Büyük Türk-Moğol imparatoru Cengiz Han’ın (ölümü. M.S.1227) büyük Yasası, tarihin kaydettiği en sert yasalardan biridir. Fakat Yasada öyle bazı konular da vardır ki kural konulmuş ise de müeyyidesi (kural çiğnendiğinde uygulanacak yaptırım yani ceza) yoktur. Sözgelimi Tanrı ve dinler konusundaki maddeleri böyledir:
1. Madde: “ Kainatın yaratıcısı bir tek Tanrı’dır; ona inanılmalıdır.”
2. Madde: “Tanrı’ya ulaşmada birer vasıta olduğu için her dine aynı hoşgörü ile muamele edilmelidir.”
Dikkat ederseniz birincisinde tavsiye vardır, zorlama, zorla inandırma yahut insanlara bir inancı zorla benimsetmek diye bir şey yoktur. Peki neden? Çünkü Cengiz Han da, Yasayı kaleme alan bitikçileri de* insanların gerçekte neye inanıp neye inanmadıklarını tespit edebilecek bir aletin bulunmadığını pekala biliyorlardı. O sebeple de gayet akılcı düşünerek böyle tavsiyeden ileri geçmeyen bir madde koymakla yetinmişlerdi.
İkinci maddeden çok açıklıkla görülen anlayış ise bugün adına laiklik dediğimiz anlayıştır ve hatta ondan bile ileridir. Çünkü bugün Avrupa’nın ve dünyanın pek çok ileri ülkesi laikliği benimsemiş oldukları halde, oralarda bile hala din ve mezhep çatışmaları veya en azından ayrımcılığı, başka dinlere karşı zaman zaman nefrete varan önyargılı yaklaşımlar söz konusudur.
Cengiz Han Türklerin eski inançları olan Gök-Tanrı inancına mensuptu, o inanca mensup olanlar ise bugün bile akla ve bilime değer veriyorlar, insanlara zorla bir inancı benimsetmeye çalışmıyorlar. O inanca mensup olanların hala ne mabetleri vardır ne de propagandacı rahipleri yahut misyonerleri. Bu sebeple Türklerin bu eski inancının bir din olup olmadığı bile tartışmalıdır.
Akılcılık öylesine yerleşmiş ve kökleşmiş bir anlayış idi ki, aynı Cengiz Hanın torunu ve İlhanlıların ilk hükümdarı Hülegu, Halep Meliki Melik-ün Nasr’a yazdığı mektubunun bir yerinde, “AKILLARIMIZ DAĞLAR GİBİ SAĞLAMDIR!” diye övünüyordu.
Kazım Karabekir Paşa Birinci Dünya Savaşı sonlarında ve istiklal Harbinin başlarında Erzurum’da Kolordu komutanı olarak görev yapmaktadır. Kolordu’nun istihbarat subayları Erzurum şehir merkezinde bir Rus casusunu yakalarlar, onu tanıyanlar casusu vermemek için kıyamet koparırlar. Casusu alıp götürmek hayli müşkül bir mesele halini alır. Çünkü Mahalleli " bırakın oni, Müslüman oldi, ne istirsiz adamdan?" diye öfkeyle bağırıp çağırırlar, Rus’u vermek istemezler. Bu da yetmez, o Rus casusunu aklamak ve kurtarmak için Mahallesindeki halk toplanıp Paşanın karargahına giderler. Paşa da İstiklâl Harbimiz adlı kitabında bu olayı hatırlayarak şunları yazar:
"Geçen sene Erzurum'da yakaladığımız Müslüman olmuş Rus casusunu temize çıkarmak için karagahıma gelen mahalle halkının hallerine bakıp şunu kaydetmiştim:
Ey Türk oğlu! Sen pek sâfsın, seni herkes aldattı! Erdim diyen, döndüm diyen çemberinden atlattı!" [Kâzım KARABEKİR, İstiklâl Harbimiz, sf. 300]
Kazım Karabekir Paşa'nın "Birinci Cihan Harbine Nasıl Girdik" adlı eserinde de İngiliz gizli servisinin daha küçük yaşlarda Müslümanların içine yerleştirdiği ve zamanla pek çoğu Şeyh unvanı almış ajanların uzun bir listesi vardır. O büyük savaşa girdiğimiz sıralarda Kazım Karabekir Osmanlı Genelkurmayında İstihbarat Şube Müdürüdür.
Bu ibret verici örnekler daha da çoğaltılabilir, ama bunlar ve benzeri bütün olaylarda saf ve masum Türklerin ve hatta diğer Müslümanların kolayca aldatılmış olmalarının temel sebebi, dinsel doğmatizme dayalı anlayışların ve dini taassubun insanları akılcılıktan olabildiğince uzaklaştırıp önce nakilciliğe ve sonra da şekilciliğe mahkum etmesidir. Zaten taassup koyu bir şekilperestlikten başka bir şey değildir.
Türk Bilge Kağan bundan bin dört yüz yıl kadar önce bengü taşlara kazıttığı sözlerinde Türk milletine, “Türk budun, ökün!” diye sesleniyordu. Ökün kelimesi günümüz Türkçesine “aklını başına topla, düşün, kendine gel, pişman ol!” diye çevrilmektedir ve birilerinin uydurduğu titremekle de hiçbir ilgisi bulunmamaktadır. Kaldı ki bizim ökünmek için titremeye ihtiyacımız da yoktur, sağlam bir akıl ve irade bunun için yeterlidir.
Bunca yıldır titredikleri halde hala kendine gelemeyenler varsa şunu iyi bilin ki onlar Dinzaiyi fazla kaçıranlardır, başlarına ne geldiğini anlayamadan da zayi olup gideceklerdir.
* Bitikçi: O günkü Türkçede Yazıcı demektir ki tamamı Müslüman Uygur Türklerinden oluşuyordu.
Hanifi ALTAŞ