Mütareke Basını ya da Yandaş Medyaİhanetin Öteki Adı: Mütareke Basını ya da Yandaş MedyaOkuyucularım sık sık “Mütareke Basını” nedir diye soruyorlar.
Güncel olayların öne geçmesi nedeniyle bugüne değin yazılarımda bu konuyu inceleme fırsatını bulamadım. Şimdi yeri gelmişken kısaca değinelim.
“Mütareke” ateşkes anlamına gelir.
Osmanlı devletinin yenilgisi ile biten Birinci Dünya Savaşının sonunda “Mondros Mütarekesi” imzalandı. Silahlar bırakıldı. 30 Ekim 1918’de yapılan bu antlaşmadan sonra düşmanlar 6 Ekim 1923 tarihine kadar İstanbul’u beş yıl işgal ettiler. Bu döneme “Mütareke İstanbul’u” denir.
Bu dönem içerisinde emperyalist güçlere karşı Kurtuluş Savaşını başlatan Mustafa Kemal’i ve Kuvayi Milliyeyi engelleyebilmek için elinden geleni ardına koymayan, saltanat ve hilafetin yanında yer alarak, sömürgeci devletlerle işbirliği yapan yazar çizer takımına ise “Mütareke Basını” adı verilir.
Kısaca “Mütareke Basını” ihanetin öteki adıdır. Günümüzde ise bu görevi “yandaş medya” üstlenmiştir.
Mütareke Basını, Alemdar, Peyam-ı Sabah, Köylü, Ferda, Sabah, Aydede, Peyam gibi gazete ve dergilerden oluşur. Mütareke Basınından söz açılınca ilk anımsanan kişi ise Ali Kemal’dir. Bir ihanet simgesidir o. Sonra Ref’i Cevat Ulunay, Refik Halit Karay, Ahmet Emin Yalman, Rıza Tevfik, karikatürist Rıfkı, namı diğer “Hain Rıfkı…” gibi adlar gelir.
Kurtuluş savaşının zaferle bitmesinden sonra tümü de yurt dışına kaçmış, çoğu yabancı topraklarda can vermiştir. Ref’i Cevat Ulunay, Refik Halit Karay gibi bazı yazarlar ise, 1938’den sonra çıkarılan aftan yararlanarak yurda dönmüşlerdir.
Mütareke basınının tüm yazarları ve çizerleri yeteneklerini, sanatlarını Ulusal Kurtuluş savaşını ve önderlerini kötülemek, onları halkın gözünde küçük düşürmek için kullanmışlardır. Emperyalistlerin ülkemizi teslim alıp, yönetimi ele geçirmelerini bir kurtuluş yolu gibi göstermişlerdir halkımıza.
Bu ihanet çetelerine göre millicilik ve milliyetçilik bulaşıcı bir hastalık gibi tehlikelidir ve ülkemizin başını belaya sokmaktadır. Eğer Mustafa Kemal ve çevresindekiler bağımsızlığı, özgürlüğü savunmasalar, silahlı mücadeleye girmeselerdi, ortalık güllük gülistanlık olacak, her şey kendiliğinden düzelecek, halk huzura kavuşacaktı.
Kuvayi milliyeciler işgal güçlerine karşı koyup, direndikleri için emperyalistler Türkiye’yi terk etmiyorlardı.
23 Mart 1920 tarihli Alemdar gazetesinde ülkemizi işgal eden Yunanlılarla iyi geçinmemiz isteniyordu:
“İdrak edilmelidir ki, Yunanlılar ne kadar ebedi düşmanımız olursa olsun bugünkü galiplerimizin bir müttefikidir, onlara karşı yapılacak hareket, İtilaf devletlerinin kırgınlığına sebep olur…”
Bu konuda bir bildiri yanlayan Vahdettin de “Milli mücadeleye atılanlar yüzünden, Avrupa’nın sempatisini kaybettiğimizi, bu hareketin işgallere sebep olduğunu, barış için bu davranışlardan vazgeçilmesini…” istiyordu.
