"CHP’yi Bitirme Planı"

Tartışma Alanı

"CHP’yi Bitirme Planı"

İletigönderen bezgin » Pzr Ara 06, 2009 0:56

CIA’nın "CHP’yi Tasfiye Planı"

Giriş

Ziverbey Köşkü işkencecilerinin CHP’yi suçlamak için özel bir çaba içinde olduklarını algılamam, sorunun daha da üzerine gitmeye zorladı beni.

Bu nedenle 12 Mart döneminin onbinlerce sayfa tutan dava dosyalarını araştırdım. Özet bir sonuca vardım ve bunu 1975 yılında savunmamla birlikte Sıkıyönetim Mahkemesi’nde açıkladım. Kanıma göre ABD emperyalizmini 12 Mart yarı askeri darbesi tatmin etmemişti. İlerde bir dönem gelecek; 27 Mayıs tam tasfiye edilecek, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin radikal kesimi tam tasfiye edilecek, CHP kapatılacak, Atatürkçü demokratik sol görüş tasfiye edilecek ve faşist bir düzen kurulacaktı.

Nitekim beş yıl sonra 1980 askeri darbesi tahminimi bütünüyle doğruladı.

Neden CHP düşman seçilmişti? Çünkü, antikomünist görüşle beyinleri yıkananlar için, sosyalizm ile sosyaldemokrasi koşuttu. Bu nedenle Ecevit ve CHP’nin üzerine gidiliyordu.

Nitekim ÖHD’de görev yapmış emekli Yarbay Hüseyin Yakış bir gazeteye yaptığı açıklamada “ÖHD Türk toplumunun ÖHD’si olma vasfını kaybetti. Çünkü kuruluşunda sağcı bir temel üzerine kuruldu. Mukavemet personeline dersler verilirken bazı sözler söylenmiştir. Örneğin, komünist mihraklar vardır, bunlar dernekler, sendikalar, siyasi partilerdir, hatta bunlar içinde Atatürk’ün kurduğu parti de var. Böylece belirli bir siyasi görüşün ideolojisine sahip çıkmış görünmektedir.”

Yakış, örgütün içinden gelen çok önemli bir tanıktır. CHP’yi suçlayıcı dersler verildiğini açıklamaktadır. Buna karşın örgüt elemanlarına benimsetilmeye çalışılan ideoloji faşizm ile bağdaştırılabilir. Demokrasi ile yönetildiği iddia edilen ülkelerde, faşist anlayışla yetiştirilen örgütlere yer verilmesi nasıl açıklanabilir?

Bu anlayışın benimsetildiği paramiliter örgütler, partiler ve militanlar CHP’yi ve CHP’lileri Gayrinizami Savaş kapsamında “İç Komünistler” olarak kabul etmiş ve onlarla mücadele etmeyi “vatanseverlik” saymışlardır. AP’nin de bu anlayışa, o dönemde, destek verdiğini görüyoruz. Emekli olduktan sonra AP tarafından İstanbul’dan Senatör adayı gösterilen Org. Türün seçilemeyince, daha sonra Manisa milletvekili adayı gösterildi. Bu kişi yaptığı seçim konuşmasında CHP’yi “komünizm ve anarşinin destekçisi ve teşvikçisi olmak”la suçladı. Türün’ün açıklaması, 1975 yılında öne sürdüğüm “CHP kapatılacak” savımın iki yıl sonra doğrulanması anlamına geldiği gibi, Ziverbey İşkence Köşkü’nün ne amaçla kurulduğunu gösterecek bir denek taşı kabul edilmelidir.

Kuşkusuz bu görüşte Türün yalnız değildi. Nitekim Demirel de aynı dönemde “Cumhuriyet Halk Partisi’ni anarşi ve komünizmi sessizce teşvik etmekle” suçlamakta ve Türün’ü savunmaktadır: “Halk Partisi Genel Başkanı devletin verdiği görevi şerefle yapan İstanbul eski Sıkıyönetim Komutanını faşist ilan ediyor, böylece Halk Partisi Genel Başkanı’nın maskesi bir defa daha düşmüştür. Faşist dediği general ne yapmıştır? Ülkeyi rahatsız edenleri, görev gereği tesirsiz hale getirmek için kanunların verdiği yetkiyi kullanarak hizmet yapmıştır.”

Demirel bu sözleriyle sırf Türün’e değil, onun üzerinde yoğunlaşan Ziverbey İşkence Köşkü uygulamalarına dolaylı da olsa arka çıkıyor. Aynı anlayışın bir uzantısı olarak AP milletvekili Müfit Bayraktar “Komünistlere karşı Türk devletini korumak için mücadele unsuru olan bir kuruluş ise Kontrgerilla teşkilâtı mubahtır” diye açıklama yapıyordu.

Ziverbey İşkence Köşkü’ndeki Kontrgerillacıların katkısı ile CHP’nin kapatılmasına çalışanlar, günün birinde kendi partilerinin de kapatıldığını gördüklerinde şaşkına dönmüşlerdir. Ama iş işten geçmiştir. Bugün geçmişin bu olumsuz tavırlarından ders alınmış olduğu görülüyor. Demokrasi adına bu gelişmeyi saygı ile karşılıyoruz. AP ile CHP arasında her konuda olduğu gibi Kontrgerilla konusunda da kısır çekişmelerin sürdüğü bir dönemde Ankara’ya giderek Ecevit ile görüşüp bilgilendirmek istedim. Bu amaçla ilk önce özel kalem müdürü Galip Uzun ile görüştüm. Kendisine Özel Savaş, Gayrinizami Savaş ve Kontrgerilla Harekatı’na ilişkin bazı resmî ABD ve Türk belge ve yapıtlarını gösterdim. Bana yanıt olarak, Ecevit’in ertesi gün akşam Libya’ya gideceğini, bütün gününün dolu olduğunu, bu nedenle Libya dönüşünü bekleyip bekleyemeyeceğimi sordu. Dönmek zorunda olduğumu söyledim.

Ertesi gün Ecevit’e göstermek üzere belgeleri benden istedi. Memnuniyetle verdim. Ertesi akşam buluştuğumuzda benden özür dileyerek, fotokopi çektiklerini söyledi. İlaveten, Ecevit adına Deniz Baykal ile görüşüp görüşemeyeceğimi sorunca kuşkusuz kabul ettim.

Ecevit’in önerisi üzerine Baykal ile, Baykal’ın önerisi ile de Süleyman Genç ile birkaç saat görüşerek, bu konuda bildiğim gerçekleri kendilerine aktardım. Bir kopyası Ecevit’e sunulmak üzere benden yazılı bir rapor istediler. İsteklerini yerine getirdim.

Ecevit, Libya dönüşünde Cumhurbaşkanı Korutürk’ü ziyaret etti. O günkü radyo ve TV haberlerinde Ecevit’in Korutürk’e ‘özel istihbarat’ verdiğinden söz ediliyordu.

Ecevit bugüne kadar yaptığı açıklamalarda benim ismimi özenle gizlemeye çalışmıştır. Bu nedenle özel istihbaratın benim belgelerimin fotokopisi olup olmadığını bilmiyorum. Gerçi Ecevit’e 1974 yılında ÖHD konusunda bir brifing verilmişti ama, bu brifingde kendisine ÖHD’nin sivil uzantısı “vatanseverler”den oluşan örgütün şemasının gösterilmiş olduğunu sanmıyorum. Benim özel kalem müdürüne verdiğim belgeler arasında ST 31-15 Gayrinizami Kuvvetlere Karşı Harekât Talimnamesi de bulunuyordu. Anılan talimnamede Yeraltı Örgütü’nün şeması gösteriliyor ve bu örgütün “yasalara bağımlı olmadığı” da açıklanıyordu.

CHP’ye sunduğum raporun bir kopyasını da Uğur Mumcu’ya vermiştim. Mumcu ve İlhan Selçuk geçen yıl yazdıkları makalelelerde anılan rapordan söz ettiler.

Resim
Turhan, Mumcu ile birlikte işkence merkezi Ziverbey Köşkü’nün önünde.


