Yeniçağ Gazetesinden bir haber:
- „AB parasıyla ikidilli eğitim
'İki dilli hayat' fiilen okul öncesi eğitime giriyor. Öğretmenlere Kürtçe öğretmeyi de içeren bu projeye Avrupa Birliği 84 bin euro gönderdi! Bilge köyünden başlanacak.
Kadın ve çocukların eğitimleri için hazırlanan ‘2 dilli’ eğitim projesine, Mardin’in Mazıdağı ilçesine bağlı Bilge köyünden başlanacak. Kadınlara yönelik el becerilerini geliştirecek kursların yanı sıra Kürtçe bilen 5 öğretmenle okul öncesi eğitime ağırlık verilecek.
Öğretmenlere devlet eliyle Kürtçe öğretilecek. Civardaki öğretmenler de burada ders alacak. Günde dört saatten altı haftalık kurs.(228 saat)“
Haber böyle. Bilun Çelik’in haberi. Bu haberi daha sabahtan gördüm ama başlığı okuduktan sonrasını okuyamadım. İçim götürmedi. Dayanamadım duyacağım acıya, kendimde bu gerçekle yüzleşecek gücü bulamadım.
Burada Kürtçe bilmeyen öğretmenler sözü geçiyor yani bilmeye mecburlar demek ki ! Hangi lehçesi diye sorsak ? Ne diyecekler? AB’nin Kuzey Irak’la birlikte hareket edilmesi için , bölücülük yapabilmek için seçtikleri Kuzey Irak lehçesidir mutlaka. Hem dersleri Kürt Enstitüsünden eğitmenler verecekmiş. Fransa’daki bölücü ve azılı Türk ve Türkiye düşmanı o meşhur enstitü olmasın burası? Yakışır vallahi de yakışır billahi de…
Hem öğretmenler onların ayağına, yani köye , minübüsle köye taşınacakmış. Hocalar öğrenciye gider, ders verilen yere gider yani benim bildiğim. Bu paşalara , bizim, iş buldum, susayım, güvencem yok, zaten sözleşmeliyim diyen öğretmenimiz boynu bükük Kürtçe( ?) öğrenmek için gidecek. Minübüslerle ders almak için Bilge köyüne sabah akşam taşınacaklar. Eğitmenlerce bilemezse, öğrenemezse belki azarlanacak…Hava basılacak tepelerine. Küçümsenecekler, iteklenecekler bu AB parasıyla beslenen enstitülü zatlar tarafından…Veya kıs kıs gülecekler Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet memurlarının düştüğü bu acizliğe, zavallılığa…
Atatürk Cumhuriyetinin Cumhuriyet öğretmenleri, fikri hür, vicdanı hür öğretmenlerine muhtemelen Fransa’daki Kürt Enstitüsü eğitmenleri ders verecek ders ! Boru mu ?
Enstitüler araştırma kurumlarıdır.
Kürt enstitüleri, Kürt dili üzerine bilimsel araştırmalar yapmak ve yayınlar hazırlamak üzere değişik ülkelerde kurulmuş olan araştırma kurumlarıdır, diye yazıyor internet sözlüğünde enstitü karşılığında.
Gerçekte böyle mi buralar ? Bölücülük ve Türkiye’ye ihanet yuvaları mı yoksa? Şimdiye dek neler yaptılar buralarda? Merak etmiyor musunuz?
Bu enstitülerden en eski ve bilineni Paris'te kurulmuş olan Paris Kürt Enstitüsüdür deniyor. Türkiye aleyhine yaptıklarıyla ünlü bu Kürtçü enstitü… Brüksel’de kurulanının kuruluş amacı şöyle belirtiliyor : » Belçika’da yaşayan Kürtleri yüceltmek… »
Yine sözlükten okuyoruz:
« İstanbul’da 1992 yılında kurulmuş böyle bir enstitü Mezopotamya Basın Yayın A. Ş.’nin bünyesinde çalışmalara başlamış. 2000 yılında şirketleşmiş. »
Şimdi devlet bir araştırma kurumundan( !) eğitmen alamayacağına göre, yurtdışında bir üniversiteye bağlı bir kurumdan eğitmen alacaktır tahminen…
Hem başka bir yerden gelen eğitmen olsa bunlar ne olur ? Enstitü ( !)eğitmeni Milli eğitim mensubunu eğitecek ! Milli Eğitim ! Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitim Bakanlığının öğretmenlerini. Altı haftalık kursla hizayla sokacaklar bu Kürtçe bilmeyenleri ! Sonra gerisi gelecek !