Kurtuluş Savaşının başarıya ulaşamayacağını söyleyenlerin başında Ref’i Cevat Ulunay geliyordu. O, 4 Şubat 1919'da Atatürk'le yaptığı bir söyleşinin ardından arkadaşlarına izlenimlerini şöyle anlatmıştı:
"Şu sıralarda, Anadolu'ya geçilir, orada teşkilat kurulur, milli mukavemet harekete geçirilirse, Fransızı da, İngilizi de, İtalyanı da memleketten kovar, vatan istiklâline kavuşur, millet de esaretten kurtulurmuş, anladınız mı arkadaşlar? Bu, deli değil, zır deli..." Onun “Deli değil, zır deli…” dediği kişi Mustafa Kemal Atatük’tü.
Yine o yıllarda, Ref'i Cevat Ulunay şunları yazıyordu: "İngilizleri istiyoruz. Türkler kendi güçleri ile adam olamıyorlar. İngilizler elimizden tutacak, bizi kurtaracak." Kurtuluş Savaşının ölüm kalım savaşına döndüğü bir ortamda “İngilizleri istiyoruz” diye haykırıyordu.
Onların bugünkü izleyicileri, mirasçıları, yani 2000’li yılların Mütareke Basını ise “Amerika’yı istiyoruz, AB’yi istiyoruz, AB’li olalım, onlar elimizden tutacak, bizi kurtaracak” diye yırtınıyorlar. Tam bağımsızlık yanlısı ulusalcılara, yurtseverlere, orduya saldırıyorlar.
Yandaş medyanın Mütareke Basını ile en belirgin ortak yanı, sömürgeci güçleri yüceltip, vatan ve Türk kavramlarını küçümsemek, Kemalistlere düşman olmaktır.
Örneğin, ihanet belgesi Sevr Antlaşmasında imzası bulunan Rıza Tevfik’e göre “Türk’ün asırlar boyu bileğinde salladığı kılıcından başka övünülecek…” hiçbir şeyi yoktur. Onlar, İstanbul’da oturmalarını bile düveli muazzamanın (büyük devletlerin) İslam’a duydukları hürmete borçludurlar…”
Günümüzün yandaş basını da onunla aynı dili kullanmaktadır ve aralarında şaşılacak bir benzerlik vardır: ''Türkiye Türkler tarafından yönetilemeyecek kadar stratejik öneme sahiptir...'' demektedir bir yeni mandacı.
Bir başkası ise şunlar söylüyor: “Ne mutlu Türküm dersen, o da ne mutlu Kürdüm, der. Türklük yerine Türkiyelilik bilinci yerleştirilmelidir…”
Bir iki televizyon, gazete, derginin dışında bugün tüm medya AKP’nin hizmetinde kurşun askerler gibi görev yapmaktadır. Bu basın organlarında çalışanların büyük bir çoğunluğu kalemlerini AB’ye, ABD’ye ve işbirlikçilerine kiralamış ya da satmış durumdadırlar. Ne yazık ki günümüzde medya, mesleği gazetecilik olmayan büyük patronların eline geçmiştir. Onlar AKP ile çıkar birliği içerisinde, bütünleşmiş, kaynaşmış, “yekvücut” olmuşlardır. Aynı kaderi paylaşmaktadırlar.
1938’den sonra işbaşına gelen Cumhuriyet hükümetlerinden AKP’nin farkı işte buradadır. O, kendi yargısını, kendi basınını, kendi kadrolarını oluşturmuştur. Hedefine ulaşabilmek için önce sessiz ve derinden, “takıyye” yöntemi ile çalışmış, sonra ortamı elverişli bulunca gerçek yüzünü, gerçek amacını saklamaya, gizlemeye gerek duymadan ulusalcı kişilere, kuruluşlara, örgütlere, orduya, yargıya pervasızca saldırı başlatmıştır. Saldırı devam etmektedir.