Rapor:

Genellikle kamu kuruluşları legal örgütlerden oluşurlar. Buna karşın bu örgütlerin felsefesinin, devletin temel politika ve felsefesini yansıtmak durumunda ve zorunluluğunda olacağı da bir gerçektir. Tarih boyunca her konuda, belirli sistemler içinde dahi sapmaların olabileceği görülmüş, bu nedenle de bir yandan iktidar güçleri birbirlerinden bağımsız organlar arasında bölüştürülürken, bir yandan da söz konusu sapmaları önlemek için kuvvetler arasındaki dengeler anayasalarla kurulmaya çalışılmış, bunun organları ve yaptırımları beraberinde getirilmeye çalışılmıştır.

Bir Kurtuluş Savaşı ürünü olan 1921 ve 1924 Anayasalarının “kuvvetler birliği” ilkesini benimsemiş olmalarına karşın, özellikle çok partili dönemde liberal ekonomiye aşırı teslimiyetin doğal sonucu olarak Türkiye’yi “küçük Amerika” yapma özlemleri kuvvetler birliği sistemi içinde millî irade kavramının yanlış bir değerlendirmeye tabî tutulması ve o dönem iktidarlarını bir parlamenter diktaya gitmesi olgusu 27 Mayıs 1960’la noktalandı. Bir tepki anayasası olan 1961 Anayasası, 27 Mayıs öncesi anayasal düzenin tam karşıtı ve Montesqiue’dan bu yana benimsenen kuvvetler ayrılığı ilkesini getirmiş olmasına karşın, Türk kamuoyunun yüzde 68 onayını almıştı.

1960’dan bu yana olan gelişmeler Türkiye’yi küçük Amerika yapma özlemi içindeki politik güçlere daha da etkenlik kazandıracak bir oluşum göstermesi ve daha önemlisi 1961 Anayasasının getirdiği göreceli özgürlük ortamının devrimci sınıfları bilinçlendirmiş olması, özellikle 1965’den sonraki iktidarların uzun vadeli politik çıkar ve hedeflerini gerçekleştirme çabaları 1961 anayasasını tebdil, tağyir ve tahribe yöneldi. Söz konusu politik güçler ilk etapta anayasa değişikliklerini maşalar kullanarak gerçekleştirmeyi başardılar.

Türkiye’nin başarılı Kıbrıs harekatından sonra devrilen CIA uşağı Yunan generalleri çeşitli suçlardan yargılanmış, Yunan gizli servisi KYP’nin CIA ile ilişkileri yanında, Yunan kontrgerillası ESA örgütünün de CIA ile ilişkileri ortaya çıkmıştır. Bu örgütlerin de tıpkı Türkiye’de olduğu gibi ‘sosyal uyanışı önlemek’ ve ABD yanlısı düzeni yaşatmak amacıyla işkence yaptıklarını ve her türlü kışkırtıcılığı teşvik ettikleri yargılama sonucu anlaşılmıştır. Eski Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’in CIA ile MİT ilişkisi konusunda yaptığı açıklama, Türkiye’de devrimciler tarafından uzun süredir öne sürülen aynı doğrultudaki iddialara yeni boyutlar kazandırmış, konunun Meclis’e aktarılmasını zorunlu kılmıştır.

***

Türkiye’nin bugün içine itilmek istendiği siyasal cinayetler dönemi dünyanın diğer ülkelerinde de yaşanmaktadır. Genellikle böyle bir döneme itilen ülkeyi Amerikan yanlısı bir düzen değişikliği izlemektedir. Bunun en somut örneği, bugün Arjantin’de görülmektedir. Bir yıllık gazete koleksiyonları karıştırıldığında, ABD devlet başkanının, dışişleri bakanının ve CIA başkanlarının müdahale girişimlerini açıkça dile getirdiklerini görmekteyiz. Sağ terörist örgütlenme ve buna bağlı siyasal cinayetlerin ABD açısından başka alternatifler kalmadığı ülkelerde düzen değişikliğinin ön hazırlıkları olduğu bilinmektedir.

Doğal olarak ABD bir yandan Yunan cuntası deneyi, bir yandan da 12 Mart sonrası uygulamalarından yararlanmak suretiyle iktidara aday görülen CHP’nin iktidarını önlemeye çalışmaktadır. Bunun için ABD yanlısı MC iktidarının CHP’yi parçalamak ve solun değişik fraksiyonları arasındaki çelişkileri abartmak, partiye ajan sokmak gibi yöntemleri denemektedir.

Bütün bunlardan daha önemlisi, bir sureti tarafımdan 3 No’lu İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesine verilen 1965 yılında Genelkurmay Başkanlığı’nca 1779 adet basılarak kendi örgütüne dağıtılan, “Ayaklanmaları Bastırma Harekâtı” adlı kitapta yazılı olanlardır. Bu kitap Frederick A. Praeger Inc. yayınevince ABD’de basılmıştır. Bu yayınevinin CIA tarafından kurulup finanse edildiği saptanarak belgeleri mahkemeye sunulmuştur. Aslında, kitabın birinci sayfasında CIA’dan “Beynelmilel İşler Merkezi” diye bahsedildiğinden, kitabın bir CIA yayını olduğu ilk bakışta anlaşılmaktadır.

Bu kitap 12 Mart sonrası tüm uygulamaların (anayasa ve yasa değişiklikleri, muhbirlerden yararlanma, ajan sağlama ve kullanma, parti kapatma, özel sorgulama yöntemleri, siyasi polisin güvenilir kişilerden yeniden örgütlenmesi, vb.) ortaya koyarak adeta 12 Mart sonrası uygulamaların teorisini içermektedir. Bunun yanında ABD’nin az gelişmiş ülkelere müdahalesinin nedenlerini de açıklamakta daha da önemlisi “gerektiğinde seçimlere hile katılarak ABD yanlısı bir iktidarın oluşturulması” önerilmektedir. Bunun yanında, ‘temizlik harekâtı’ olarak nitelediği devrimci ilerici akımların boğulması için tek çiçeğin (tek fikrin) varlığına izin verilmesi önerilmek suretiyle bir çeşit bugün tezgahlanan faşizmin nedenleri gösterilmektedir. Demokratik hukuk devletinde Başbakanlığın emrinde olan bir örgüt CIA kaynaklı böyle bir kitabı neden çevirterek Silahlı Kuvvetler’ce yayımlanmasının nedenleri saptanmalıdır.

- O dönemdeki Genelkurmay Başkanı kimdir, bu konudaki sorumluluğu nedir?

- 12 Mart’tan sonra bu kitap doğrultusundaki önerileri uygulamak için devlet çapında provokasyon düzenleyen legal ve illegal örgütler hangileridir? Bu örgütlerin sorumlulukları saptanmalıdır.

- CIA önerisi olan seçimlere hile katmayı benimseyerek örgütüne yayan ve 12 Mart’tan sonra da bu önerilerin uygulanması için büyük çaba gösteren Cevdet Sunay’ın sorumluluğu saptanmalıdır.

- Pratikte seçimlere hile katmak nasıl yapılacaktır? 1975 seçimleri sırasında kütüklerdeki geniş ölçüdeki aksamalar bu hile önerisinin bir gereği midir?

- CIA’nın ve ÇUŞ’ların ABD ve kendi çıkarlarını koruyan politik örgütleri dolarla beslediği ABD belgeleriyle saptandığına göre, aynı dolardan Türkiye açısından seçimleri etkilemenin bir aracı olarak yararlanılmayacağını düşünmek olanaksızdır.

- Ayaklanmaları Bastırma Harekâtı adlı CIA kaynaklı kitapta bir ülkenin düzenine egemen olabilmek için, o ülkede dört güce egemen olmak gerektiği belirtilmektedir:

1) Politik güçler,

2) İdari bürokrasi,

3) Silahlı Kuvvetler,

4) Polis.

