Bu toprakları yeniden vatan yapan zafer Büyük Taarruz
“26 Ağustos Anadolu zaferi (Büyük Taarruz) öyle muazzam bir vakadır ki… Dünyada hiçbir millete, tarihinin hiçbir devresinde bu kadar şanlı, bu kadar muazzam, bu kadar ferahlık veren bir zafer nasip olmamıştır.” (Tevhid-i Efkâr, 10 Eylül 1922)
Son yıllarda “Yeni Türkiye”ye yeni tarih yazılıyor. Atatürk merkezli tarihi olaylar ve zaferler başka tarihi olaylarla ve zaferlerle gölgelenmek isteniyor. Örneğin, 23 Nisan'ı gölgelemek için aynı dönemlere denk gelen Kut Zaferi; 19 Mayıs'ı gölgelemek için de 29 Mayıs İstanbul'un fethi öne çıkarılıyor. Aynı şekilde ağustos ayındaki Büyük Taarruz ve Başkomutan Meydan Muharebesi de Malazgirt Zaferi'yle gölgelenmek isteniyor. 1071'de Malazgirt Zaferi'yle “vatan yapılan” bu toprakların, 1918-1922 arasında emperyalist işgale uğrayıp elimizden çıktığı; 1921'deki Sakarya Zaferi'yle ve 1922'deki Büyük Taarruz ve Başkomutan Meydan Muharebesi'yle bu toprakların “yeniden vatan yapıldığı” toplumdan gizlenmek isteniyor.
26 AĞUSTOS 1922 SABAHI
Her zamankinden daha sessiz bir sabah… Yunan karargâhı derin uykuda… Buna karşın Türk taarruz birlikleri gece savaş düzeni almış, bekliyor… Topçular tetikte… Saat 04.00'te Başkomutan Atatürk, Fevzi Paşa ve İsmet Paşa, atlarına biniyorlar. Karanlıkta birkaç fenerle aydınlatılan patika yoldan Afyon Kocatepe'ye yöneliyorlar. Şafak sökerken, Kocatepe'deki gözetleme yerine varıyorlar. Fevzi Paşa Kur'an okuyor… Atatürk, eli şakağında, savaş planlarını son kez gözden geçiriyor… Sabah 04.30'da topçu ateşiyle Büyük Taarruz başlıyor. Önce süvari kolordusu coşkun bir sel gibi Yunan cephesine akıyor.
Yunan ordusu, kelimenin tam anlamıyla gafil avlanıyor: Öyle ki, iki gece önce, 24 Ağustos'ta Afyon Orduevi'nde yüksek rütbeli Yunan subaylarının katıldığı bir balo verilmişti. Yunan kurmaylar, Atatürk'ün 21 Ağustos'ta öğleden sonra saat 4.00'te Çankaya'da şehrin ileri gelenlerine “çay ziyafeti” vereceğini sanıyordu. Çünkü Atatürk, Yunan'ı uyandırmamak için Hâkimiyeti Milliye'de böyle bir haber yayımlatmıştı. Ancak o gün, Çankaya'da “çay keyfi” değil, Akşehir'de ordu komutanlarıyla son toplantısını yapmış, taarruz emrini vermişti. İki gün önce Türkler, İtalyanlardan aldıkları Spat XIII uçaklarıyla keşif uçuşlarına da başlamıştı. Aynı gece Türk birlikleri sessizce Yunan cephesine sokulmuştu. Bir gün önce de Türk karargâhı, Kocatepe'nin güneyindeki Çadırlı Ordugâha taşınmıştı. Aynı gün, Başkomutan Atatürk'ün emriyle dış dünyayla her türlü haberleşme kesilmişti.
ATATÜRK'ÜN İMHA PLANI
Yunan ordusu, o günlerde Türklerin saldıracağını beklemiyordu. Muhtemel bir saldırıyı ise Türklerin çokça yığınak yaptığı kuzeyden, Eskişehir'den bekliyordu. Çünkü Başkomutan Atatürk böyle bir beklenti yaratmıştı. Fakat Atatürk'ün planı aslında güneyden, Afyon'dan saldırmak şeklindeydi. Bu bölgeye 1. Ordu'nun -3'ü süvari tümeni olmak üzere- toplam 15 tümeniyle saldıracaktı. Bu tümenlerle, güneyden kuzeye doğru düşmanın arkasına sarkarak düşmanı imha edecekti. Kuzeyde, Afyon'dan Eskişehir'e doğru uzanan 130 km'lik cepheyi ise sadece 7 tümenle tutacaktı. Bu kuvvetin neredeyse tamamı da Ayfon'un kuzeyinde bulunacaktı. Yani Eskişehir bölgesi boş bırakılmış gibiydi. I. Ordu, Afyon'un batısından kuzeye saldırdığında, 2. Ordu, düşmanın güneye kuvvet kaydırmasına engel olacaktı. Bu sırada süvari kolordusu da Ahır Dağları'nı aşıp düşman üzerine akacaktı.