Niye Türk Millî Eğitimi mensubuna bunlar bir lehçeden ders yani bunların deyimiyle Kürtçe( ?) verecek ? Yazının devamında söylemişler zaten :
Çocuklarla ve velilerle öğretmenler iyi anlaşsın diye !
Demek ki bu işler böyle başlayacakmış… Herşeyin bir ilki vardır derler, bu da bölünmenin ilki… Bölünmenin abecesi ! Birlik ve bütünlüğün içimizden sökülmesinin yabancı kaynaklı ilk ilmek çekilişi… Çok da insanca kılıf uydurmuşlar bu ihanete…Cahilliği yeneceklermiş(?) Paranın açamadığı kapı yok derler. AB, parasıyla kapımızı iyi tındırdatıyor. Bölge insanı Türkçe öğreneceğine velilere Türkçe kurslar açılacağına işe bakın siz ?
Dünya tersine dönmüş…
Almanya Almanya’da yaşayan Türk işçi çocuklarının, yani genç neslin Türkiye’den evlendiklerinde getirecekleri eşlere bile Almanca bilme şartı koyuyor. Konsolosluklarında sınav yapıyor, Almanca’yı iyi bildiğine emin olduktan sonra vize veriyor bu gençlere…
Okullarında da neredeyse Türkçe dersleri kalktı.
Kendilerine gelince önce Almanca, her şeyin başı Almanca, çocuğuna Almanca, büyüğüne Almanca...
Cahilliği yenmek için Almanca! Yükselmek, ilerlemek için Almanca! Uyum için Almanca!
Bize gelince öğretmene Kürtçe,(?) velilerle anlaşmak için Kürtçe bilme gereği...
Kendilerinde herkes kayıtsız şartsız Almanca bilecek!
Bize gelince onlarca yerel ağızdan birini öğretmenimiz bile bilecek!
Geride ise onlarca yerel ağız daha pusuya yatıp sırasını bekleyecek!
Bana da! bana da! Ben de isterim! Hani bana? Hani bana? diyecek…
Böyle çifte standarda kimse gık diyemiyorsa, bu yapılanın amacını hâlâ anlamamak da ısrar ediyorsak, ne verilirse önümüze yiyorsak... Koyundan beterse uysallığımız... Ben burada kendimi yiyip bitireyim ne olacak?
A benim başına geleceği bilmek anlamak istemeyen milletim, bizim sonumuz ne olacak?
Bak TRT bir beyin yıkama aracı oldu. Her iki akşamda bir senin soyunun neyinin başka başka olduğunu sana anlatıp duruyor. Seni kırk çeşide bölüp bölüp anlatıyor…
Gelecek seçimi tabii bu iktidar kazanacak dedi daha bu gün tartışma programında TRT1’in bir güdümlü konuşmacısı.
THY İngilizce tanıtım reklamı yapıyor. Bir tenişçi dünyaca ünlüymüş , THY’ye biniyormuş. Niye şu bu değil illâ da o bayan tenişçi var bu reklâmda? Adı W ile başlıyor da ondan. Wozniacki! Adında bu harf var diye. Maksat gözleri alıştıracak!
Niye TV kanallarımızın çoğunun isimlerinde bizde olmayan hep o üç harf var? Fox, Schow, Fix, Fx, MyMax, Action Max, DiziMax…Web TV...
Ya bu ne? TürkÇTV. Türk yazmış bir de e harfi olmayan Ç. Ve bu ad kabul görmüş, izin almış... İnsan inanamıyor!
Niye Osmanlı da Osmanlı diye tutturdular cümbür cemaat bütün televizyon kanalları, gazeteciler… Niye birdenbire Osmanlı’yla yatar Osmanlı’yla kalkar olduk?
TRT müziğimiz adına yaptığı programlarında bizim müziğimizi bıraktı, Yunan’ın müziğine ve sirtakisine taktı kafayı. Zorba adlı yabancı filmi bile devreye soktular. Filmin sirtaki sahnesi uzun uzun gösterildi devletin müzik kanalında. Bir Pandora adlı çalgıcı grubu bulmuşlar. Ne zaman açıp kapasanız onlar karşınızda.