1) Politik güçler

CIA-politik örgütler ilişkisine yukarıda yeteri kadar değinilmiştir. Yalnız, şunu belirtmek gerekir ki, dünyadaki tüm terörist sağ örgüt ve partilerin finansmanının CIA kaynaklı olduğu ABD ve dünya basınınca bir yıldır sürekli olarak açıklanmaktadır. Örneğin, Arjantin’deki AAA örgütü idam mangaları kurmaya kadar sağ terörizmi geliştirmiş ve bunu ABD dolarları ile sürdürmüştür. Uruguay gibi diğer Latin Amerika ülkelerinde de benzerlerine rastlanmaktadır. Bu gerçeklerle Türkiye’deki olaylar arasındaki paralelliği görmezden gelmek gaflet olur.

2) İdari bürokrasi

ABD idari bürokrasisinin kilit noktalarının kendi eğitim sisteminden gelmiş, elektronik araçlarla çeşitli değerlendirmelere tabi tutulmuş, kendilerince yararlı olduğuna kanaat getirilmiş kişileri az gelişmiş ülkelerde bürokrasinin kilit noktalarına yerleştirmek suretiyle idari bürokrasiyi kontrol altına almaktadır. 1975’te, Cumhuriyet Gazetesi’nde Richard Podol adlı bir AID uzmanının Türk bürokrasisi hakkındaki raporuna bir göz atmak, bu konuda gerçeklerin saptanmasına ışık tutabilir. Richard Podol özetle, Türk bürokratının özelliklerini saydıktan sonra, ABD’de eğitim görmüş kişilerin bürokrasi içinde “elit içinde elit” olduklarını belirtmekte ve bu kişilerin halen Türkiye’de müdür düzeyinde bulunduklarını, önümüzdeki aşamada genel müdür ve müsteşar yapılmalarının hedefleri olduğunu açıklamaktadır. CIA paravanası AID’ın bir uzmanı herhalde Türk milliyetçiliği ve ulusal çıkarlarının gereğini yerine getirmek için bu öneride bulunmamaktadır.

3) Silahlı Kuvvetler

ABD, Silahlı Kuvvetler ile askeri ikili anlaşmalar, siyasal paktlar, silah araç ve gereçlerini sağlamak ve doğal olarak Silahlı Kuvvetlerin eğitim sistemine egemen olmak suretiyle ilişkilere girişmektedir. Bu konunun ayrıntılarına girmeksizin özellikle gayri nizami harp yöntemleri ve kontrgerillanın 12 Mart’tan sonraki kullanılışından aşağıda söz edeceğiz.

4) Polis

Bu konuya genel hatlarıyla yukarıda değinmiş bulunuyoruz. Bu bölümde CIA ajanı Philipe Agee’in, CIA’nın az gelişmiş ülkelerle ilk önce emniyet örgütünde ilişki kurduğunu, polisi çeşitli yöntemlerle ele geçirdiğini ve satın aldığını yazdığı anılarının okunmasında yarar görüyoruz. Bunun yanında, 12 Mart’tan sonra Yeni Ortam’da anılarını yayımlayan, halen bir bahane ile mahkum edilerek Çubuk hapishanesine konulan Mehmet Pekşen adlı polis; “Ben bir işkenceciydim” adlı anılarından “12 Mart’tan sonra işkenceci polislere ‘gıcırtı’ olarak tanımlanan açıktan paralar dağıtıldığını, Ankara Emniyet Müdürlüğü ile ABD Büyükelçiliği arasında niteliği bilinmeyen paketler alınıp verildiğini ve hatta Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün birtakım kırtasiyelerinin ABD büyükelçiliğince sağlandığını” öğreniyoruz.

Yasalarımıza göre ABD Büyükelçiliği’nin muhatabı Dışişleri Bakanlığı olduğuna göre, bağımsız olduğu iddia edilen ülkemizde polis-ABD diplomatik misyonu arasındaki bu ilişkinin sorumlularının saptanması kaçınılmaz bir görevdir.

Mehmet Pekşen’in anılarından, bu kişinin yıkıcı faaliyetlerle mücadele kursundan geçirildikten sonra işkenceci yapıldığını da öğreniyoruz. Bu noktada akla yeni bir soru gelmektedir. Türkiye’deki polis okullarında, enstitülerde yıkıcı faaliyetlerle mücadele adı altında ve benzeri kurslarda okutulan derslerin kaynağı neresidir? Bu öğretim kurumlarında eğitim görevi yapanlar hangi dış kaynaklı kurslardan geçirilmişlerdir?

12 Mart sonrası işkencecileri genellikle siyasi polis kadroları içinden seçildiklerine göre, o dönemde siyasi polis örgütünde görev almış kişiler kimlerdir? Bu kişiler hangi dış ve iç kurslardan geçirilmişlerdir? Aynı kişilerin mal varlıklarının ve yaşam tarzlarının saptanması olanaklı mıdır?

Emniyet Genel Müdürlüğü’nde “Önemli İşler Şube Müdürlüğü” adı altında bir şube bulunmaktadır. Bu bölüm hangi yılda kurulmuştur? Hangi görevleri yerine getirmektedir? Kimler bu şubenin müdürlüğünü yapmıştır? Bunlar hangi dış kaynaklı kurs ve eğitimden geçirilmişlerdir?

Bu örgütün hizmete özel ve diğer gizlilik dereceli bir çok yayınını Emniyet teşkilatının yayımladığını biliyoruz. Belirlemelerimize göre, bu yayınların çoğu doğrudan doğruya FBI ve CIA kaynaklı yayınlardan olduğu gibi çevrilerek yayımlanmıştır.

Önemli İşler Müdürlüğü’nün çıkardığı yayınlar nedir? Kaç tanedir? Nereden çevrilmiştir? Amerikan doğruları ile Türk doğruları, Amerikan ulusal çıkarları ile Türk ulusal çıkarlarının kesin bir karşıtlık içinde olduğu özellikle silah ambargosundan sonra ortaya çıktığına göre, ABD doğrularını Türk doğruları olarak Emniyet örgütüne empoze etmeye çalışan, çoğunlukla ABD’de eğitildikleri bilinen Önemli İşler Şube Müdürlerinin ve bunların hiyerarşik olarak bağlı bulundukları Başbakanlar, İçişleri Bakanları, Emniyet Genel Müdürlerinin bu konudaki sorumluluklarının saptanması; anarşiye son verilmesi yönünden zorunludur. Özellikle 15-16 Haziran olaylarından sonra özel sektör ile siyasi polis arasında organik bağların sıklaştırıldığını görmekteyiz. Siyasi Şubede görevli polisler büyük fabrikalara sokularak işçiler arasındaki bölünmeyi sağlamak için profesyonel kışkırtıcılık eylemlerine girişmişlerdir. Gerçek bir araştırmayla bu girişimlerin boyutları saptanabilir. Doğal olarak aynı sorun öğretim kurumlarımıza, üniversitelerimize, öğrenci derneklerine, yurtlara ve diğer tüm devrimci ilerici örgütlere sokulan siyasi polis, MİT, kontrgerilla ajanlarının kışkırtıcı eylemleri için de söz konusudur.1

Kaynakça ve açıklamalar:

1. Yerli Gladio Kontrgerilla, Milliyet, 15 Kasım 1990

2. Türün: AP Milletin Son Çaresidir dedi. Milliyet, 21 Mayıs 1977

3. Demirel: Ecevit’in Faşist Dediği Türün Yasaların Verdiği Yetkiyi Kullanarak Görev Yaptı, Cumhuriyet, 31 Mayıs 1977

4. AP’li Bayraktar: Kontrgerilla Komünistlere karşıysa mubahtır, Milliyet, Şubat 1978

5. Ecevit’in Libya Seyahatı: 16 Mart 1976

6. Talat Turhan’ın CHP Yetkililerine Verdiği Rapor (10 sayfa), 1 Mayıs 1976

7. Uğur Mumcu, Cumhuriyet - 6 Kasım 1991

8. İlhan Selçuk: “Talat Turhan 12 Mart döneminde işkence tezgahından geçmiş emekli kurmay yarbaydır. Terörü kapsayan kitaplarında şimdi Batı’da Süper NATO diye anılan örgütün incelemesi de var. 1970’lerde Talat Turhan Türkiye’deki Gladio’yu zamanın CHP hükümetine bir yazıyla iletmişti, Ecevit bu örgütün üzerine gidemedi, gücü yetmedi; ama sonuçta Türkiye 12 Eylül’e gitti. Eğer devletin içinde yarı-resmi bir terör örgütü yaşıyorsa, ülkede her şey soru işaretidir.” Cumhuriyet-Hafta (Almanya Baskısı), 23-29 Kasım 1990

Not: O dönemdeki CHP iktidarının gücü ‘derin devlet’ örgütlenmesinin (Gladio) gücünü aşabilseydi, 1980 darbesi olmazdı ve bugünlerde AB ile yaşanan ‘demokratikleşmeye ilişkin’ sorunların niteliği değişirdi.

