Büyük Zafer
“Alparslan, Kılıçarslan, Cengiz Han, Timurlenk, Fatih, Yavuz, Kanuni, parlak zaferlerini devletlerinin yükselme devrinde kazandılar. Mustafa Kemal ise yenilmiş, yıkılmış, parçalanmış, idam hükmü giymiş bir devlette, mahvolmuş bir orduyu mahrumiyetler ve yoksulluklar içinde yeniden kurarak kesin zafere ulaştırdı.”
İktidarın, bir taraftan pandemiyi bahane ederek diğer taraftan Malazgirt'i öne çıkararak gölgelemeye çalıştığı “30 Ağustos Zafer Bayramı”nı coşkuyla kutladık. Her ne kadar iktidar farkında olmasa da 26-30 Ağustos 1922 arasındaki “Büyük Taarruz” ve “Başkomutan Meydan Muharebesi”, tarihimizin en büyük zaferlerinden biridir.
İşte bugün, Büyük Taarruz ve Başkomutan Meydan Muharebesi'nin neden “Büyük Zafer” olduğunu anlatacağım.
DIŞ CEPHE VE DİPLOMASİ
Atatürk, sadece süngüye dayanarak zafer kazanılamayacağının farkındaydı; kesin zafer için süngüden önce diplomasiye dayandı. Başarılı diplomasiyle bir taraftan karşısındaki birleşik cepheyi dağıtmaya, diğer taraftan milli cepheyi güçlendirmeye çalıştı. Sakarya Savaşı (1921) öncesinde ve sonrasında Sovyet Rusya, Fransa ve İtalya ile anlaştı. Fransa ve İtalya'nın çekilmesiyle düşman cephesi olabildiğince daraltıldı. Sovyet Rusya ile de milli cephe güçlendirildi. Böylece Ekim 1921'de TBMM'nin karşısında kuzeydeki Pontus İç Cephesi dışında yalnızca Batı Cephesi kaldı.
İşte o koşullarda Atatürk, bir kere daha diplomasiyi kullanmaya karar verdi. Şubat 1922'de Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal (Tengirşek) Bey'i Avrupa başkentlerine gönderdi. Ancak Yusuf Kemal Bey, Avrupa'dan eli boş döndü.
Sakarya Savaşı sonrasında İtilaf devletleri, Yunan ordularının Türk ordularıyla başa çıkamayacağını anlayınca Sevr Antlaşması'nı biraz yumuşatarak TBMM'ye kabul ettirmek istediler. Bu amaçla 22 Mart 1922'de Türk-Yunan taraflarına bir mütareke teklifinde bulundular. 26 Mart 1922'de de barış şartlarını bildirdiler. Barış şartları Sevr'den pek de farklı değildi. TBMM bu şartları kabul etmedi.
Atatürk, Büyük Taarruz öncesinde son bir kere daha diplomasiye başvuracaktı. Temmuz 1922'de, İçişleri Bakanı Fethi (Okyar) Bey Avrupa'ya gönderildi. Fethi Bey, Avrupa'daki temasları sonunda hükümete verdiği raporda tek yolun “askeri çözüm” olduğunu bildirdi. Başkomutan Atatürk, düşmanın barış yoluyla Anadolu'dan çekilmeyeceğine kanaat getirdikten sonra, dünyanın en meşru, en haklı saldırısı durumundaki “Büyük Taarruz”a karar verdi.
İç cephe ve muhaliflerin oyunları
Meclisteki muhalif İkinci Grup milletvekilleri, Sakarya Savaşı'ndan sonra aylar geçtiği halde taarruz edilmediği için Başkomutan Atatürk'ü eleştiriyordu. “Türk ordusu savunma yapabilir, ama taarruz edemez” diyorlardı. Başkomutan Atatürk, önce 1 Aralık 1921'de sonra da 4 Mart 1922'de bu eleştirilere mecliste cevap verdi.