Osmanlının son döneminde, zaferden iki gün öncesine kadar ihanet şebekeleri, işgal güçleriyle ortaklığını sürdürmüş, Mustafa Kemal’i engelleyebilmek için her yola başvurmuştu. Ne var ki bağımsızlık savaşı kazanıldıktan sonra da soluğu yurt dışında almışlardı.
Bakalım, 2010’ların vatansızlarını nasıl bir sonuç beklemektedir?
Yaşayıp, göreceğiz…
Ali ERALPtoplumsalhaber.com
’Mütareke basını’ nedir?GÜNÜMÜZÜN basınında son zamanlarda "Mütareke basını" benzetmeleri yaygınlaştı. "Nedir bu mütareke basını?" diye soruyor bazı okurlarım...
Evet... Nedir "Mütareke basını?" Kimdir tarihe "Hain" olarak geçen Ali Kemal’ler?
İktidar, tüm basını denetimi altında tutmak istiyor. Basının önemli bir bölümü tek ses çıkaran koro haline gelmiş durumda... Bunlar kendilerini, iktidarın her uygulamasını kayıtsız şartsız desteklemekle görevli kabul ediyorlar!
Egemen güçlerin olanaklarından yararlanmak için bir kısım medya, milli çıkarlarımızdan ödün veriyor, gerçekleri saptırıyor ya da abartıyor.
Bununla yetinmeyen iktidar, tam bağımlı, yüzde yüz kontrol altında bir basın istiyor. Sabah ve ATV’nin iktidar yanlısı bir gruba satılması da bu operasyonun bir parçası gibi...
* * *
Nedir mütareke basını?
Osmanlı Devleti 1918’de Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmıştı. Mütareke (ateşkes anlaşması) imzalanmış, başkent İstanbul dahil yurdun her yanı işgal altına girmişti. Esareti kabul etmeyen yurtsever güçler silaha sarılarak Anadolu’da mücadeleye başlamışlardı. Buna Kuvayı Milliye direnişi deniliyordu. Başta Çanakkale Kahramanı Mustafa Kemal Paşa vardı.
İşgal altındaki İstanbul’da basının bir bölümü işgalcilere ve büyük devletlere şakşakçılık yapıyor, onları yağlayıp ballıyordu.
Milli Mücadele tarihimizde bu yüz karası bir olaydır. Bir kısım basın, işgalci devletlere karşı konulmamasını, onların tüm isteklerine uyulmasını, hatta Yunan işgaline bile karşı çıkılmamasını istemiş ve hain yayınları ile halkı ahlaksızca zehirlemeye çalışmıştır.
* * *
İçişleri Bakanlığı da yapmış olan yazar Ali Kemal, Milli Mücadele’ye olan düşmanlığından dolayı Türk tarihinde "Mütareke basını" deyiminin sembolü olmuş bir kişidir. 1922’de yakalanıp trenle Ankara’ya götürülürken İzmit’te halk tarafından linç edilerek öldürülmüştür.
İşgale ve işgalcilere övgü, yurdu savunanlara ise sövgü yağdıran mütareke basınından bir-iki örnek verelim:
ALİ KEMAL: "Padişaha sadakatle bağlı Anadolu halkı, Mustafa Kemal denilen şakiye haddini bildirecektir." (20 Nisan 1920 Peyamı Sabah)
REF’İ CEVAT: "İngilizleri bekliyoruz. Türkler kendi güçleriyle adam olamaz. İngilizler elimizden tutarak bizi kurtaracak."