Talat Turhan’ın CIA-MİT ilişkisi, işkence, anarşik olaylar ve siyasi cinayetlerle ilgili olarak CHP’ye verdiği rapor / 1 Mayıs 1976 (İlk kez yayınlanıyor)
http://www.turksolu.org/74/turhan74.htm
İşgâlciler ölmeli! :turkiye:

"Bir ülkenin nüfusunun yarıya yakın bölümünün bir bölgede, dörtte birinin bir şehirde yaşaması, başlı başına tezgahtır."
Kullanıcı küçük betizi
bezgin
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 1394
Kayıt: Prş Eki 30, 2008 1:35

Re: CIA’nın CHP’yi tasfiye planı - Talat Turhan

İletigönderen bezgin » Pzr Ara 06, 2009 2:20

CHP'nin kökünü kazımak!


CHP'ye kimler oy vermiyor, CHP'ye kimler oy verdirmiyor?

İslamcılar, CHP laiklik ilkesi başta olmak üzere Cumhuriyet devrimlerinden ayrılmadığı ve onları savunduğu için, oy vermiyorlar.

Kürt Milliyetçileri, CHP üniter devleti savunduğu için oy vermiyorlar.

Döne döne aşırı sağın hizmetine giren burjuva kökenli eski solcular (Bir kez daha yazıyorum: Burjuva kökenli eski solcular) İslamcıların ve Kürt milliyetçilerin oyunu alamadığı için CHP ile dalga geçiyorlar.

Laiklik ve üniter devletten ödün vermeyen bir CHP bu iki kesimin oyunu alabilir mi? Yoksa kendi programına ihanet etmekle kalıp avcunu mu yalar? İkincisi olur!

NEDEN OY VERMİYORLAR

İslamcıların ve Kürt milliyetçilerin CHP'yi sevmemeleri kendi açılarından haklı nedenlere dayanıyor. Siyaset gayri meşru olarak etnisite ve dine indirgenmiş ise, bu etnisite ve din bir yabancı'ya, bir öteki'ne neden oy versin? Ey yetersiz ve yeteneksiz toplum ve siyaset bilimcileri, kim kimi yabancılaştırıyor, kim kimi ötekileştiriyor? Aranızda Türkiye İşçi Partisi'ni bilenler ve hatırlayanlar var mı, TİP neden kapatıldı?

Peki İslamcı ve Kürt milliyetçisi olmayan seçmenin önemli bir bölümü neden CHP'ye oy vermiyor? Yani Aleviler, işçiler, köylüler, memurlar, türlü çeşitli kadınlar?

(Bu arada, ayrı ve bağımsız bir bölümde inceleyeceğim tarikat gerçeğini kavramaya ön hazırlık olmak üzere: "Tarikat Sapmadır, Sivil Toplum Örgütü Değildir" (26.09.06); "Tarikatlar ve Devrim Yasaları" (27.09.06); "Tarikatların kan davasının nedeni" (29.09.06); "1950'den bu yana tarikatların intikamı" (30.09.06); "Demokrasinin önündeki engel: Tarikatlar" (01.10.06) başlıklı yazılarımı Hürriyet arşivinden ya da "Hürriyetim"in "Özdemir İnce'nin tüm yazıları" bölümünden okuyabilirsiniz.)

CIA ŞEFİNİN RAPORU

Mark Mackinnon'un "Renkli Devrimlerin Sırrı: Yeni Soğuk Savaş" (Destek Yayınları) adlı kitabını okumuş muydunuz? Orada adı geçen ve ABD Federal hükümeti, Pentagon, CIA tarafından desteklenen bütün STÖ'ler: Freedom House (Özgürlükler Evi), IRI, NDI, NED, George Soros ve Açık Toplum Enstitüsü. Bunlar CHP'yi düşman sayarlar!

Şimdi elimizin altında olan-biteni iyice anlamamızı sağlayacak usta işi bir kitap var: Yılmaz Polat'ın "CIA'nın Muteber Adamı" (Ulus Dağı Yayınları).

"CIA'nın Muteber Adamı" = Graham Fuller! CIA ajanı, Ilımlı İslamcı Graham Fuller!

CIA'nın Türkiye istasyon şefi Graham Fuller Pentagon hesabına yıllar önce "Türkiye'nin İslam Köktendinciliğinin Geleceği (The prospects for Islamic Fundementalism in Turkey)" adlı 90 sayfalık bir rapor hazırlamıştı. Bu raporun mimarlarından biri de Profesör Sabri Sayarı (Boğaziçi Üniversitesi. Georgetown Üniversitesi, RAND Corporation, Heath Lowry, Sabancı Üniversitesi) idi.

Graham Fuller'in ılımlı İslam'dan nemalanacak Amerikan çıkarları (s. 1-6) listesini ayrıntısıyla okuduğunuz zaman programın önündeki en büyük engelin CHP olduğunu anlayacaksınız.

ABD ÇIKARLARININ HEDEFİ

CHP 12 Mart'tan bu yana ABD çıkarlarının hedefinde bulunuyor. Bu ABD Türkiye'de CHP karşıtı 5. kol yaratmaz mı? "Baykal gitmezse CHP'ye oy vermem!" bataklığına insanları CIA'nın ürettiği 5. koldan başka kim sokabilir!

Hürriyet - Özdemir İNCE-16 Ağustos 2008
İşgâlciler ölmeli! :turkiye:

"Bir ülkenin nüfusunun yarıya yakın bölümünün bir bölgede, dörtte birinin bir şehirde yaşaması, başlı başına tezgahtır."
Kullanıcı küçük betizi
bezgin
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 1394
Kayıt: Prş Eki 30, 2008 1:35

Darbe hayaleti darbe şantajı

İletigönderen Urunguj » Çrş Ara 09, 2009 0:49

Darbe hayaleti darbe şantajı
“ESKİ Solcular Mezarlığı” (15.04.08), “Fıstıki Yeşil Devrim” (06.05.08), “Renkli Devrimlerin Sırrı: Yeni Soğuk Savaş” (26.07.08), “Dün Kaldığımız Yerden” (27.07.08) ve “CHP'nin Kökünü Kazımak” (16.08.2008) başlıklı yazılarımda, Mark MacKinnon'un “Renkli Devrimlerin Sırrı: Yeni Soğuk Savaş” (Destek Yayınları) adlı kitabından söz etmiştim.

Son günlerde yaşadığımız garabet, bu kitabı tekrar gündeme getiriyor. Gündemden tedirgin olanlar, tedirginliği isyana dönüşenler dönüp bu kitabı bir kez daha okumalı. Okumamış olanlar ise kitabı hemen edinip mutlaka okumalı.

* * *

20 Kasım 2009 Cuma günü SKY-TÜRK televizyonunda konuk idim. Değerli dostum İdris Akyüz darbe paranoyasını sordu. Kendisini şöyle yanıtladım:

Kimilerinin darbe saplantılarını anlamakta güçlük çekiyorum. Acaba iktidardaki AKP hükümetinin darbelik işler yaptığını mı düşünmekteler? Darbeyi kim yapacak, TSK mı? TSK'nın böyle bir niyeti olduğunu, aleyhteki bütün bulgu iddialarına rağmen, düşünmüyorum. TSK kadrolarının AKP kadrolarından çok daha demokrat olduğuna inanıyorum. AKP, dış ve iç yandaşları, lejyonerleri, yurtdışındaki moral hocaları sivil darbeyi tamamlamak için siyaset sahnesinde psikolojik savaşın sis makinesini çalıştırıyorlar.