Muhalifler, taarruzun geciktirildiği bahanesiyle Atatürk'ün başkomutanlığının uzatılmasını istemiyordu. İşte o koşullarda, 5 Mayıs 1922'de Atatürk'ün katılmadığı meclis görüşmelerinde Başkomutanlık Kanunu'nun reddedilmesi gündeme geldi. Kurtuluş Savaşı'nın en önemli aşamasında ordu başkomutansız kalmak üzereydi. Bunun üzerine 6 Mayıs 1922'deki görüşmelere katılan Atatürk, eleştirilere cevap verip milletvekillerini ikna etti. Atatürk konuşmasında, “Düşman karşısında bulunan ordumuz başsız bırakılamazdı. Bundan dolayı bırakmadım, bırakmam, bırakmayacağım” dedi. Yapılan oylamada Başkomutanlık Kanunu üçüncü kez uzatıldı.
Başkomutanlık Kanunu'nun uzatılmasına engel olamayan muhalifler, başka bir hamle yaptılar; 8 Temmuz 1922 tarihli bir kanunla Atatürk'ün Meclis Başkanlığı yetkilerini olabildiğince zayıflattılar.
Buna rağmen Atatürk meclisten asla vazgeçmedi; Büyük Zaferi meclisle, ortak akılla kazandı.
Taarruz hazırlıkları
Başkomutan Atatürk, 4 Mart 1922'deki meclis gizli oturumda şöyle dedi: “Ordumuzun kararı taarruzdur. Ama bunu geciktiriyoruz. Hazırlıklarımızı iyice bitirmek için daha zaman gereklidir. Yarım hazırlıklılarla, yarım tedbirlerle yapılacak taarruz, hiç taarruz etmemekten daha kötüdür…”
Büyük Taarruz hazırlığı 9 aydan fazla sürdü. Sakarya Savaşı'ndan hemen sonra 14/15 Eylül 1921'de gece yarısından itibaren geçerli olmak üzere seferberlik ilan edildi. Asker sayısı arttırıldı. Böylece Büyük Taarruz öncesinde Batı Cephesi'nde ilk kez 200 bin civarında asker toplandı. 14 Ocak 1922'de “Harp Encümeni” (Savaş Kurulu) kuruldu. Taarruz için gereken hazırlıkları bu encümen yaptı. Cepheye cephane, araç, gereç, yiyecek vb. taşımak için “Askeri Taşıma Yükümlülüğü Yasası” çıkarıldı. Af yasalarıyla vatana ihanet ve yüz kızartıcı suçlar hariç cezalarının üçte birini çekmiş olan mahkûmlar serbest bırakıldı. Ayrıca tarımla uğraşan ve toprak sahibi olan yükümlüler üç ay süreyle hapisten çıkarıldı. İstanbul'daki yeraltı örgütleri İstanbul'dan Anadolu'ya ciddi miktarlarda silah, cephane, savaş araç gereci kaçırdı. İmalatı Harbiye atölyelerinde farklı toplar ve cephaneler eldeki silahlara uyduruldu. Eskişehir, Adapazarı ve Ankara'daki imalathanelerde ordunun kasatura, bomba, fişek, kılıç ihtiyaçları karşılandı. El-cezire Cephesi ve Doğu Cephesi'nden Batı Cephesi'ne önemli miktarlarda silah cephane sevk edildi. Sovyet Rusya'dan silah ve cephane alındı. Ayrıca Almanya ve İtalya'dan bir miktar silah, cephane ve birkaç uçak, Fransa'dan ise 1000 hafif makineli tüfek ile 150 kamyon ve birkaç uçak satın alındı. Cephane taşımak için oluşturulan kağnı kollarının sayısı arttırıldı. Ordunun yiyecek ihtiyacı için ambarlar oluşturuldu. Ordunun çarığa ihtiyacı vardı. 16 Ağustos 1922'de İsmet Paşa, özellikle “çarık” istedi. 200 bin askerin ancak yarısı tam asker kılığındaydı. Ötekiler memleketlerinden geldikleri gibi giyinmişlerdi.
Başkomutanın taarruz güncesi
Başkomutan Atatürk, başından sonuna kadar Büyük Taarruz'un her aşamasını bizzat planlayıp yönetti. Mart-Nisan 1922'de 4 haftasını cephede geçirdi. 13 Haziran 1922'de Sarıköy İstasyonu'nda İsmet Paşa ile görüştü. O görüşmede taarruzun ağustos sonunda yapılması kararlaştırıldı. Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa, Haziran 1922 sonunda bir savaş plan hazırladı.
