vermediler. En yurtsever dediğimiz kişiler suskun kaldılar…Hepimiz buna alıştırılmışız anlaşılan. Beyinler teslim…Algımız değiştirilmiş…Gözlerimiz körelmiş…
Bir toplantıda başka bir dille de duyuru yapmak gerekiyorsa, orada bulunan bütün dillerde duyuru yapılır. Beş çeşit Kürtçe lehçe ayrı ayrı söylenmeliydi o halde. Lazcanın , Çerkezcenin, Gürcücenin , Zazaca’nın, daha bilmem necenin başı kel mi? Etti mi on yerel ağız…Daha böyle onlarcasını da ekle…
Komşunun dillerini(Yunanca, Bulgarca, Rusça, Ermenice, Arapça…)ve küresel dilleri hepsini hepsini ekle!
Kim tutar sizi “kendinize ,, “milletinize” saygınız olmadıktan sonra!
Böyle iki dilli olunur ama küresel bir dili de kullanmak gerekiyorsa, uluslararası bir toplantıysa olabilir bu. Bir toplumun çok küçük bir bölümünün kullandığı küçük bir yerel dilciğiyle, saldırgan, cırtlak bir ses tonuyla gösteri yaparak ancak zavallı olunur…Acınacak hain olunur…Sömürgeci maşası olunur…
Biz ulus devletiz. Dilimiz Türkçedir!
Dün bunu, toplantıyı düzenleyen diğer kuruluşlarla hep birlikte kararlaştırıp sahneye koyanlar, en azından karşı çıkmayarak buna ortak olanlar, resmen oldu bitti yapıp ihaneti kalbimize soktular, karnımızı bıçakladılar…
Millî refleksimizi kaybettirmişler, algımızı değiştirmişler demek ki… Üstümüze ölü toprağı serpilmiş gibi bu kansızların gösterisini yalayıp yuttuk…
Yalnızca « İlk Kurşun « bu ihaneti haber olarak verdi. Atatürkçü Düşünce Derneklerinin birinin karşı duruşlu yazısını yayınlayarak.
Mecliste konuştular, alıştık.
Seçimde başka bir dilden propaganda yapılabilir yasası çıkarttılar, olur ne demek, dedik...
Dördüncü yıla girdi, devletin televizyonu ve radyosu eliyle, en az yirmi sekiz yerel ağız barındırdığı söylenilen ülkemizde, bunlardan birini hem de denilene göre en az kullanılanını seçip(Kuzey Irak’ta kullanılanı, Barzani dilini)) 24 saat kesintisiz yayınına başladılar. Devletimizin dilini yerel dillere kadar düşürdüler...
Bütünlüğümüzü, birliğimizi, dirliğimizi bozdular...
Bu yapılanı kaldıracağız, devlet eliyle bölücülük yapılamaz, hiç bir ulus devlet bunu yapmıyor, yapmaz diyen bir muhalefet partimiz bile yok!
Meydan boş...
İşte meyvelerini topluyorlar...
Bu günü unutmayalım!
Böyle giderse işimiz zor...
Böyle giderse, bu gidişe dur diyemezsek, İstiklâl Marşımız okunurken anlaşılan daha çok...ağlayacağız...
Feza Tiryaki, 2 Mayıs 2011