BU NEO-LİBERAL POLİTİKALARDAN KURTULMAK ZORUNDAYIZ...
Ekonomi deyip de geçmeyin. Temel ihtiyaçlarınızı karşılayabilmeniz, insanca yaşayabilmeniz ekonomiyle ilgilidir... Ailenize karşı sorumluluklarınızı yerine getirebilmeniz, çocuklarınızın doğru düzgün eğitim alması, iş bulması, ülkeye ve topluma yararlı işlerde çalışması hep ekonomiyle, uygulanan ekonomi-politikalarıyla ilgilidir...
Uygulanan ekonomi-politikaları, toplumun sorunlarını çözüyor, hafifletiyorsa, bunun olumlu yansımaları mutlaka gözle görülür.
Ama bunun tersi de geçerlidir. Uygulanan ekonomi-politikaları, toplumun sorunlarını çözmüyor, ağırlaştırıyorsa; bunun olumsuz sonuçları da, intihar, kapkaç, hırsızlık, mala ve cana karşı işlenen suçların artışı gibi olaylarla kendini gösterir...
***
Devletin resmi kuruluşları büyüme rakamlarını açıklıyor. Söylediklerine bakılırsa ekonomi yüzde 10’un üzerinde büyümüş...
AKP Hükümetinin kişi başı milli gelir rakamları Resmi Gazete'de açıklanıyor... Dediklerine bakılırsa kişi başı milli gelir, 15 bin doları aşmış...
Ama sıra bu ’’büyümeden ve gelir artışından’’, toplumun çalışan, üreten kesimlerinin, işçinin, emekçinin hangi oranda yararlanacağına gelince rakamlar birden küçülüyor.
Örneğin, açıklanan 15 bin doları aşkın kişi başı milli gelire karşın, hükümet ve işveren temsilcilerinin oylarıyla, 16 yaşından büyük asgari ücretliler için asgari ücret, 2011 yılının ilk 6 ayında net 630 lira oluveriyor...
Hem de, en iyimser hesaplamayla 4 kişilik bir aile için açlık sınırının 900 liraya yaklaştığının, yoksulluk sınırının ise 2 bin 500 liraya doğru tırmandığının bilinmesine karşın...
Doğal olarak soruyorsunuz, ’’hani ekonomi yüzde 10 büyümüştü, hani kişi başı milli gelir 15 bin doları aşmıştı’’?
***
Aşağıda gördüğünüz grafik ve tablo, Hazine Kontrolörleri Derneği’nin internet sitesinden alınmıştır.
Hazine Kontrolörlerinin Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre hazırladığı aşağıdaki grafikte, 1993-2010 yılları arasında kalan dönemde, yıllara göre Tüketici Fiyatları Endeksi (TÜFE) enflasyon oranları görülmektedir.
Bu tabloya göre, Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) ile hesaplanan Türkiye’nin enflasyon oranı, 1993-2002 döneminde, ortalama yüzde 70,4’den, 2010 yılında son 41 yılın en düşük değeri olan yüzde 6,4’e düşmüştür. 2009 Aralık ayında yüzde 6,53 olan TÜFE, 2010 Aralık ayında yüzde 6,40’a düşmüştür.
Mükemmel bir düşüş... İşte ücret artışlarında esas alınan ölçü bu veriler. Ama bu verilere inandınız mı?
Aşağıda gördüğünüz tabloda ise, resmi rakamlara göre 2003-2010 yılları arasındaki, aylık ve yıllık TÜFE enflasyon oranlarını görüyorsunuz.
Gördüğünüz gibi, TÜİK’e göre enflasyon ‘gayet güzel biçimde’ tek haneli rakamlara inmektedir; ama nedense mutfaklarımız ve bütçelerimiz, bu rakamlardan hiç etkilenmemekte, tam tersine inim inim inlemektedir...
Neden acaba?
Terslik; mutfaklarımızda, guruldayan midelerimizde, iki yakası bir araya gelmeyen aile bütçelerimizde mi; aritmetik oyunlarıyla enflasyonu en sonunda tek haneli rakamlara indirmeyi başaran TÜİK’te mi?
***
Geçtiğimiz günlerde CHP Milletvekili Muharrem İnce de, bu aldatıcı rakamlara isyan etti. Meclis’te düzenlediği basın toplantısında, eline çarşı pazardaki aile bütçemizi doğrudan ilgilendiren birkaç ürünü alıp, o ürünlerin fiyatlarındaki artışı sıraladı. TÜİK’in enflasyon oranını hesaplarken dikkate aldığı, karnımızı doyurmayan ürünlerden birkaçını gösterdi... Muharrem İnce’nin Basın Toplantısı’nın Videosunu İzlemek İçin Lütfen Tıklayınız
Muharrem İnce’nin ortaya koyduğu rakamlara göre, halkın bütçesini ilgilendiren ürünlerden, domatesin fiyatı İ yılda yüzde 63,7 artmıştı... Lahana yüzde 77,2... Pırasa yüzde 34,1 artmıştı...
Oysa TÜİK, aile bütçemizi çok fazla ilgilendirmeyen ürünlerle yaptığı hesaplar sonunda, yıllardır enflasyon oranlarını indire indire, bu yıl ne güzel yüzde 6,40’a indirmişti...