Başkomutan, 24 Temmuz 1922'de İngiliz General Townshend ile görüşme bahanesiyle Konya'ya gitti. Oradan bir futbol maçını izleme bahanesiyle Akşehir'e geçti. 27 Temmuz 1922'de Akşehir toplantısında komutanlarla taarruz planını görüştü. Görüşmede Yakup Şevki Paşa'nın itirazları üzerine Atatürk, “Tüm sorumluluğu üzerime alıyorum” diyerek planın uygulanmasına karar verdi. Düşman karşısında kuvvet üstünlüğüne sahip olmayan Başkomutan, tüm gücüyle Yunan ordusunun en stratejik kanadına güneyden saldıracaktı. Bunun için 40 km.'lik bir cephe derinliğinde yaklaşık 105 bin asker yığdı. Asıl savaş alanı olarak Afyonkarahisar, Altıntaş, Dumlupınar üçgeni seçildi.
6 Ağustos 1922'de İsmet Paşa gizlice ordu komutanlarına taarruza hazırlık emri verdi. Aynı gün Ankara'ya dönen Atatürk, taarruz kararını Bakanlar Kurulu'na açıkladı. 14 Ağustos 1920'de birlikleri gizlice cephenin güneyine kaydırmaya başladı. Yunan'ın ruhu bile duymadan yaklaşık 100 bin asker Afyon'un güneyinde toplandı.
17 Ağustos 1922'de Başkomutan gizlice Ankara'dan cepheye hareket etti. Düşmanı yanıltmak için 20 Ağustos 1922'de Hâkimiyeti Milliye Gazetesi, Atatürk'ün 21 Ağustos Pazartesi öğleden sonra Çankaya Köşkü'nde çay ziyafeti vereceğini yazdı. Oysa Başkomutan, 20 Ağustos 1922'de Akşehir'de ordu komutanlarıyla bir toplantıdaydı. Toplantıya mareşal üniformasıyla katılarak taarruz emrini verdi.
24 Ağustos 1922'de Başkomutanlık, Genelkurmay Başkanlığı ve Batı Cephesi Komutanlığı Afyon güneyindeki Şuhut'a taşındı. Aynı gece Türk birlikleri, derin bir sessizlik içinde cepheye yaklaştırıldı. 25 Ağustos 1922'de karargâhlar, Kocatepe'nin güneyindeki Çadırlı ordugâha geçti. Aynı gün Başkomutan'ın emriyle İstanbul ve dış dünya ile her türlü haberleşme kesildi, sınırlar kapatıldı.
26 Ağustos 1922 sabahı saat 04.00'te Başkomutan Atatürk, Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa ve Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa, at sırtında Kocatepe'ye hareket ettiler. Saat 05.00'de gözetleme yerine geldiler. Saat 05.30'da topçu ateşiyle Büyük Taarruz başladı.
Başkomutan bizzat cephedeydi. 20 Ağustos 1922'de Akşehir'e, 24 Ağustos'ta Şuhut'a, 26 Ağustos sabahı Kocatepe'ye, 27 Ağustos'ta Afyonkarahisar'a ve 30 Ağustos'ta da Zafertepe'ye giderek savaşı fiilen sevk ve idare etti.
30 Ağustos 1922'de Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa 2. Ordu Karargâhı'na, Başkomutan Atatürk, I. Ordu Karargâhı'na gittiler. Başkomutan Çalköy yakınlarında karargâh kurdu. Burası, düşmanın mevzilerinin çok yakınında bir yerdi. 30 Ağustos 1922'de Çalköy'ün doğusunda, bizzat birinci hatta, 11. Tümen yanında savaşı komuta etti.
Başkomutan Atatürk'ün ifadesiyle Büyük Taarruz, “Afyonkarahisar, Altıntaş, Dumlupınar arasında büyük bir meydan savaşı halinde 5 gün, 5 gece sürdü.”
Zaferin Büyüklüğünü Anlamak
Büyük Taarruz sırasında karşı karşıya gelen kuvvet miktarları şöyledir.
Türk ordusu: 8659 subay +199283 er = 207942 insan, 100352 tüfek, 2025 hafif makineli tüfek, 839 ağır makineli tüfek, 323 top, 5282 kılıç, 10 uçak, 198 kamyon, 35 otomobil.
