Çankaya'ya Erdoğan Olmaz, Olamaz! Çankaya'ya Erdoğan Yakışmaz!
Yerel seçimlerden arta kalan gergin ortam henüz yatışmadan Ağustos ayındaki Cumhurbaşkanı seçimlerine ilişkin tartışmalar gün geçtikçe hızlanıyor. Dost ve yandaşları, topluma 12. Cumhurbaşkanı olarak Başbakan Erdoğan'ı telkin etmeye çalışırlarken, Cumhurbaşkanı Gül de "durun bakalım, kendi kendinize gelin güveyi olmayın" gibisinden ansızın "benim ne söyleyeceğim önemli olacak" deyiverdi.
Söylenti çeşitli! Putin ile Medvedew'in Rusya Federasyonu'ndaki otokratik rejime yakışır koltuk değiş tokuşunu çağrıştırırcasına, Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında, üstelik de milletin gözü önünde görev takası olasılığından söz ediliyor. Egemen millet değilmiş de sanki ülke sorgusuz sualsiz üzerinde her türlü tasarrufun yapışabileceği babadan kalma bir mirasmış gibi! Ne de olsa "Şark"'lıyız işte!
Aslında Çankaya Başbakan Erdoğan'ın on yedi yıllık rüyasıdır. 1997 yılında Siirt'te sözde Mehmet Akif Ersoy'dan okuduğu, gerçekte halkı tahrik edecek kadar değiştirilmiş, üstelik de hakaret içeren bir şiirden dolayı 1999'da dört aylığına Kırklareli'nin Pınarbaşı cezaevinde yatarken "Başbakanlık koltuğuna oturmadan ölürsem gözüm arkada kalır. Allah nasip ederse bir nihai hedefim Çankaya Köşkü'ne çıkmaktır" demişti.
Ama gerçekte buna olanak yok! Neden mi? Başbakanın kimlik ve kişiliğine ışık tutan, son oniki yılda döktüğü incileri anımsamak yeter. Yalnızca birkaçı:
Tarımdaki girdilerden yakınan bir çiftçiye: "Lan bana Anayasa'yı öğretme… Terbiyesizlik yapma lan... Hadi ananı da al, git buradan." Bir Başbakan mı konuşuyor, yoksa bir bıçkın, bir kabadayı mı? Ne dersiniz? Sizce hangisi?
Bir salon toplantısında "çocuğum işsiz" diye bağıran bir babaya: "Senin oğlun da işsiz kalsın... Otur, otur..." Öyle ya, vatandaşın işsiz oğlunun da Bilâl Erdoğan gibi altı gemiciği ile bir ayakkabı kutusu dolu Dolar'la parası olacak diye bir sorumluluk ya da yükümlülüğü yok ki Başbakan'ın!
"Biz bakkal dükkanı değil Türkiye'yi yönetiyoruz!" İşletiyoruz demesi daha doğru olmaz mıydı acaba?
Atatürk: "Beni Türk hekimlerine emanet ediniz." Erdoğan: "Türk hekimine iğne yaptırmam!" Ama kamu oyundan sır gıbı saklanan bağırsak ameliyatı ile tamamlayıcı ikincisini yine de Türk hekimleri yaptılar. Erdoğan'ın iyi anlayacağı dille: Sen ne büyüksün Tanrım!"
Balıkesir'deki bir toplantıda şehit cenazesi görmek istemediklerini söyleyen bir vatandaşa: "Askerlik yan gelip yatma yeri değildir." Ama, milyonlarca dolarlık işlerinin yanı sıra armatörlük de yapan sapasağlam bir evlada verilen %60 oranındaki çürük raporuyla vatanî görevden yan çizmek yeri de hiç değildir asker ocağı!
"Bitaraf olan bertaraf olur." Yani ya bizden olursun, ya da ortadan kaldırılır yok edilirsin! Zulümleriyle ünlü Roma imparatorlarından Caligula, Caracalla ya da Commodus musunuz, nesiniz Allah aşkına?
"ABD'de özgürlük anlayışı var ama benim ülkemde yok." Bir ABD gezisinde ülkesini Amerikan kamu oyuna şikayet eden bir Başbakan daha görülmüş müdür?
