
İsmini duyduğum fakat hakkında detaylı bilgi sahibi olmadığım 28. Mehmet Çelebi ile tanışmamız! üniversite yıllarına rastlar. Avrupa Tarihi ile ilgili araştırmalar yaparken “Paris Sefaretnamesi” isimli eseri oldukça faydalı olmuştu. Kendisi Osmanlının ilk “sefir”i yani elçisidir. 1720 yılında gittiği Paris’te gördüklerini bu eserinde oldukça detaylı anlatmıştır. Tabii ki o dönemde Osmanlı’da bir batı (Fransa) hayranlığından bahsetmek mümkün. İşte bu yüzdendir ki gördüklerini olumlu bir dille ve hayranlıkla dile getirmiştir. Olumsuzluklarını ise ayrıntı olmaktan çıkarıp, burada dile getirmek gerekiyor sanırım. Sonuçta batıyı kendisine örnek alan bir nesle bu ayrıntıları göstermeyi kendimize vazife saymalıyız; tabii okurlarsa…
Şemsiye, parfüm ve topuklu ayakkabılardan bahsedelim isterseniz. Hani yağmurdan korunmak için kullandığımız şemsiye, hoş koku yaymak için kullandığımız parfüm, kadınların çekici görünmek için giydikleri topuklu ayakkabı… Bunlar medeniyetin beşiği saydığımız Fransa’nın bulduğu materyaller. Çok değil bundan iki yüz yıl öncesinde hem de…
İsterseniz niçin kullanılmaya başladıklarından bahsedelim. 1700’lü yıllarda Avrupa’da ve özellikle de Fransa’da -biz de binlerce yıldır var olan- “tuvalet kültürü” henüz yoktu. İnsanlar tuvaletlerini bir kap ya da poşete yapıp pencereden aşağıya boca etmekteydiler. Evet, tuvalet kültüründen yoksun Fransızların yaptıkları tam da buydu. Salonda otururken aile efradının yanında yapılan bu dışkılar –günümüzde lazımlık dediğimiz- şeylerle cadde ortasına pencereden atılırdı.
28. Mehmet Çelebi’nin hayranlıkla bahsettiği çok katlı binalardan aşağı süzülen bu dışkılar, sizinde tahmin edeceğiniz üzere sokaktan geçen insanların başlarına denk gelmekteydi. İşte sırf yukardan gelenlerden korunmak için halk “şemsiye”yi bulup kullanmak zorunda kalmıştır.
Tabii ki sorun bununla bitmiyor ki… Sokakların ne hale geldiğini gözünüzün önüne getirseniz topuklu ayakkabının neden kullanılmaya başlandığını açıklamamıza gerek kalmaz sanırım. Bu da topuklu ayakkabının günümüze gelmeden önce ki yolculuğuydu…
Yine bizde Uygurlarla birlikte yerleşik yaşama geçilmesiyle beraber, yaklaşık iki bin yıldır var olan “hamam” ya da “banyo” kültürü Avrupalıların oldukça yabancı oldukları kavramlardır. Şöyle bir düşünün bizim kültürümüzde “küvet” var mıydı son 50 – 100 yıla kadar? İşte Fransızlar hayatlarında bir elin parmağını geçmeyecek kadar az banyo yapan insanlardı… Ve artık insanların bu kokuları öylesine rahatsız edici boyuta ulaşmıştı ki, bertaraf etmek için üzerlerine sürdükleri parfümü icat etmişlerdir. Bunu da ölü insanların yağlarından elde edilen karışımlarla…
Bu konuyla ilgili bazı tarih kitaplarında yer alan anekdot ise oldukça güldürücü, örnek aldığımız batıyı tanıtması açısından da gayet düşündürücüdür… Bahsettiğimiz dönemlerde Osmanlı Devleti’nde düzenlenen protokole katılan Fransız Kralı öylesine kötü kokmaktaymış ki, Osmanlı Padişahı kürsüde konuşamamış ve vezirini çağırmış. Derhal Fransız Kralının Türk Hamamında yıkanması emrini vermiş. Kral, Türk Hamamında bir güzel yıkanıp keselendikten sonra temiz kıyafetlerle padişahın bulunduğu odaya girmiş ve şu cümleleri söylemiş:
“Yıkanmak gerçekten insanı rahatlatıyormuş. Yılda bir (!) defa yapsak hiç fena olmaz…”
Ömer YILDIZ ( Yazıları Facebook’tan takip etmek için : http://www.facebook.com/mryldz46 )
Mail adresi: mr_yldz@hotmail.com