"Azimli bir hükümet, ’Kuvayı Milliye’ adı altına sığınan bu haydutların kafasına neden bir yumruk indirmiyor?" (21 Nisan 1919 ve 16 Mart 1920 Alemdar Gazetesi)
* * *
Alemdar Gazetesi’nin 23 Mart 1920 tarihli nüshasındaki yazıda, işgalci Yunanlılara karşı bir hareket yapılmasının İtilaf Devletleri’ni kızdıracağı şu şekilde -şerefsizce- hatırlatılıyor:
"Yunanlılar ne kadar ebedi düşmanımız olursa olsun, bugünkü galiplerimizin bir müttefikidir, onlara karşı yapılacak hareket, İtilaf Devletleri’nin kırgınlığına sebep olur. Gafletin bu derecesi görülmüş, işitilmiş şey değildir!" (23 Mart 1920 Alemdar Gazetesi)
"Mustafa Kemal isyancıdır, cezası ağır olmalıdır!" (29 Nisan 1920 Peyamı Sabah)
İşte "Mütareke basını" budur.
Mütareke basını, sürekli olarak zayıf olduğumuzu, Batılı büyük devletlere direnme gücümüz olmadığını, onlara karşı gelip bağımsızlık istemenin çılgınlık olduğunu, bu nedenle boyun eğmemiz gerektiğini telkin ederek her türlü direnişi kırmaya ve yok etmeye çalışmıştır.
"Mütareke basını" bugünleri anlamamız için tarihi bir derstir. Bu derse bakarak, günümüz medyası için bir değerlendirme yapmak mümkün... Ali Kemal’ler, Ref’i Cevat’lar kimler?
Evlatlarımıza bu toprakları vatan olarak bırakmak istiyorsak, bugün de geçmişteki gibi yılmadan, cesur, azimli ve kararlı bir şekilde mücadele etmemiz gerekiyor!
RAHMİ TURANhurriyet.com.tr
Mütareke Medyasından Günümüze YansımalarMondros’tan Cumhuriyet’e uzanan süreçte İstanbul’da yayınlanan 200’ü aşkın gazete ve derginin çoğu Milli Mücadele karşıtıdır. İleri, Yeni Gün, Akşam, Vakit gibi gazeteler Milli Mücadele yanlısıdırlar. İkdam, Tasvir-i Efkar, Tercüman-ı Hakikat gazeteleri de Milli Mücadele’ye eğilim göstermektedirler. Milli Mücadele’nin amansız düşmanları arasında Alemdar, Peyam-ı Sabah, Türkçe İstanbul gazeteleri başta gelmektedir.
I. Dünya Savaşı’nı bizim açımızdan yenilgiyle sona erdiren Mondros Mütarekesi’nin (Ateşkes – Silah bırakışması) imzalandığı 30 Ekim 1918’den Kurtuluş Savaşı zaferine kadar geçen süreci mütareke dönemi olarak adlandırmak bir gelenek olmuştur.
Bu dönemde devletin merkezi İstanbul, siyasal, düşünsel, toplumsal bir karmaşa içinde debelenmektedir. Saray ve Damat Ferit hükümetleri manda ve himayenin kabulü ile işgalin en az zararla geçiştirilebileceği, direniş yerine teslimiyetçiliğin en makul çözüm olacağı düşüncesini topluma benimsetmeye yönelik bir yaklaşım içindedirler.
Mütareke sonrasında Anadolu’dan yükselen sesler ise ulusal bağımsızlığı savunur ve bu doğrultuda başlayan kongreler süreciyle İstanbul dışındaki çözüm arayışlarının yönetsel ve hukuksal temelleri atılmaya başlanır. İşgal İstanbul’unun teslimiyetçi yaklaşımıyla Anadolu’nun bağımsızlıkçı duruşu, birbirinden tamamen farklı iki anlayış ve uygulamayı temsil etmektedirler.
Mütareke İstanbul’u, mütareke hükümeti, mütareke matbuatı, bu döneme ilişkin tanımlar olarak günümüzde de olumsuz bir çağrışım, itici bir simge olarak kullanılmaktadır.15 Mayıs 1919’da Yunan Ordusu tarafından İzmir’in işgal edilmesi basındaki ayrışmayı artıran bir etken olur. Bazı gazeteler olayı kınarken işbirlikçi basın işgale karşı konulmaması yolunda bildiriler yayınlar. Böylece basında çizgi ve gelenek olarak etkileri günümüze kadar sürecek olan millici anlayışla işbirlikçi-teslimiyetçi anlayış ayrışması yaşanır.
16 Mart 1920’de İstanbul’un İngilizler başta olmak üzere İtilaf güçlerince fiili işgali ve Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nın basılıp milletvekillerinin tutuklanması ve Malta sürgünü sonrasında basın üzerinde uygulanan sansür iyice artırılır. 7 Ağustos 1920 kararnamesiyle şiddetlenen sansür Türk Ordusu’nun zafer sonrasında İstanbul’a girişine kadar sürecektir.
Mondros’tan Cumhuriyet’e uzanan süreçte İstanbul’da yayınlanan 200’ü aşkın gazete ve derginin çoğu Milli Mücadele karşıtıdır. İleri, Yeni Gün, Akşam, Vakit gibi gazeteler Milli Mücadele yanlısıdırlar. İkdam, Tasvir-i Efkar, Tercüman-ı Hakikat gazeteleri de Milli Mücadele’ye eğilim göstermektedirler.
Milli Mücadele’nin amansız düşmanları arasında Alemdar, Peyam-ı Sabah, Türkçe İstanbul gazeteleri başta gelmektedir. Refi Cevat’ın ( Ulunay ) sahibi ve başyazarı olduğu Alemdar gazetesi Kurtuluş Savaşı önderlerini ve TBMM mensuplarını “serseri”, “çete reisi” olarak nitelemekte, İngilizlerin merhametine sığınmaktan başka çözüm aramanın eşkıyalık olduğunu öne sürmektedir.
İngiliz Muhibleri Cemiyeti Başkanı, İngiliz Büyükelçiliğinin maaşlı ajanı Said Molla’nın çıkardığı Türkçe İstanbul, ülkenin kurtuluşunun İngiliz mandası ile mümkün olabileceğini savunmaktadır. Peyam-ı Sabah başyazarı, I ve II. Damat Ferit hükümetlerinin Maarif (Milli Eğitim) ve Dahiliye (İçişleri) Nazırı Ali Kemal Milli Mücadele’yi yeni bir İttihatçı maceracılığı olarak görmüş, ağır saldırılarda bulunmuş, İngilizlerin eteğine yapışmaktan başka çözümün olmadığı düşüncesini savunmuştur.
Teslimiyet ve köleliği kutsayan yazılarının doğurduğu tiksintiyle halkın Artin Kemal dediği Ali Kemal’in 10 Eylül 1922 tarihli makalesi çok ilginçtir. İlginç olduğu kadar da ibret vericidir. Bilindiği gibi 9 Eylül 1922 Türk Ordularının İzmir’e giriş tarihidir.
Ali Kemal Yunan Ordusu’nun denize dökülüşünün ertesi günü kaleme aldığı ve “Gayelerimiz Bir İdi ve Birdir “ başlıklı yazısında: “İtiraf eyleriz ki, Anadolu’nun son zaferleri kuvvetimize, kılıcımıza dayanarak dava-yı milliyi, hakk-ı hayat ve istiklalimizi kazanmak içtihadının velev pek büyük fedakarlıklarla olsa da, isabetinin tahakkuk ettiğini gösterir gibidir” diyerek, iş iyice sağlama bindikten, kazanan, kaybeden ayan beyan belli olduktan sonra Milli Mücadele safına yönelip, borsanın yükselen kağıdına yatırımda geri kalmak istememektedir!
Mustafa Kemal Paşa ulusal kurtuluş açısından basının, iletişimin öneminin bilincindedir. Sivas Kongresi sürecinde Milli Mücadele’nin sözcülüğünü yapacak olan İrade-i Milliye gazetesi yayınlanmaya başlanır. İlk sayısı 14 Eylül 1919’da Sivas Vilayet Matbaası’nda basılır. Mustafa Kemal 27 Aralık 1919’da Ankara’ya gelişiyle birlikte yeni bir gazetenin çalışmalarına başlar.