"Referansımız islamdır. Tek hedefimiz İslam devletidir." Fas'tan Afganistan'a kadar uzanan halkı Müslüman devletlerin durumu ortada. Bunlardan Kuzey Afrika ve Orta Doğu coğrafyasında yer alanlar Haçlı Seferleri'ni andıran, Washington tasarımı emperyalist Büyük Orta Doğu projesi (BOB)'un alt dosyalarından "Arap Baharı"'nın onbinlerle kurbanı oldular. Başbakan işte bu (BOP)'ta eşbaşkan olmakla övünüp gururlanıyordu. Şimdilerde adını bile ağzına almıyor. Acap nedendir?
Ancak Irak savaşı sırasında Başbakan Erdoğan: "Kahraman genç kadın ve erkek Amerikan askerlerinin, olabilecek en az kayıpla evlerine dönmeleri için dua ediyorum." Ama, PKK ile çarpışırken şehit düşen kahraman Türk askerlerini de "Ocalan'ın aldığı kelleler!" tanımlamasıyla nitelendirmekte ne yazık ki bir sakınca görmedi. Lanet(!) olsun demek var. Ancak, Tanrı üç semavi dinde de "öç benimdir, kötülüğün karşılığını ben vereceğim!" buyurmaktadır. Sabır Ya Rab!
Kapatılmış Refah Partisi'nin 1994 yılındaki bir toplantısında: "Hem laik, hem Müslüman olunmaz. Ya Müslüman olacaksın, ya laik. İkisi bir arada olamaz, mümkün değil, Olursa ters mıknatıslanma yapar." Evet, Refah Partisi ile mirasçıları gibi gerici ve tutucu partilerin yaşam felsefesinde laiklik dinsizlik demek olduğu için laik ve köktendinci anlayış bir arada olamaz. Ayrıca, "laik" ve "Müslüman" sözcükleri pozitif kavramlardır. Ne "pozitif" ve "negatif" enerji gibi brbirlerini çeker, ne de iterler. Nötrdürler! O halde Başbakan Erdoğan'ın bu ters mıknatıslama icadı neyin nesidir? Düpedüz bilgiçlik değil mi?
Yine bir siyasi toplantıda neredeyse kendinden geçercesine ve yüksek perdeden: "Tutturmuşlar laiklik elden gidiyor, diye!.. Yahu bu millet istedikten sonra laiklik tabii elden gidecek yahu!.." Ancak, ülke çapındaki Cumhuriyet mitingleri ile "Gezi Parkı" protestoları ve büyük küçük sayısız kentte yüzbinlerle meydanları sokakları dolduran mahşeri kalabalıklar gericilerin bütün çabalarına rağmen devlet yönetiminde herhangi bir dinin referans alınmamasını ve devletin dinler karşısında tarafsız olmasını öngören laiklik ilkesine milletin sahip çıktığını göstermektedir; karşıtları bunun aksi için ne kadar yırtınsalar da!
Milletlerarası bir toplantıda: "Ben laik değilim, devlet laik!" Şimdiye kadar söylediği en doğru biricik söz!
Refah'ın bir kapalı salon mitinginde: "<Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir> lafı yalan; bak(!), koskoca bir yalan!.. egemenlik kayıtsız şartsız Allah’ındır." Pekâlâ, 2011 yılındaki genel seçimler kampanyasında söylediği şu sözlere ne demeli? "Kayıtsız şartsız egemenlik milletindir. Bunun tartışması olur mu?" Hani ya kayıtsız şartsız Allah'ındı? Ne oldu? İktidar ve ikbal uğrunda çıkartılan "Milli Görüş" gömleği gibi seçimlerde de sırf oy için iman ve inanç mı değiştirildi?
Hoş çelişkileri saymakla bitmez ya! Örneğin, "… biz her türlü milliyetçiliği, ayaklarının altına almış bir iktidarız" der ama seçim kampanyası gibi işine geldiği yer ve zamanda da -kendi düşüncesine göre- "öfkenin sanat olduğu" konuşma üslubuyla sözcükleri lastik gibi hece hece çekip uzatarak, "tek devlet, tek bayrak, tek millet ve tek vatan!" demekten de geri kalmaz. Ne var ki o milletin "Türk" olan adını bir kerecik olsun telaffuz etmediği gibi Gazi Mustafa Kemal der de ölse Atatürk demez! Sonra da Çankaya'ya çıkmak ha?!
Çift kişilikli 1 olma ihtimaline işaret eden bir başka belirgin çelişki: "Ben gelişerek değiştim." Başbakanlığının dördüncü yılında: "Ben hiçbir zaman değişmedim. İslâmî fikirler değişmez." Allah yardımcısı olsun, ne diyelim?
Sık kullandığı takiye 2 taktiğinin kanıtlarından ikisi; "Demokrasi bizim için bir amaç değil, araçtır. Amacımıza ulaşana kadar demokrasiye bağlıyız." Ve devamında: "Demokrasi bizim için bir tramvaydır. İstediğimiz durağa gelince ineriz." Gizlenilmesine çalışılan gerçek niyet bundan daha belirgin biçimde açığa vurulamaz!
Başbakan Erdoğan'ın niçin Çankaya'ya yakışmayacağını kanıtlayan düşüncelerinden bir başkası; maskenin düştüğü an: "Türkiye kendine din olarak Kemalizm'i almış ve başka hiçbir dine hayat hakkı tanımayarak kitlelere zorla dikte etmiştir... Türkiye'nin yarınında artık Kemalizm'e ve Kemalizm benzeri rejimlere, sistemlere yer yoktur. Kemalizm'in yeniden kendini üretmesi söz konusu değildir. Bizim için en üst belirleyici, İslam'ın etkileridir. Her şey ona göre belirlenir." Düpedüz nankörlük! Çünkü Sayın Erdoğan O'nun sayesinde özgür yaşıdığı gibi O'nun kurduğu Cumhuriyet'te de Başbakan!
Daha çok var ama bu yazıda sınırsız densizliğin bir sonuncu örneği: "Yolumuzun ortasında inek (Atatürk İlke ve Devrimleri) oturmuş, yolumuzu kapatıyor, menzile ulaşmamızı engelliyor. İneği yolumuzdan önce lafla, usul usul, sonra evelallah sizlerin yardımlarıyla, artık nasıl olursa, nasıl denk gelirse kaldıracağız." Altmış küsur yıldır uğraşıyorsunuz, boşuna! Anlasanıza nihayet!
"Cumhurbaşkanı'nın imam hatipli olacağı günler yakındır" söylemine kendisi her ne kadar inanıyorsa da, Türk milleti ne aptaldır ne de kör! Hele de mızrağın çuvala sığmadığı 17 Aralık'tan sonra! Asıl aptal olanlar, ellerinde dev aynası, küçük dağları kendilerinin yarattıklarına inanan ve herkesi kör, alemi de sersem sananlardır.
Gittikçe güçleşen, içinde bulunduğumuz iç ve dış politika koşullarında Yüce Atatürk'ün makamı oraya layık bir Türk millîyetçisini gerektirmektedir. Cennetmekân ruhunun gözettiği o makama bir Türk millietçisi yakışır! Bu, pekâlâ ehil bir hanım yurtdaşımız da olabilir! Şövenizmden uzak, yani yıkıcı üstünlük duygusundan arınmış; demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti toplumunun esenlik ve mutluluğu ile ülkenin çıkarlarını kıskançlıkla gözeten, bugünkü gibi bölücü değil birleştirici, bütün etnik ögeleriyle toplumu kucaklayacak yurtsever bir Türk milliyetçisi! Ağustos 2004'teki Gürcistan ziyareti sırasında "Ben de Gürcüyüm, ailem Batum'dan Rize'ye göç etmiş bir Gürcü ailesidir." diyen ve anlamadıklarını kötüleyen kafası karışık, çetrefil birisi değil!
1 Split personality, bölünmüş kişilik. "Göründüğün gibi ol, olduğun gibi görün"'ün tam tersi.
2 Olduğundan farklı görünme, gizleme, gerçek kişiliği saklama.
E. Fuat TEKÇE, 17 Nisan 2014