Onlar işi bırakıyor belgeselciler giriyor işe. Bölgelerimizin bize ait olmadığını bizim misafir oldağumuzu yaşadığımız yerlerin yabancı adlarıyla tarihleriyle anlatıp duruyorlar. Bir de nedense her yörede bir kilise bulup, bir de kilisenin rahibini konuşturup buralar hrıstiyandı demeyi ihmal etmiyorlar. Şöyle de bir kulaklarımıza çan sesini kıyıdan köşeden işittiriyorlar. Alışılsın diye… Osmanlı başkaymış ya… Ah… bir zamanlar ne güzelmiş…
Dün, iktidar partisinin “2023 ‘e Yürüyoruz” toplantısında yapılan konuşmada aslında herşey söylendi.
Bakınız:
“Demokratik adımları kararlılıkla sürdüreceğiz. Yeni bir Anayasa yapacağız! Katılımcı, özgürlükçü bir Anayasayla geleceği kucaklayacağız! Türkiye için daha güzel projelerimiz(?) , hayallerimiz(?), hedeflerimiz(?) var. Onun için 2023’e yürüyen Türkiye diyoruz. 12 yıllık hedef koyduk. Yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatıdır!”
Bu sözlerin Türkçesi:
„Kürt bölücülüğüne öncelik vererek etnik ve kültürel bölücülüğe devam edeceğiz... Cumhuriyet kurucularının Türkiye Cumhuriyetini kurarken koydukları temel felsefeleri değiştireceğiz yani bölücü örgütün başının ve bölücü partinin mensuplarının istediği gibi Anayasa’nın değiştirilemez ilk maddeleri değiştirilecek! Başka dil ve millet adını Anayasaya koyacağız! Şimdiye kadar yaptığımız gibi bundan sonra da vatanın kalan varlıklarını satmaya, yeraltını ve yerüstünü pazarlamaya devam edeceğiz. „
Bunlar da bir gün öncenin gazete haberleri. Biri Yeni CHP’den, biri AKP’den:
„ANKA’ya konuşan CHP’li Şevket Köse, "İnsanlar kendi köyünün ismini kullanabilmeli. Nüfus cüzdanında da Kürtçe kullanılabilir" dedi.“
„AKP Antalya milletvekili Yusuf Ziya İrbeç partisinden istifa etti. İrbeç, Mecliste düzenlediği basın toplantısında, partisinden istifa ettiğini belirterek, "Açılım politikalarının milletimizin yüreğinde Habur ve benzerleri ile açtığı yara hepimizin malumudur. Seçim sonrası yapılacak Anayasal değişikliklerle milletimizin ve ülkemizin birlik ve bütünlüğünün bozularak bu yaranın daha da derinleşeceği endişesini taşımaktayım" dedi.“
Bu da 23 Ocak Pazar gününün saat başı tekrarlanarak verilen TRT 1 kanalının haberi:
Hem de birinci haberi. Haber üzerinde öylesine çalışmışlar ki şu anda izlenen en gözde televizyon dizisinin (Öyle Bir Zaman Geçer ki) müziğiyle verildi haber. Şöyle dediler, haberi not alarak yazabildiğim kadarıyla:
„Arnavutluk’ta hükümet karşıtı gösteriler kanlı bitti. Arnavutluk’ta kanlı biten ve ülkeyi de sarsan olayların ardından görüntüler canlı yayınlandı. Dört göstericinin hayatını kaybetmesi ülkeyi derinden sarstı. Halk derin bir acıya boğuldu. Olaylara ilişkin görüntüler de ortaya çıkmaya başladı. Bir televizyon kanalı başbakanlık ofisinin önündeki olayı yayınladı. Göstericilerden kimi slogan, kimi taş atarken sakince duran bir kişi bir anda yere yığıldı. Arkadaşları kurşunlara hedef olan adamı hemen kaldırıp uzaklaştırdı. Fakat adam hastaneye vardığın da ölmüştü...“
Bu son üç cümleyi acayip bir şekilde, drama müziği eşliğinde söylemeleri çok ilginçti çok...
Bu haberin de Türkçesi: Gösteri falan yapmaya kalkmayın. Sonunuz böyle olur ha! Ona göre...
Bu haber de bir sanat ve kültür haberi, bir büyük gazeteden, Hürriyet’ten. İstanbul’da bir sanat etkinliğinden söz ediliyor. Haberde adı geçen Ümit Karalar İstanbul Türkiye doğumluymuş. Haberde böyle yazıyor! Ne zamandan beri doğum yerlerimiz yazılırken, Türkiye’deki bir şehrin yanına Türkiye yazar olduk?