Yunan ordusu: 6565 subay +218432 er = 224997 insan, 90 bin tüfek, 3139 hafif makineli tüfek, 1280 ağır makineli tüfek, 418 top, 1280 kılıç, 50 uçak, 4036 kamyon, 1770 otomobil.
Buna göre Yunan ordusu 17055 insan, 1114 hafif makineli, 441 ağır makineli, 95 top, 40 uçak, 3838 kamyon, 1740 otomobil daha fazladır.
Büyük Taarruz, 5 gün 5 gece içinde 400 bini aşkın askerin karşı karşıya geldiği mahşeri bir savaştır.
26 Ağustos-18 Eylül 1922 arasında Türk ordusunun toplam kaybı şöyledir: 2543 şehit (146'sı subay) + 9977 yaralı (378'i subay) + 55 tutsak (2'si subay) = Toplam kayıp: 12575.
Yunan askeri tarihine göre Yunan ordusunun toplam kaybı -20 bin civarındaki esir hariç- yaklaşık olarak 121500 kişidir.
Türk ordusu, Yunan ordusuna on kattan fazla kayıp verdirdi. Tarihte bu kadar kesin sonuçlu zafer yok denecek kadar azdır.
Savaşta Yunan ordusu 418 topun 365'ini kaybetti. Yunan ordusunun I. Kolordu Komutanı General Trikopis, 2. Kolordu Komutanı General Digenis, 4. Tümen Komutanı General Dimaras, 11. Tümen Komutanı General Kladas, 12. Tümen Komutanı Albay Kalidopulos, 13. Tümen Komutanı Albay Kaibalis ile 1 ve 2. Kolordu Kurmay Başkanları esir alındı.
Yunan kaynaklarının “Küçük Asya Felaketi” (Mikroasyatiki Katastrofi) dedikleri Büyük Zafer sonrasında Yunanistan'da darbe oldu. Yenilginin sorumlularından Kral Konstantin tahtını bırakıp kaçtı. 28 Kasım 1922'de eski Başbakan Gunaris, eski Bakanlar Teodakis, Baltacis, Stratos, Protopapadakis ve eski Başkomutan Hacı Anesti -madalyaları sökülerek- kurşuna dizildi. Amiral Gudas, General Stratigos müebbet hapse çarptırıldı. Eski 2. Kolordu Komutanı General Prens Andrea ordudan atıldı, mallarına el konuldu, ülkeden ayrıldı. İzmir Genel Valisi Stergiyadis Fransa'ya kaçarak canını kurtardı. Yunanistan tam 14 yıl kendine gelemedi. Bu sürede 7 darbe oldu. 19 defa hükümet, 3 defa rejim değişti. 17 Ekim 1922'de -Anadolu hareketinde Yunanistan'ı destekleyen- İngiltere Başbakanı Lloyd George istifa etmek zorunda kaldı.
Türkiye'yi bağımsızlığına kavuşturan, Yunanistan'ı altüst eden, İngiltere'de hükümeti deviren Büyük Zafer, Hindistan başta olmak üzere emperyalizm karşısında ezilen sömürülen milletlerin bağımsızlık umudu oldu.
Orgeneral Ali Fuat Erden şöyle diyor: “Alparslan, Kılıçarslan, Cengiz Han, Timurlenk, Fatih, Yavuz, Kanuni, parlak zaferlerini devletlerinin yükselme devrinde kazandılar. Mustafa Kemal ise yenilmiş, yıkılmış, parçalanmış, idam hükmü giymiş bir devlette, mahvolmuş bir orduyu mahrumiyetler ve yoksulluklar içinde yeniden kurarak kesin zafere ulaştırdı.” Üstelik Atatürk, Büyük Zaferi kazanırken sadece dış düşmana karşı değil, saraya/sultana, yerli işbirlikçilere karşı da mücadele etmek zorunda kaldı.
Diyeceğim o ki, Büyük Zafer, gerçekleştiği koşullar, kazanılma biçimi ve sonuçları itibarıyla tarihimizin en önemli zaferidir. Başka zaferlere benzemez.
Kutlu olsun!
Sinan MEYDAN, 31 Ağustos 2020
https://twitter.com/smeydan