Başkomutanın planı –ufak tefek bazı aksaklıklara rağmen- tıkır tıkır işledi.
Büyük Taarruz, işte bu cesur planının başarıyla uygulanmasıyla kazanıldı.
ÇİĞİLTEPE, ZAFERTEPE VE AKDENİZ
26 Ağustos'ta ilk birkaç saatte önemli mevziler alındı. 27 Ağustos'ta Türk orduları düşmanın peşinden Sincanlı ve Afyon Ovası'na indi. Yunan orduları bozulup geri çekildi. Afyon ele geçirildi. O gün, 57. Tümen Komutanı Albay Reşat (Çiğiltepe), Atatürk'e söz verdiği saatte Çiğiltepe'yi alamadığı için intihar etti.
28-29 Ağustos'ta dağınık Yunan orduları Uşak yönünde kaçmaya başladılar. Bu sırada kaçak Yunan birliklerinin önemli bir bölümü, güneyden I. Ordu, kuzeyden II. Ordu tarafından Aslıhanlar-Dumlupınar'da sıkıştırıldı. 30 Ağustos'ta Başkomutan Gazi-Mareşal Atatürk, Zafertepe'den bizzat yönettiği savaşta bu kuvvetlerin önemli bir bölümünü imha etti. Kütahya kurtuldu. Böylece İsmet Paşa'nın tabiriyle Başkomutan Meydan Muharebesi kazanıldı.
Atatürk 31 Ağustos'ta savaş alanını gezdi. Ölüler, yaralılar, perişan haldeki esirler, terk edilmiş silahlar, parçalanmış toplar, kırık dökük kamyonlar arasında bir Yunan sancağını yerden kaldırttı.
Geride kalan Yunan kılıç artıkları İzmir'e doğru kaçmaya başladılar. Kaçarken köyleri, şehirleri, hatta ekinleri yaktılar. Kadınlara tecavüz ettiler. İnsanları katlettiler.
Atatürk, 1 Eylül 1922'de ordularına “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz'dir” emrini verdi.
2 Eylül'de Yunan ordusunun yeni Başkomutanı Trikopis esir alındı. Aynı gün Eskişehir kurtarıldı.
Türk orduları, düşmanın peşinden 9 Eylül'de İzmir'e girdi.
Sözün özü, 1918-1922 arasındaki emperyalist işgal, 26-30 Ağustos 1922'deki Büyük Taarruz ve Başkomutan Meydan Muharebesi'yle sona erdi.
BÜYÜK ZAFER BÖYLE DESTANLAŞTI
Atatürk düşmanlarının iddia ettiği gibi, Büyük Taarruz ve Başkomutan Meydan Muharebesi sonradan Kemalistler tarafından abartılmadı. Büyük Zafer, daha kazanıldığı günlerde, sıcağı sıcağına dönemin basınına yansıdı. İstanbul basınındaki -bir iki işbirlikçi gazete hariç- birçok gazete, sansüre rağmen, Büyük Zafer'e yer verdi manşetten siyah kalın puntolarla… Gazi-Mareşal Başkomutan Atatürk'ün fotoğrafı süsledi gazetelerin ilk sayfalarını… Örneğin, Mehmet Akif Ersoy, ölmeden hemen önce verdiği son röportajında, Büyük Taarruz'dan “Ne muazzam zaferdi o!” diye söz etmişti. Falih Rıfkı Atay ise Başkomutan Meydan Muharebesi'nden hemen sonra “Neyimiz varsa… hepsini, her şeyi 30 Ağustos Zaferi'ne borçluyuz” demişti.