Ben size şu anda Türkiye'de sahnelenen tiyatro oyununun kanavasını betimleyeceğim:

* * *

“Darbe hayaleti” ve “darbe şantajı” ile, Gazi Mustafa Kemal, TSK, CHP, 1923 Cumhuriyeti, Cumhuriyetçiler, AKP iktidarı muhalifleri toptan hedef alınıyor ve toptan darbeci olarak damgalanıyor.

Aynı şey, Eski Yugoslavya (Sırbistan), Ukrayna, Gürcistan ve Beyaz Rusya'da da tezgâhlanmıştı. Adını andığım “Yeni Soğuk Savaş”ta oynanan oyunlar, kurulan tuzaklar, çevrilen dolaplar anlatılmaktaydı. Başta Soros olmak üzere ABD patentli vakıfların (NED, IRI, NDI, Soros) hazırladığı senaryolar Beyaz Rusya dışında Sırbistan, Ukrayna ve Gürcistan'da başarılı olmuş, iktidarlar devrilmişti.

Ancak Türkiye'de hazırlanan darbe iktidara karşı değil(di). Darbe, Gazi Mustafa Kemal'e, TSK'ya, CHP'ye, 1923 Cumhuriyeti'ne, Cumhuriyetçilere, AKP iktidarının muhaliflerine karşıydı ve karşı. Şaşırtıcı değil mi?

* * *

Evet çok şaşırtıcı! İktidar Habur Sınır Kapısı'nda Kürtçülük Fesadı Açılımı yapıyor. Ama bu karışık amaçlı işi yaparken anamuhalefet partisi CHP'nin de erkete olmasını istiyor.

Cumhurbaşkanlığı seçimini, TBMM Başkanı seçimini kendisine edilen ricalara karşın bildiğini okuyarak yapan AKP'nin totaliter tavrını eleştirmeyen zevat, şimdi CHP'yi topa tutuyor. CHP'nin demokrasi karşıtı ve darbe yandaşı olduğunu dünyaya ilan ediyor.

AKP'nin iktidara gelmesinden bu yana yeni kurulan ya da türlü oyunlarla ele geçirilen gazeteler, radyolar, televizyonlar; besleme basın ve Sefil Toplum Örgütleri, lejyoner akademisyenler bu sivil darbenin değirmenine su taşıyor, pervanelerine rüzgâr basıyor.

* * *

“Fesat çiftçileri olup fitne tohumları saçanlar, ektiklerini biçecektir!” (Eyüb, 4:8) Yani rüzgâr eken fırtına biçer! Benden söylemesi.



Özdemir İnce
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/131 ... yazarid=72
Kullanıcı küçük betizi
Urunguj
Üye
Üye
 
İletiler: 222
Kayıt: Cmt Ara 05, 2009 0:44

CHP MİT’in hedefinde!..

İletigönderen Türk-Kan » Sal Mar 02, 2010 8:41

Resim

CHP MİT’in hedefinde!..

Türkiye’yi “dönüştürme” projelerinin önündeki engel olarak gösterilen CHP’yi, AKP, AB, PKK, 2. Cumhuriyetçiler ve siyasal İslâmcılardan sonra MİT de hedefe oturttu.


Malum, “Kürt açılımı” ve “Habur Şovu”nun mimarı MİT. MİT’in dışarıdaki “sivil sesi” de eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş.

Öcalan’ın isteği üzerine kurulan Demokratik Toplum Kongresi’nin, “PKK ile müzakere yöntemlerini” görüşmek üzere hafta sonunda Diyarbakır’da düzenlenen toplantıda konuşan Öneş, “Türkiye’de çağdaş bir sol siyasi parti boşluğunun devam ettiğini” öne sürdü. Öneş, “açılımların” bu boşluğu doldurmaya da katkı sağlayacağını söyledi

Yerli, yabancı 120 kişinin katıldığı, “Uluslararası Müzakere ve Çözüm Deneyimleri” konferansta, sadece PKK ile müzakere değil, “Bölgesel yönetim, özerklik ve otonominin nasıl sağlanacağı” da konuşuldu. Konferansın sonuç bildirisinde de uluslararası güçlere, “Kürt sorununun çözümüne olumlu katkı sunma” çağrısı yapıldı.

Bu konferansta konuşan isimlerden birisi de MİT Müsteşarı Emre Taner’in eski yardımcılarından Cevat Öneş oldu. Yaş haddinden emekli olduktan sonra “Kürt sorunu ve PKK” ile ilgili her toplantıya katılıp, çeşitli açıklamalar yapan Öneş’in, MİT’in gayrı resmi sözcüsü olduğu, tüm faaliyet ve açıklamalarının MİT’in izni ve bilgisi dahilinde gerçekleştiği öne sürülüyor.

Öneş, Diyarbakır’daki toplantıda muhalefetin, özellikle de CHP’nin “açılımlara” karşı çıkmasını şöyle eleştirdi:

“Mevcut statükonun koruyucusu ve otoriter sistem savunucularının, kitlesel desteklerinin giderek zayıflamakta oluşunu görebiliyoruz. Muhalefetin, yaklaşan seçimler sebebiyle vermekte oldukları iktidar mücadelesinde, katı ‘milliyetçi’ yaklaşımları tırmandırarak, açılımı ve demokratik sürecin gelişimini engelleyici tutumlarında, 2011 seçimleri sonuçlarına göre değişimler olabileceği ihtimali de mevcuttur.

Türkiye siyasi yelpazesinin dağılımı içerisinde çağdaş bir sol siyasi partinin boşluğunun devam etmekte oluşu da, temel sorunlarımızın çözümünü geciktiren sebeplerdendir. Kürt siyasetinin demokratik zihniyetinin, yöntemlerinin ve Türkiye’yi kucaklayan açılımlarının yaratabileceği atmosferle, sol siyaset boşluğunun doldurulmasında yapabileceği katkıların değerlendirilmesi de önemini korumaktadır.

Demokratikleşme çabalarında iktidarın muhalefet, özellikle de BDP ile koordinasyon ve işbirliğini geliştirmesinin kaçınılmaz olduğunu savunan Öneş, “2011 seçilerine kadar CHP ve MHP’nin çözüme yardımcı olmayan tutumlarını devam ettirecekleri görülebilmektedir. Ak Parti ile BDP’nin, Kürt siyasetlerinin ve örgütlü demokratik hareketlerin, seçim sürecinde, sorunların çözümünde temel unsur olan yeni bir anayasa yapımına imkân verebilecek somut önerilerle kitlesel desteği şekillendirebilmeleri durumunda, Türkiye de yeni aydınlık bir sürecin ivme kazanacağı umudunu yükseltebiliriz" dedi.

Öneş bu konuşmasında, İmralı ve Kandil’le temas kurulması gerektiğini belirtirken de şunları söyledi:

“PKK’nın, Türkiye toplumunun büyük çoğunluğu üzerinde yarattığı psikolojik sonuçlar ve hukuki-meşru olmayan örgütsel kimliği sebebiyle, resmi muhatap olarak kabul edilebilmesinin mümkün olmadığını, Öcalan dahil herkes bilmektedir.

Ancak nasıl değerlendirirse değerlendirilsin, bir PKK gerçeği ile karşı karşıya bulunduğumuz da bir vakıadır. Silahların bırakılması, silahlı gücün mensuplarına uygulanacak hukuki koşulların düzenlenmesi, bu düzenleme içerisinde lider kadronun yeri, rehabilitasyon ihtiyaçlarının karşılanması gibi düzenlemeler için devletin doğrudan ve/veya dolaylı olarak İmralı ve Kandil ile temas kurması, dünya pratiklerinde de yaşanan deneyimlerdendir.