10 Ocak 1920’de Hakimiyet-i Milliye yayın hayatına başlar. Ardından Milli Mücadele’nin sesinin ülkede ve dünyada duyurulması ve kamuoyu oluşturulması açısından ulusal bir basın ajansının gerekliliğinden hareketle TBMM’nin açılışının öncesinde 20 Nisan 1920’de Anadolu Ajansı kurulur.
Mütareke İstanbul’unun işbirlikçi hükümetlerinin, mütareke medyasının ve işgalci emperyalistlerin yaydığı bilgi kirliliğinin ve Anadolu’ya da aşılamak istedikleri teslimiyetçi düşüncenin engellenmesi amacıyla 6 Mayıs 1920’de bir kararname yayınlanır. Kararnamenin ilk maddesi: “İstanbul’la her nevi resmi muhaberat memnudur. Dersaadet’ten gelecek evrak-ı resmiye ve İstanbul matbuatı derhal iade olunacaktır.
Evrak-ı varideyi ve matbuatı kabul eden veya iade etmeyen memurlar hıyanet-i vataniye mucibince ittiham edilecektir” hükmünü içermektedir. Milli direncin onurlu sesi, karşı koyma iradesi Anadolu’yu ve dünyayı dolanırken uyuşturucu, bozguncu, teslimiyet aşılayan işbirlikçilerin Anadolu’yu zehirlemesine bu önlemlerle engel olunmuştur.
Ankara’nın yanında, Anadolu’nun birçok yerinde bin bir zorluğu aşarak çıkan gazeteler, milli direnişin mahalli sesleri olarak çok önemli sorumluluklar üstlenmişlerdir. 15 Haziran 1919’da Kastamonu’da Hüsnü (Açıksöz) Bey tarafından yayınlanmaya başlayan Açık Söz gazetesinin Erzurum ve Sivas kongrelerinin henüz yapılmadığı bir tarihte çıkan ilk sayısının manşetinden bu gün için de alınacak dersler vardır: “Mandadan Evvel İstiklal!”
Hüsnü Açıksöz I. Dünya Savaşının değişik cephelerinde çarpışmış bir kahramandır. Cepheden dönen birkaç arkadaşıyla birlikte, ayaklarının tozuyla Açıksöz’ü çıkarmaya başladıklarında genç bedenlerinde Harb-i Umumi’nin kapanmamış kurşun, şarapnel izlerini taşımaktadırlar!
Günümüz Türkiye’sinde görünürde fiili bir işgal yoktur. Boğaz’da, İzmir Körfezi’nde silahlarını kente çevirmiş zırhlılar da yoktur! Ama işgal günlerinin mütareke medyasına rahmet okutacak, Ali Kemallere, Refi Cevatlara pes dedirtecek kalem erbapları yerleştikleri medya köşelerinden her gün, her an topluma mütareke şırıngası yapmaktadırlar!
Mütareke İstanbul’unun sarıklı, sakallı Sait Mollasını, yıllarını Avrupa’da geçirmiş Ali Kemal’ini, Seyit Abdülkadir’ini teslimiyet paydasında birleştiren İngiliz emperyalizmi onlara aynı sözleri söyletip, aynısını yazdırıyordu. Günümüzün Türkiyeli medyasının kalem ve kelam sahiplerinin Kürtçüsünden, ılımlı İslamcısından, entel-liboşuna kadar uzanan bir yelpaze içinde aynı şeyleri yazıp söylemesine de şaşmamak gerekir! Küresel emperyalizm 1920’lerin mütareke ruhunun günümüzdeki mirasçılarını bulup istihdam etmekte zorlanmamışa benziyor.
Bir hususun da unutulmaması kaydıyla: 1920’lerin milli mücadele ruhunun mirasçıları da bu topraklarda yaşamaya devam ediyor. Üstelik bu topraklarda sonuna kadar özgür, başı dik yaşama iradelerinden hiçbir şey kaybetmeden!
Hüseyin Özbekhakimiyetimilliye.org