Olay Türkiye’de!
Haber Türkiye haberi!
Haber kişisi Türkiye’de !
Ve İstanbul Türkiye doğumlu diye bir günlük gazetemizde yazılabiliyor! Bir de siz okuyun:
Ümit Karalar, İstanbul Türkiye doğumlu. Biz de şimdi doğum yerimizi söylerken, örneğin, Trabzon Türkiye, Antalya Türkiye diye mi söyleyeceğiz? Yani yakında Türkiye Cumhuriyeti’nin bir ilinde doğmak ve o ille anılmak yetmeyecek. Adı değişecek ülkemizin bazı yerlerinin demek ki. Hazırlık tamam. Kürdiye mi diyecekler oralara? Veya... veya... Lâziye? Çerkeziye?
Bir de şu haber manşetine bakın? Nereden nereye gelmişiz?
“Başkentin Ankara olmasını kim sordu?
Anayasa mahkemesi eski raportörü Osman Can, Diyarbakır’da katıldığı Anayasa Paneli’nde izleyenleri Kürtçe, 'Amed halkı hoşgeldiniz!' diye selâmladı.”
Bir gazete haberi daha:
Terör Örgütü PKK’ın da istediği bir öneriyi, halkoylamasında evetçi olan PKK’lıların Habur avukatı, şimdinin CHP genel başkan yardımcısı olan şahıs, şöyle gündeme taşımış:
“CHP’nin İnsan Hakları’ndan sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, Diyarbakır’da düzenlediği basın toplantısında Hakikat Komisyonu kurulmasını istedi.”
Yine bu haber de çok yeni. Bilmem duymayanınız oldu muydu? Vatan Gazetesi’nden. Başlığı şöyle:
“Vali haddini bil, yoksa halkla birlikte bildiririz!
BDP Van Milletvekili Özdal Üçer, önceki gün gözaltına alınıp tutuklanan BDP’li İl Genel Meclisi Başkanı Semira Varlı’nın gözaltına alındıktan sonra rencide edildiğini iddia etti. BDP il binası önünde gözaltılara tepki için düzenlenen toplantıda konuşan Üçer, tutuklamaların hukuksuz olduğunu ileri sürdü. Üçer kendilerini rencide edenleri, rencide edeceklerini belirterek şöyle konuştu: 'Buradan sesleniyorum. ister hakim olsun, ister savcı, ister vali olsun ister başbakan. Bu halkla dalga geçmeye, bu halka haksızlık etmeye, bu halkı rencide etmeye kalkışırsanız bu halk sizi rencide edecektir. Haddinizi bilin, hakim de olsanız, savcı da olsanız, buradan net olarak sesleniyorum...' ”
İşte böyle…
Ben haddimi bilip(!) susuyorum…
Aman net olarak sesleniyor bizim paralarımızla maaş alan, Türk Milleti adına vekillik yapan ve yemin eden bu kişi. Biri “has…” çekmişti. Bu da aynısının açıkça b.. yemesini yapıyor! Devleti parmak sallayarak tehdit ediyor!
Bu arada Türklük’ün doğuş destanı Ergenekon‘un adıyla anılmaya devam eden hapishane içinde görülen davanın Silivri tutukluları neden suçlandıklarını bilmeden en az üç yıldan beri yüz altmış bilmem kaçıncı oturumlara girip girip çıkıyorlar, hapiste adalet bekliyorlar!
Bu günkü duruşma yüz yetmişinci duruşmaymış, Şaşırmayın : Sayıyla 170. Yazıyla yüz yetmiş…
Buyrun biraz da burdan yakın!
Feza Tiryaki, 24 Ocak 2011
Bir de bu günün bir önemi daha var. Uğur Mumcu’nun katledilişinin yıldönümü. Osman Özbek bu günden söz ederken, dün, Uğur Mumcu için kısaca şöyle dedi : "Uğur Mumcu’nun özelliği şahsiyet sahibi olması, özgür, bağımsız olması ve kalemini satmaması…"
Uğur Mumcu’yu saygıyla anıyoruz…
Ayrıca Diyarbakır'da 10 yıl önce bu gün, Emniyet Müdürü Ali Gaffar Okkan ve 5 polis memuru, pusu kurularak şehit edilmişlerdi.