Kaynak


‘Uluslararası Müzakere ve Çözüm Deneyimleri’ konferansı üzerine ayrıntılı bilgi ve MİT eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş'in konferanstaki konuşmasının tam metni için: :arrow: uluslararasi-muzakere-ve-cozum-deneyimleri-konferansi-t23971.html
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56

Re: CIA ve MİT'in CHP’yi Tasfiye Planı

İletigönderen bezgin » Prş Mar 03, 2011 19:05

Said-i Nursi’den günümüze CHP’yi tasfiye operasyonu / Talat TURHAN


Türkiye’de CHP’yi tasfiye etme planı ABD’nin çok uzun bir süredir yürüttüğü bir operasyondur. CHP’de son günlerde yaşanan gelişmeleri yıllar önce öngörmüştüm. Bu gelişmelerin daha net anlaşılabilmesi için “Çeteleşme” kitabımda yer alan, “Uluslararası Çeteleşme” çalışmamda daha da genişleterek yer vereceğim bir bölümü tekrar aktarma gereksinimi duyuyorum. Emperyalizmin uluslararası gizli örgütlerini ve bunların Türkiye’deki her türden gizli ve açık araçlarının CHP üzerindeki operasyonunu ele almadan CHP’deki son gelişmeleri anlayamacağımızı düşünüyorum.


Saidi- Kürdi’nin Atatürk ve CHP düşmanlığı

CHP’nin kapatılması düşüncesini 1975 yılında mahkemeye sunduğum bir şemayla açıkladığımdan söz ediyorum. Oysa o yıllarda CHP en güçlü dönemini yaşıyordu. Bense CHP’nin kapatılacağını beş yıl önceden öngörüyordum. Çünkü “Türkiye’nin düzenini kendi çıkarları doğrultusunda değiştirmek isteyen iç ve dış güçler ittifakı”nın özlemi, CHP’nin kapatılması doğrultusunda idi. Ve çünkü 12 Mart yarı askeri darbesi, emperyalistlerin özlemlerine tam anlamıyla yanıt vermemişti. Bunu gerçek anlamda bir darbe izlemeliydi. Beş yıl sonra bu konudaki öngörüm de gerçekleşti. 12 Eylül Darbesiyle “Faşist bir düzen kuruldu” ve de 1982 Anayasası ile kurumlaştırıldı... Bu şema aynı zamanda Yeni Dünya Düzeni, Küreselleşme ve Serbest Piyasa Ekonomisi oluşumlarına da ışık tutmaktadır.

Peki CHP neden hedef seçilmişti? Çünkü Said-i Kürdi, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkeleri yanında Laikliğin de baş düşmanı olduğu için, Atatürk’ü hedef seçmiş ve “Şualar” ve “Sözler” adlı yapıtlarıyla “Barla Mektupları”da Atatürk’e olan kinini kusmuştur. Bir kesimde süregelen “Laik Düzen” ve “Atatürk düşmanlığı”na sözü edilen yapıtlar kaynak olmaya devam etmektedir.

Bilindiği gibi, Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı dönemi koşullarında ‘Pan İslamik’ ve ‘Pan Türkist’ görüşleri de yadsımıştır. Oysa, Said-i Kürdi yaşamı boyunca “İttihadı İslam” görüşünü benimsemiş ve bu görüşlerini özellikle “Mektubat” adlı yapıtına yansıtmıştır.

1950’li yıllarda DP iktidara gelince, Said-i Kürdi, Adnan Menderes ve Celal Bayar’ın destek ve iltifatlarına mazhar olmuş, onlara mektuplar yazmış ve CHP’ye ve Atatürk’e karşı görüşlerini yayma olanağı bulmuştur.
Said-i Nursi 1952 yılında Başbakan Adnan Menderes’e gönderdiği mektupta:[1]

“(...) Adnan Menderes gibi bir İslam kahramanı ile sohbet etmek isterdim.” şeklinde yazdıktan sonra görüşlerini: “Gayet kısa birkaç esası İslamiyetin bir kahramanı olan Adnan Menderes gibi dindarlara beyan ediyorum” diye yazmış ve “Cenab-ı Hak sizleri, İslamiyet lehindeki hizmetlerinizde muvaffak ve mezkûr tehlikelerden muhafaza eylesin diye ben ve Nurcu kardeşlerimiz, yapacağınız hizmete ve mezkûr hakikatı kabul etmenize mukabil dua etmeye karar vereceğiz.” sözleriyle DP iktidarına açık destek vermiştir.

Demokrat Partili bir grup Nur Talebeleri, Adnan Menderes’e yazdığı bir mektupta:[2]

“(...) Bediüzzaman Hazretleri, şimdi Kur’an ve İslamiyet ve vatan hesabına bütün kuvvetiyle ve talebeleriyle, dersleriyle Demokrat Partinin iktidarda kalmasını muhafazaya çalıştığına, biz Demokrat Parti mensupları ve Nur Talebeleri kat’i kanaatımız gelmiştir.”

“Üstadımızdan, ne için Demokrat Partiyi muhafazaya çalıştığını sorduk, cevaben:

‘Çünkü Halk Partisi iktidara gelecek olursa, komünist kuvveti aynı partinin altında bu vatana hakim olacaktır. İşte bunun için hayatı içtimaiye ve vatanımıza dehşetli bir tehlike teşkil eden bu partinin iktidara gelmemesi için, Demokrat Parti’yi, Kuran ve Vatan ve İslamiyet namına muhafazaya çalışıyorum,’ dedi.”

Hristiyan ABD eliyle İttihad-ı İslam
Ve de Said-i Nursi ‘Beyanat ve Tenvirler’ adlı yapıtında:

“Amerika gibi, din lehindeki ciddi çalışan muazzam bir devleti, kendine hakiki dost yapmak, iman ve İslamiyetle o1abilir.” diye kanısını açıklıyordu. Nurcular’ın ABD dostluğunun kökenine ışık tutan, bu anlayışın altını çizmek istiyor ve günümüzde ABD destekli ‘Ilımlı İslam ideolojisi’ girişimlerinin kökeninde, bu anlayışın yattığını vurgulamak istiyorum.

Said-i Nursi, Hıristiyanlığın ‘ittihadı İslam’a yandaş olma gerekliliğini kendi yorumu ile açıklıyor. DP iktidarını bu anlayışa hizmet etmeğe çağırmaktadır.[3]

“Eskiden Hristiyan devletler bu İttihad-ı İslam’a taraftar deği1diler. Fakat şimdi komünistlik ve anarşistlik çıktığı için hem Amerika, hem Avrupa devletleri Kur’an’a ve İttihad-ı İslam’a taraftar olmaya mecburdurlar. (Emirdağ Lahikası 2:56)
Aynı yapıtta Said-i Nursi, Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Bakanlar Kurulu’na yazdığı bir diğer mektupta:

“Evet biz dini siyasete alet değil, belki vatan ve milletin dehşetli zararına siyaseti mutaasıbane dinsizliğe alet edenlere karşı, bizim siyasete bakmamıza mecburiyet-i kat’iyye olduğu zaman, vazifemiz siyaseti dine alet ve dost yapmaktır...”

Özetle:

- Said-i Nursi, DP yanında dini siyasete alet etmeği, savuna gelmekte olduğu fikirlere uygun görmektedir.
- Said-i Nursi, ABD yanlısı bir politikayı İslamın çıkarına uygun görmektedir.
- Said-i Nursi, Atatürk’e, CHP’ye ve Masonluğa düşmandır.


Bu anlayışın temsil ettiği tarikat potansiyelinden gerek DP’nin ve gerekse ABD’nin yararlanmak istemesinden daha doğal bir davranış olabilir mi? Bu nedenle DP liderleri Said-i Nursi’nin elini öptüler. Ve din ABD emperyalizminin anti-komünist politikası için araç olarak kullanıldı...

İsmet Paşa’yı sehpaya götürmek

Başta Nur tarikatı olmak üzere, diğer tarikatların desteğiyle iktidarını sürdüren DP, iktidarı güç yitirdikçe bir yandan tarikatlara verdiği ödünleri artırırken diğer yandan, CHP’ye karşı tutumunu sertleştirmeğe yönelmiştir. Bu tavrı örneklemek gerekirse:

- Ethem Menderes’in anı defteri: (14 Kasım 1957)[4]
- Bayar şunları söyledi: İcap ederse İsmet Paşa’yı sehpaya götürmekte hiç tereddüt etmem.[5] Ne korkunç ihtiras.”
- Abdullah Aker (DP döneminin Ticaret Bakanı) ifadesinde Fatih Rüştü Zorlu’nun (DP dönemi Dış İşleri Bakanı) şu sözleri yer alıyordu.

‘Tek çare vardır. Halk Partisini kapatmak ve bütün milletvekillerini tutuklamak.”

Başbakan Adnan Menderes’in konuşması:[6] “İşe; el koyup, ahlaksızlar, namussuzlar, sizi kapattık diye T.B.M.M. kararıyla CHP’ni kapatmak lazımdır. Bunların hakkından ancak Meclis gelir”

Başbakan Adnan Menderes’in konuşması:[7] “Emir verdik. Derhal gidin dedik.

Üniversiteye girmek değil, temelinin altına gireceğiz. Belki bu akşam, belki yarın akşam bir özel mahkeme kuracağız. Tek başına silahlar alıp kahr ve tebdil edeceğiz.” (Yok edeceğiz, değiştireceğiz.)

Demokrat Parti’nin demokrasiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan şiddet politikasını, iki örnekle daha sergilemek istiyorum.
- Ethem Menderes: “Bence tek çare suçu komünistlerin üstüne yıkıp, birkaçını köprü üstünde sallandırmak.”[8]

- Celal Bayar: “Şiddet ve tenkilden başka çare yoktur...” [9]

ABD, Kemalizme karşı
Demokratik yollardan değiştirme olanağı bulunmayan ve diktaya yöneldiği, verdiğim örneklerle görülen bir iktidarı devirmekten başka çare kalmadığı için, 27 Mayıs 1960 hareketi zorunlu hale geldi...

- ABD’nin tüm, Kurtuluş Savaşları ve ihtilalcilere karşı olduğu için, Mustafa Kemal’e de karşı olduğu bilinen bir gerçektir.[10]

- ABD, Mustafa Kemal’in antiemperyalist, antikapitalist ve tam bağımsızlık politikasına karşıdır.
- ABD, Atatürk’ün kamulaştırma politikasına karşıdır.
- ABD, Atatürk’ün devletçilik vb... politika1arına karşıdır. 1946’da kurulan Demokrat Parti, ekonomide liberalliği benimsemiş ve Atatürk karşıtı bir politika güderek bütün gerici, tutucu güçlerin desteğiyle iktidara gelip, ülkeyi dış güçlerin isteği doğrultusunda yönetmeye çalıştı...

Bugün 46 ruhundan söz edenlerin listelerinde, tarikatçı adayların boy göstermesi, ABD yanlısı parti liderlerinin tarikat liderlerini baştacı etmesi, emperyalist uydusu ekonomik politikaları uygulamakla görevli “Küresel Seçkin1er”in hıyanetleri sürerken 28 Şubat süreci nasıl sonlanacak?

Faik Türün: “CHP, 27 Mayıs komünist”

1975 yılında İstanbul’da Sıkıyönetim Mahkemesi’nde yaptığım savunmamda, 1980 yılında olacakları gördüğümü ve bu arada “CHP’nin kapatılacağını” ve “Faşist bir düzenin kuru1acağını” öngördüğümü açıklamıştım. Bu kanıya varmak için on binlerce sayfa tutan 12 Mart davalarına ilişkin belgeleri okudum. İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Faik Türün’ün dünya görüşü DP’nin CHP’yi kapatmak özlemiyle, örtüşüyordu. Zaman içinde bu gerçek ortaya çıktı...

Milletvekili Faik Türün, AP ortak grubunda yaptığı konuşmada:[11]

“CHP, karma bir partidir….. İçinde bir ayağı Moskova’da Marksist hizipler vardır. Tedhiş olayları ve şiddet yayılmasını artırarak devam etmektedir. Aczimizin nedeni, bir tarihi siyasi partimizin bunlara arka çıkması, korumasıdır.”
Bizim üç yıl önce saptadığımız niyetini, açığa vuruyordu.

Faik Türün, 27 Mayıs’la da (1960) komünizmi özdeşleştirmektedir.[12]

“Türkiye’de komünizmi su üstüne çıkaran hadiselerin bir tanesi 27 Mayıs’tır. Nitekim 27 Mayıs’tan sonra komünizm, Türkiye’de barajını yıkmış bir sele dönüşmüştür.”

Bu yapıdaki bir kişiyi, Sıkıyönetim Komutanı yaparsanız, antikomünist koşullanmanın da etkisiyle düşman kabul ettiği bütün kurum ve kişileri ateşe atmış olursunuz. ‘Ziverbey İşkence Köşkü’ bu amaçla kuruldu.

DP’nin CHP’yi kapatma düşünü gerçekleştirmeye, Türün’ün gücü yetmedi. Ama 12 Eylül 1980 darbesi CHP’yi kapattı... Bir taşla bir kaç kuş vurulmak isteniyordu.

- Sosyalizmle, sosyal demokrasiyi eş anlamlı sayan emperyalistlere yaranmak,

- DP’nin özlemini gerçekleştirmek ve bu partiye destek veren güçlerin desteğini darbenin yanına çekmek,

- CHP’yi ve onun kurucusu Atatürk’ün, dinsiz olduğunu varsayan tarikatçı çevrelerin özlemlerine yanıt verip onların desteklerinden yararlanmak...

Bu anlayışla Atatürk’ün partisi ve O’nun kurumlarını kapatan darbeciler, ‘Heykel Atatürkçülüğü’ dönemini başlattılar.

12 Mart’ın ünlü savcısı Süleyman Takkeci, 12 Eylül’de başsavcı olmuştu. 12 Mart döneminde kursağında kalan niyetini bir dergiye yaptığı açıklamada dile getirdi:[13]

“Bütün CHP’lileri hapse atacaktım”

Tüm bu görüşleri CHP’yi savunmak için yazmıyorum. Herhangi bir partinin üyesi de değilim.

l2’li darbelerin, Demokrat Parti ve O’nun devamı olduğunu savlayan Amerikan yanlısı merkez sağ partilerden, çok daha fazla karşı devrime hizmet ettiğini, Atatürk ve Atatürkçülere hiyanet ettiğini düşünüyorum.

28 Şubat 1997’de bu tehlikeli gidişe dur denilmiş ve 28 Şubat süreci başlatılmıştır. Karşı devrimci ve Atatürk düşmanı tarikatçı çevreler geriye çekilmiş görülmelerine karşın, uzun erimli hedefleri doğrultusunda girişimlerini sürdürdüklerini görüyoruz... ABD’nin ‘Ilımlı İslam İdeolojisi’nden yararlanma amacının bu çevrelere umut verdiği gerçeği, göz ardı edilmemeli.

Türkiye’yi 12 Eylül’e hazırlamak

CHP’nin kapatılması özlemleri ile 12 Eylül Darbesini engellemek için CHP yetkililerini uyarmakta, ne kadar haklı olduğunu kanıtlamak için yukarıdaki açıklamaları yapmak gereksinimi duydum.

Ancak 12 Eylül Darbecileri istikrarsızlaştırma[14] (destabilisation) sürecini başlatmış ancak bir yıl önce darbe kararı alınmasına karşın, akan kanların darbeye gerekçe oluşturulması için beklenilmiştir.

Kenan Evren’in sınıf arkadaşı Orgeneral (E.) Bedrettin Demirel’in bir gazetede yer alan söyleşisi[15] bu konuya açıklık getirmektedir.

- Bedrettin Demirel: Günde 20 kişi ölüyordu.
- Ahmet Kahraman: O halde neden bir yıl önce darbe yapmadınız da beklediniz?
- Bedrettin Demirel: Olmadı. Çünkü vasat (ortam)... Genel kanaat, kamuoyu...
- Ahmet Kahraman: Ortamı olgunlaştırmak...
- Bedrettin Demirel: Olgunlaştırmak... Artık olsun değil de... Kamuoyu artık çare kalmadı. Biz demokrasiyi de zedelemek istemeyiz. Maksat, başka bir kurtuluş yolunun kalmadığını, bütün vatandaşlar idrak etsin.

Bedrettin Demirel’in açıklamalarına göre, 365x20= 7300 vatandaşın ölmesi (yaklaşık) 12 Eylül Darbesine gerekçe oluşturmak için beklenilmiştir. ABD destekli, CIA güdümlü 12 Eylül darbesi döneminde “650 bin gözaltı, 210 bin dava, 517 idam cezası, 14 bin yurttaşlıktan çıkarılma”[16] olayı ile halka kan kusturulmuş, günümüzdeki kaosun zemini hazırlanmıştır.

Dipnotlar:

1. Emirdağ Lahikası II, Sh. 172 - Said-i Nursi
2. Beyanat ve Tenvirler - Said-i Nursi - Beyazıt Kütüphanesi: 218249
3. İttihad-ı İslam - Said-i Nursi - Beyazıt Kütüphanesi: 238190
4. Demokrat Parti iktidarında Milli Savunma Bakanı
5. O dönemde İsmet İnönü’ye yönelik saldırıların bu anlayıştan cesaret aldığı kuşku götürmez.
6. Demokrat Parti Grubu’nda 7 Nisan 1960 günü yapılmıştır.
7. Demokrat Parti Grubu’nda öğrenci olayları üzerine 29 Nisan 1960 günü yapılmıştır.
8. Büyükelçi Mahmut Dikerdem - Günaydın - Haber: 10 Nisan 1977
9. İşte Ankara - Emin Karakuş - Dizi Yazı: 18 Kasım 1977 (Bu sözler Prof. Ali Fuat Başgil’e söylenilmiştir.)
10. Bakınız: Amerikan Basınında 1ürk Kurtuluş Savaşı - Osman Ulugay
11. Milliyet, 2 Şubat 1978
12. Tercüman: 13 Aralık 1985
13. Nokta: 19 Temmuz 1992 - Miyase İlknur
14. 22 Kasım 1990 “(Ayaklanmalara karşı koyma - yönetime el koyma): istikrar harekatı. anayasal hükümetin etkili bir şekilde çalışabilmesi için başkaca bir çare kalmadığı hallerde Silahlı Kuvvetlerin hükümete yardımcı olarak yürüttüğü iç güvenlik ve iç durumu iyileştirme harekatıdır.”
15. Bir tarih, 12 Eylül 1980 - Dizi Yazı - Ahmet Kahraman - Milliyet: 15 Eylül 1988
16. Cumhuriyet: 13 Eylül 1998.

Said-i Nursi’den günümüze CHP’yi tasfiye operasyonu
İşgâlciler ölmeli! :turkiye:

"Bir ülkenin nüfusunun yarıya yakın bölümünün bir bölgede, dörtte birinin bir şehirde yaşaması, başlı başına tezgahtır."
Kullanıcı küçük betizi
bezgin
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 1394
Kayıt: Prş Eki 30, 2008 1:35

Re: CIA ve MİT'in CHP’yi Tasfiye Planı

İletigönderen bezgin » Sal Mar 08, 2011 19:31

Ergenekon'u Kılıçdaroğlu'na bulaştıracaklar / Rıza Zelyut

Oda TV'nin basılmasını ve sonrasındaki gelişmelerin amacını cuma günü Kanal 99'daki programımıda açıkladım. Bir kez de burada yazıyorum:
Hedefta Kılıçdaroğlu var.
Seçim öncesinde CHP'yi zayıflatabilmek için onun liderine vurmaya çalışıyorlar.
Bunu da yandaş medyadaki yayınlar gösteriyor.
İktidarın hizmetindeki Yeni Şafak'ta cuma günü çıkan 'Baykal'a Kasetli Şantaj Planı' başlıklı habere bakan akıllı birisi bunu hemen anlar.
Aynı haber, bu iktidarın yarattığı zenginlerden birisinin gazetesi olan Star'da da yer alıyordu.
Güya 'Kılıçdaroğlu'na destek zorunlu. CHP'ye zarar verilmemeli.' yazılıymış Oda TV'nin bilgisayarında.
Ne varmış bunda, demeyin; bekleyin...
Yine Halk TV'yi almak için Deniz Baykal'a, 'Varan 2' yazarak şantaj yapacaklarmış.
Böylece Deniz Baykal'ın istifasına sebep olan Varan-1 isimli kasetin de Oda TV işi olduğu söylenmek isteniyor.
Baykal'a şantaj yapanların da Kılıçdaroğlu'nun yanında oldukları gibi bir hava yaratılıyor.
Ayrıca Oda TV'ciler; 'PKK'yı sıkıntıya sokmayalım!' diyorlarmış.
Görüyorsunuz ki PKK'cılar, Ergenekoncular, CHP aynı yerde imişler gibi gösterilmekte.
- - -
Bu kurulan tuzağı yeniden anlatalım:
Becerebilirlerse... Milleti kandırabilirlerse...
Oda TV ve Soner Yalçın ile CHP Lideri'ni ilişkilendirecekler.
Böylece de hem Ergenekon hem de Deniz Baykal üzerinden Kılıçdaroğlu'nu kıstıracaklar.
PKK'yı da buraya bağlayacaklar.
Böylece halkın gözünde CHP küçük düşmüş olacak.
Alacağı oy azalacak.
AKP, tek başına iktidara gelecek...
İşte Oda TV operasyonu bu yüzden devreye sokuldu.
Nedim Şener gibi gazeteciler de bu işin sosu...
Nedim Şener AKP derin devletini afişe ettiği için cezalandırılacak.
Umuyorum ki Sayın Kılıçdaroğlu ve kurmayları da oynanan bu oyunun farkındadırlar.

BAYKAL KONUŞMALI
Oda TV'yi bu kadar büyütmeleri de planlı...
Millet onu sanki Amerikan İstihbarat Örgütü gibi bir şey sanacak.
Asker bitti, sıra böyle ufak tefek işlere geldi.
Bu arada Deniz Baykal'ı da yeniden devreye soktular.
Güya Ergenekoncu gösterilmek istenilen Oda TV'ciler ona Varan-2 diyerek şantaj yapıyormuş.
Bak şu yandaş yalakalara...
Hani sizler Sayın Baykal'ı 'Ergenekon'un avukatı' diye yerden yere vurmadınız mı?
Bu rezil saldırı karşısında Deniz Baykal susamaz.
Kılıçdaroğlu'nun ve CHP'nin kendisi kullanılarak karalanmaya çalışıldığını ben anladığıma göre o da anlamıştır.
Bu komploya karşı çıkmalı, konuşmalı...

AKP'NİN GÜNAHLARINI CEMAAT'E YIKMAYIN
Muhalefetteki yazarların ve aydınların temel bir yanılgısını da gösterme zamanı geldi:
Bütün bu derin devlet operasyonlarını alıp da Fethullah Gülen Cemaatinin işi gibi sunmak; gerçeğin üstünü örtmektir.
Cemaatin polis içinde etkili olduğu doğrudur. Lakin; bu iktidar istemeden onlar kıllarını bile kıpırdatamazlar.
İşi yaptıran AKP iktidarıdır.
Sonra da sanki hükümetin bu operasyonlarla ilişkisi yokmuş havası yaratmaya çalışan da bu iktidardır.
Bırakın Fethullah Gülen'i de en azından AKP gerçeğini görün.

TÜSİAD'IN RÜYASI
TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner bile 'Yıllardır sayısız tutuklama ve gözaltı izliyoruz. Her seferinde yargıya güvenerek bekliyoruz; arkasından ne çıkacak diye. 'Bakalım arkasından ne çıkacak?' sorusunun son kullanma tarihi nedir?' diye tepki göstermiş.
Amma Başbakan Erdoğan yakında TÜSİAD'çılara yine bir fırça atar.
'Taraf olmayan bertaraf olur!'
TