"Büyük Abi"nin Çocukları! (2)
Günümüzde iktidar mensuplarının ağızlarında sakız misali devamlı çiğnedikleri, hatta bununla da yetinmeyip temcit pilavı gibi ısıtıp, ısıtıp önümüze koydukları bir yapay gündem yaratılmıştır.
Başta TBMM Başkanı Cemil Çiçek olmak üzere, bir çok kişi "Tarihimizle yüzleşmeliyiz." demektedirler.
O zaman buyrun tarihimizle yüzleşelim. Ama özellikle 27 Aralık 1949'da ABD ile imzalanan Fullbright Antlaşması'nın sonrasında yazılan tarihle değil, gerçek tarihimizle yüzleşelim.
Emin Oktay'ı çoğumuz hatırlarız. Lise ve ortaokul yıllarımızda Oktay'ın tarih kitaplarını okuyarak, beynimizi yalan, yanlış daha doğrusu değiştirilmiş, budanmış bilgilerle doldurduk.
O yıllarda Mustafa Reşit Paşa belki çoğumuz için, özellikle kız öğrenciler için örnek bir insan ve ilerici bir devlet adamıdır. Çünkü gerek Tanzimat, gerek Islahat Fermanı'na koyduğu maddelerle 6-10 yaş arası kız çocuklarına öğrenim zorunluluğu getirmiştir.
Osmanlı'da kafes arkasına hapsedilen kadının önünü açan Mustafa Reşit Paşa'nın Teşkilat-ı Esasiye'ye koydurduğu kızlara eğitim zorunluluğu getiren maddelerin yararı elbette tartışılamaz.
Ancak aynanın parlak yüzünü bir kenara bırakıp, Mustafa Reşit Paşa'nın, aynanın sırlı yüzündeki görüntüsünü de görmek gereklidir.
Bugünkü iktidarın Başbakan'ı ile Mustafa Reşit Paşa'nın sadrazamlığa Abdülmecit tarafından atanmasında müthiş bir benzerlik vardır.
CFR... Amerika'daki küresel çetelerin para baronlarının hakimiyetindeki sözde düşünce kuruluşu... Yeni Dünya düzeninin gereği olarak ve Amerika'nın çıkarlarını başka ülkelerde de korumak adına siyasetçileri seçen ve yetiştiren kuruluştur...
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ise ABD'nin yetiştirdiği " DEVLET ADAMLARI" listesinde yer alan ve İngiltere Kraliçesi'nin ödüllerle taltif ettiği onlar için çok ama çok önemli bir devlet adamıdır.
Gül'de defalarca CFR ile masaya oturmuş ve İngilizlerden gerekli siyaset dersleri almıştır. Elbette bu siyaset dersleri, Rothschield ve tüm küresel çetelerin dünya haritasını değiştirecek ezberleri bozan Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın uyguladığı antiemperyalist ve bağımsızlıkçı politikalarla bir benzerlik taşımamaktadır.
Tam tersine yaldızlı saltanat arabasında ve şaşaalı törenlerde Türkiye'ye bölgenin jandarmalığı görevi verilmekte, istikrar adı altında ise komşuları ile savaşa girmesi önerilmektedir.
Şimdi geriye dönüp Çanakkale Savaşı'nı hatırlayalım. Kara savaşlarında İngiltere kendi çıkarı için, Yeni Zelanda, Anzak, Hint, Avustralya ve Afrikalı'yı "benim için ölmeli ve öldürmelisin" anlayışı ile kullanmıştır.
Bugün ise sırtı sıvazlanarak Türkiye'ye aynı görev verilmek üzeredir. Adı üstünde Davutoğlu'nun "Komşularla sıfır sorun" politikası rafa kaldırılmıştır.
Mustafa Reşit Paşa tıpkı günümüz siyasetçileri gibi küresel güçlerin referansı ile sadrazamlık görevine getirilmiştir. İngiltere istemiş ve Abdülmecit de mührü, Mustafa Reşit Paşa'nın eline tutuşturmuştur.
Mustafa Reşit Paşa gerçekten yenilikçi ve Osmanlı'nın çıkarları için çaba sarf eden bir kişi midir?
Koca Mustafa Paşa dedikleri bu adam Londra'da Lord Stratford'la yakın bir dostluk kurmuş ve Masonik kaynaklara göre 1830'lu yıllarda " TEKRİS" edilerek Masonluğa kabul edilmiştir. Tekris detayları aslında tüyler ürperten bir yemin törenidir.
Masonluk kapalı bir kutudur. Asıl amaçları elbette gizlidir. Asıl amaçlarını gizleyerek- ki bu amaç Rothchield ailesinin başını çektiği küresel dünya düzeni ile eş değerdedir.- iki kavramı materyalizm ve hümanizmi öne çıkarırlar.
Kökleri Tapınak Şövalyeleri ve Kabala'ya kadar dayanır. Tapınakçılar ve Kabalacılar önce Avrupa'da daha sonra dünyada sistemi değiştirmeyi amaçlamış ve " ULU GÖZ"ün denetlediği bir dünya sisteminin peşinde faaliyetlerini sürdürmüşlerdir.
Masonların ilk ciddi çıkış denemesi 1839 Tanzimat Fermanı ile başlamıştır.
İngiltere Büyükelçisi Lord Stratford Canning, M. Reşit Paşa'nın yakın dostu olduğu kadar, Sultan Abdülmecid'in de akıl hocası ve dostudur. Bu ikili özel görüşmelerinde İngiltere'den gelen talimat doğrultusunda Osmanlı'nın politikasına Büyük Britanya İmparatorluğu'nun mührü vurulmuştur. O yıllarda İngiliz gazetelerinin manşetlerinde şu başlığa sık, sık rastlanmaktadır.
"SULTAN DEMEK İNGİLİZ ELÇİSİ DEMEKTİR." (Eski ve Yeni tanzimat Elçileri- Nusret Otyam http://www.yasamdersleri.com)
Başta Sultan V. Murat olmak üzere Devlet-i Alî Osmanlı'nın bir çok paşası Hür Masonlar Locası'nın kadim üyeleri ve büyük biraderleridir.
Fatih Sultan Mehmet'in Cenevizli tüccarlara verdiği imtiyazların ardından, Kanuni'nin kapitülasyonları ve masonik Tanzimat Fermanı...
Fransız şarabından başka hiç bir şarabı ağzına sürmeyen, İngiliz elçisi görevini üstlenen bir padişah Dolmabahçe Sarayı'nda anıldı ise bunun tek sebebi vardır.
Bu tarihle yüzleşmek değil, arka sayfasında İngiliz Mührü bulunan teslimiyet belgesini hayata geçirmek ve Mason Localarını "ZARARLI" ilan edip, kapatan Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ten intikam almaktır.
Sadece emperyalizm ve onların işbirlikçileri değil, Osmanlı'yı ele geçiren Tapınak Şövalyeleri ve Yahudi felsefe kitabı Kabala'nın temsilcileri Masonlar da Atatürk'ün düşmanıdır.
Çünkü Atatürk sadece Bağımsızlık Savaşı'nın ardından Türk milletini istiklâle kavuşturmamış, O'nun bağımsızlık politikasını ve anti-emperyalist direnişini örnek alan bir çok Müslüman ülke, sömürgecilere karşı baş kaldırarak zafer kazanmışlardır. Müslüman ülkelerin toprakları hızla artış gösterirken, yayılmacı Haçlı emperyalizminin topraklarında azalma görülmüştür.
Emperyalizm, Masonlar, dinci, tarikatçı, cemaatçı, kendilerini "Yeni Osmanlı" kurgusuna kaptıranlar, küresel çetelerin para baronları, eşbaşkanlar, BOP'nin mimarları ve piyonları, "İleri Demokrasi" hayranları ve onların tüm işbirlikçileri Atatürk'e düşmandır.
Çünkü Atatürk dünya uluslarının sömürülmesine karşıdır.
Çünkü Atatürk İslam dininin ilme ve bilime dayanan en son din olduğunu söyleyerek, özellikle dini alet ederek yabancı devletlerle ilişki kurmanın yanlışlığını vurgulamaktadır.. Atatürk için bu tip davranışlarda bulunanlar, dini siyasete, ticarete, iç ve dış siyasete alet edenler mürtecidir.(1930- Adana-Türk Ocağı)
Bana kalırsa Devlet ve Türk milletinin her ferdi, hatta tüm "istikrar ve demokrasi" kandırması ile kan dökülen Libya, Mısır, Tunus ve Suriye halkı, tüm dünya ulusları bir tek kişiden özür dilemelidirler.
CHP'si, MHP'si, ADD'si ve benzeri tüm kuruluşlar da bu özür dileyişe katılmak zorundadırlar.
İşçi sınıfı, tüm emekçiler, meslek odaları;
Özellikle Türk kadınları ve öğretmenler Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ten özür dilemek zorundadırlar.
Çünkü bugün hedefin adı "Atatürksüz ve Türksüz Anayasa"dır.
Mustafa Kemal ve silah arkadaşları için idam fermanı çıkaran, "Katli vaciptir." fetvasının altına mührünü basan, İngilizlere sığınıp vatanını terk eden bir sultanın babası Dolmabahçe'de törenlerle anılmıştır.
Çünkü Türk milleti aralarındaki tüm farklılıkları öteleyerek, bir araya gelememiş, hâlâ birbirleri ile kavga etmeye devam etmişlerdir.
Türk milletinin baş tacı ettikleri ve iktidara getirdikleri " egemenliklerini geçici bile olsa teslim ettikleri Meclis" ve kişiler, miletin istiklâlini yabancı devletlerin dayatmalarına teslim etmişlerdir.
Bu süreçte Mustafa Kemal'in bize emanet ettiği "Türkler tarafından Türk budunu için yönetilen tam bağımsız Türkiye" yarı sömürge bir devlet haline gelmiştir.
O'na, ilke devrimlerine, emanetine sahip çıkmadığımız, çıkamadığımız ve O'nu çok sevip ama anlamadığımız için Atatürk'ten özür dilemeliyiz.
Ben Gazi Paşam'dan kendi adıma özür diliyorum.
O bizi af eder mi?
Eğer...
Figen ÖZEN, 29 Kasım 2011