Pişmiş ete soğan doğramanın sırası mıydı sanki?
TÜİK’in, o hesaplamada kullandığı ürünler ve o ürünlerle tek haneli oranlara indirdiği enflasyon rakamları, karnımızı doyurmasa da avunup gidiyorduk ne güzel...
Ah Muharrem İnce, ah...
Şaka bir yana, aldığınız peynirin 1 yıl önceki fiyatıyla, şu andaki fiyatını karşılaştırın... Elektriğe 1 yıl önce ödediğiniz parayla şu anda ödediğiniz parayı karşılaştırın... Doğalgaza, tüp gaza 1 yıl önce ne ödüyordunuz, şimdi ne ödüyorsunuz? Otobüse, hızlı tramvaya, metrobüse 1 yıl önce kaç liraya biniyordunuz, şimdi kaç liraya biniyorsunuz?
Yapın hesabını.
Kalem kalem tüm giderlerinizi ortaya döktüğünüzde, giderlerinizin 1 yılda en iyimser ortalamayla yüzde 40 oranında arttığını somut biçimde görürsünüz.
***
Aldığınız mal ve hizmetlerin fiyatı, bir yılda ortalama yüzde 40 artarken, sizin geliriniz aynı oranda artmıyorsa, bunun adı yoksullaşmadır.
Giderleriniz yüzde 40 artarken geliriniz, yüzde 5 artmışsa; yüzde 35 oranında yoksullaşmışsınız demektir... Geliriniz hiç artmamış aynı düzeyde kalmışsa, yüzde 40 oranında yoksullaşmışsınız demektir.
Hele hele, giderleriniz yüzde 40 artarken, işinizi kaybetmişseniz, hiçbir geliriniz yoksa yüzde 140 yoksullaşmışsınız demektir.
Bu basit gerçeği anlamak ve görmek için ekonomist olmaya falan da hiç gerek yoktur üstelik...
Peki, bu yoksullaşmanın sorumlusu bizler miyiz?
Çoğu üniversite mezunu olan milyonlarca gencimiz, beceriksiz oldukları için mi iş bulamıyorlar?
Asgari ücretle iş bulduklarına ‘şükrederek’, sosyal ve sendikal güvencelerden yoksun kölelik koşullarında günde 12-13 saat çalışan insanlar, 1 yılda yüzde 40 artan fiyatlar karşısında, beceriksiz oldukları için mi yoksullaşıyorlar?
31 yıldır ülkemizi aynı özelleştirmeci, satıp savmacı neoliberal politikalarla yöneten partilerin; sattıkları, kapattıkları kamu kuruluşlarında çalışmakta olan milyonlarca, işçi ve emekçi, beceriksiz oldukları için mi işsiz kalmakta, açlığı, sefaleti yaşamaktadır?
Ama şurası en temel gerçek ki; her toplumsal sistem, insanların iş ve aş sorunlarını çözebildiği oranda ayakta kalabilir... İnsanların iş ve aş sorunlarını çözemeyen, barınma ve beslenme gibi en temel ihtiyaçlarını karşılayamayan hiçbir toplumsal sistem, hiçbir politika ayakta kalamaz, varlığını sürdüremez.
Ne kadar rakam oyunu yapılırsa yapılsın, insanlar yardım ve sadakayla ne kadar avutulursa avutulsun, bu işin sonu mutlaka gelir...
***
Onun için, 8,5 yıllık iktidarında, ABD güdümlü neoliberal politikalara bağlı kalarak bir avuç dolar milyarderini, faiz-döviz-borsa vurguncusunu daha zengin yapan... Milyonlarca işçiyi, emekçiyi, esnafı, emekliyi daha da yoksullaştıran... Milyonlarca üniversite mezunu gencimizi işsizliğe, sefalete mahkûm eden... Recep Tayyip Erdoğan’ın, 14 Ocak 2011 günü, partisinin Genel Merkezinde düzenlenen Genişletilmiş İl Başkanları toplantısında söylediği, ''Aile bizim için önemlidir...’’ sözleri, açlığı ve sefaleti en yoğun biçimde yaşayan, borçla boğuşan, yardıma ve sadakaya muhtaç hale getirilen milyonlarca aileye artık hiç inandırıcı gelmiyor...
Arena Stadı’nın açılışında Tayyip Erdoğan’a gösterilen tepki hiç kuşkunuz olmasın, yaşanan haksızlıklara, artık inandırıcı olmaktan uzaklaşan söylemlere gösterilen bir tepkidir...
Önümüzdeki sürecin en temel sorunu, sadece AKP’den değil, 24 Ocak 1980’den günümüze dek 31 yıldır uygulanan bu ABD güdümlü özelleştirmeci, soygun ve vurgun politikalarından da kurtulmaktır... AKP’yi gönderip, aynı politikaları farklı yöntemlerle uygulayacak başka bir partiyi ve kadrolarını yönetime taşımak sorunlarımızı kesinlikle çözmeyecektir, daha da ağırlaştıracaktır...
Bunu da çok iyi bilelim...
İrfan Tuna - 17 Ocak 2011
Edip Akbayram - Mutlaka Yavrum