Ebüzziyazade, Tevhid-i Efkâr'da, 10 Eylül 1922'de kaleme aldığı “Ne söyleyelim” başlıklı yazısında Büyük Taarruz'u, “tarihimizin en büyük zaferi” olarak adlandırmıştı:
“Bundan tam 15 gün önce, 26 Ağustos'ta Afyonkarahisar'daki düşmana indirilen darbe bir yıldırım kadar dehşetli ve şiddetli olmuştur… (Türk orduları), 150 bin kişiden oluşan ve dünyanın en mükemmel ve en kahredici silahlarıyla donatılmış olan Yunan ordusuna bir an soluk aldırmadı, bir an rahat vermedi. Hatta düşmanın firarına bile imkân bırakmadı. Bu haydut sürüsünü ayağının altına aldı, çiğnedi, kahretti, imha etti. Şimdi İslamın tek koruyucusu kalmış olan bu mücahitler ordusu, iki buçuk senedir hasret olduğu İzmir'e kavuşmuş bulunuyor. (…) Dünyada hiçbir millete, tarihinin hiçbir devresinde bu kadar şanlı, bu kadar muazzam, bu kadar ferahlık veren bir zafer nasip olmamıştır. Hiçbir milletin askeri tarihi, kendi ordusunun, bu kadar kuvvetli bir düşmana bu kadar kesin ve kahredici bir darbe indirdiğini kaydetmemiştir ve bundan sonra da edemeyecektir, edemez. (…) 26 Ağustos Anadolu zaferi öyle muazzam bir vakadır ki… Fatih'ler bu kadar büyük fetihler yapamamış, Yavuz'lar ümmeti ve milleti böyle harikalarla taçlandıramamış, her sayfası bir başka gaza ve bir başka zaferle dolu olan İslam tarihi bu kadar yüce ve kutsal bir zafer kazanamamıştır. (…) Mustafa Kemal Paşa, geçen sene tam bu günlerde, ‘Düşmanı Anadolu'nun harim-i ismetinde boğacağız' demişti. Cenab-ı Hakk'ın ne büyük hikmet ve inayetidir ki, Türk Ordusu'nun bu kumandanına, sözünü kesin surette, senesi senesine, günü gününe tutmayı ihsan eyledi.”
BU TOPRAKLARI YENİDEN VATAN YAPANLARA SAYGI
1071'den beri “Türk vatanı” olan bu topraklar, 1918-1922 arasında neredeyse tamamen elimizden çıkıyordu. Nerdeyse tüm Anadolu, tüm Trakya, hatta Osmanlı'nın üç başkenti; Bursa, Edirne, İstanbul düşman çizmeleri altında kalmıştı. 1921'de Yunan orduları Ankara'yı da alarak Türkleri Anadolu'dan çıkarmayı planlıyordu. İşte bu emperyalist planı Atatürk bozdu.
Osmanlılar geçmişte Bulgaristan'ı, Yunanistan'ı, Makdedonya'yı, Macaristan'ı, Mısır'ı, Trablusgarb'ı, Suriye'yi, Hicaz'ı, hatta Yemen'i almıştı. Ama bugün buraların fetih yıldönümlerini kutlamıyoruz? Çünkü buralar artık “vatan toprağı” değil, hepsi kaybedildi. İşte eğer Atatürk'ün önderliğinde Kurtuluş Savaşı kazanılmasaydı, bugün Bursa, Edirne, İstanbul da elimizde olmayacaktı. Buraların fethinin artık hiçbir anlamı kalmayacaktı. İşte bugün bütün bu toprakların hâlâ “vatan” olmasını Kurtuluş Savaşı'na; Sakarya'ya, Büyük Taarruz'a, Başkomutan Meydan Muharebesi'ne borçluyuz. Bu nedenle “fetihleri” hatırlayıp “kurtuluşları” unutmak, bu toprakları yeniden vatan yapanlara büyük bir saygısızlıktır.
Bakın! Ruşen Eşref Ünaydın, Hâkimiyet-i Milliye'de, 7 Ağustos 1921'de, Sakarya Savaşı öncesinde yayımlanan “Azim ve iman” başlıklı yazısında neler anlatıyor:
“Bugün muharebe olan yerler, Osmanlı Devleti hayatına başlarken ilk emeklediğimiz topraklardır: Söğüt, Bursa, İznik, Domaniç, Eskişehir, hatta İzmir, altı yüz yıldır, tekfurlar yıkılalı, beylikler küçük mülklerini ilk sultanlarımıza hediye ettiğinden beri kan rengi ve barut dumanı nedir görmemiş, duymamış yerlerdi. Oralar her taarruzdan korunan Türk kucağı idi… Bugün buralar düşman elindedir. İznik'te Osman Gazi medrese kurdurmuştu… Hâlbuki geçen yıl, onun mezarının başucunda Venizeolos'un veledi, hem de sandukasına dayanarak resim çektirdi. Bu iki hatırayı bu millet unutacak mı? Osman Gazi'nin yeni vatanı… Domaniç Yaylalarında şimdi küffar dolaşıyor… Ya Kütahya! Ya yeşil Bursa!
Daha ne sayayım! Düşman bayrağımızı, ananemizi, tarihimizi çiğneye çiğneye sağ kalanımıza doğru yürüyor. (…) Arslan Yürekli Süleyman Paşa bile; ilk vatan şairi, ateş ruhlu Namık Kemal bile Bolayır'da küffar elinde kaldı.
Ziyanımız ölçülere sığmayacak kadar büyüktür. (…) Elimizden alınan şeyler, bütün varımız ve bütün varlığımızdır.
Elde kalan vatan parçasında 35 padişah türbesinden bir tanesi yok… Evvelce bizi fetih diyarlarımızdan öteye atmışlardı… Fakat bu sefer bizi bizden alıyorlar; varlığımızdan ötelere, çıplak yaylalara sürmek istiyorlar. Türk beldeleri, Türk mimarisi, Türk şerefi, Türk ananesi, Türk dini, 900 yıllık Türk himmeti yabancıya ganimet kalacak! Bu da mı hak?
Vatan elimizde bir varlık yeri değil…”
Ancak bu kara tabloya rağmen Ruşen Eşref Ünaydın asla umutsuz değildi. Kurtuluşa yürekten inanıyordu. Umudunun kaynağını da şöyle açıklamıştı:
“Dün kendisine millet tarafından Başkomutanlık verilen Mustafa Kemal, bugün her zamandan ziyade Türk azmini, Türk imanını şahsında topluyor. O millete hizmetçidir, millet de onun hizmetindedir. O bizdir, biz oyuz. O milleti, millet de onu Çanakkale günlerinden, Erzurum, Sivas, Ankara günlerinden tanıyor. Hepimiz bir yolu görüyoruz. Hepimiz bir gayeyi güdüyoruz… ”
Anlayacağınız, 1921 yılı itibarıyla ortada artık bir “Türk vatanı” kalmamıştı. Varlığımız tehdit altındaydı. Allah'tan, Ruşen Eşref Ünaydın'ın güvendiği dağlara karlar yağmadı. Atatürk, Sakarya, Büyük Taarruz ve Başkumandan Meydan Muharebesi ile bu toprakları yeniden vatan yaptı.
YA BÜYÜK TAARRUZ KAYBEDİLSEYDİ
Malumunuz! “Keşke Yunan galip gelseydi!” diyen Atatürk düşmanı bir fesli tarihçi var! Peki, ama gerçekten de Büyük Taarruz kaybedilseydi ve Yunan galip gelseydi neler olurdu? Benim gördüğüm resim şu:
● Kısa vadede Anadolu'nun orta yerine sıkıştırılan Müslüman Türkler, uzun vadede Anadolu'dan atılırdı. Türkler tarifsiz acılar çekerdi. (Makedonya'ya, Girit'e bakınız!)
● Milli Mücadele'nin tüm sorumluluğunu olağanüstü yetkili başkomutan olarak üzerine alan Atatürk en büyük cezaya çarptırılırdı.
● Sevr Antlaşması'na uygun olarak Türk orduları tamamen dağıtılır, silahları elinden alınır, askerlik kaldırılır, askeri okullar kapatılırdı.
● Anadolu, tıpkı 13 yüzyılda olduğu gibi parçalara bölünür, Anadolu'da nüfuz mücadelesi başlardı.
● Osmanlı'nın üç başkenti; Bursa, Edirne, İstanbul ve Boğazlar tamamen kaybedilirdi. İstanbul uluslararası bir statüye kavuşturulurdu.
● Yunanlar Sevr Antlaşması'na bile razı olmaz, Trakya, İstanbul ve Anadolu'da yeni ayrıcalıklar isterlerdi. (Nitekim Sakarya Savaşı öncesinde bu yönde isteklerde bulunmuşlardı.)
● İzmir merkezli bir İyonya Devleti kurulurdu. (Hazırlıklara başlanmıştı.)
● Ayasofya başta olmak üzere birçok tarihi cami kiliseye çevrilirdi.
● İşbirlikçi Halife-Padişah Vahdettin, İngilizlere sığınıp kaçmaz, İstanbul'da İngiliz kuklası olarak oturmaya devam ederdi. İngilizler, halifeyi kontrol ederek Hindistan Müslümanlarını kontrol etmeyi denerdi.
● Cumhuriyet ilan edilmez, Türkiye'yi çağdaşlaştıran devrimlerin hiçbiri yapılmazdı. Çünkü emperyalizm, sömürmek istediği toplumların “çağdaş” ve “demokrat” olmasını hiçbir zaman istememiştir.
Ve bütün bunları görmeyip “Ama Musul kaybedildi!” diyenlere, “Ama Bursa, Edirne, İstanbul, Afyon, Kütahya, Eskişehir… kurtarıldı. Ama bu topraklar yeniden vatan yapıldı” diye cevap verin.
DÜZELTME: Geçen haftaki yazımda kullandığım Tevhid-i Efkâr Gazetesi'nin tarihi, yanlışlıkla 21 Ağustos 1921 verilmiştir. Doğrusu 31 Ağustos 1921 olacaktır.
Sinan MEYDAN, 27 Ağustos 2018
https://twitter.com/smeydan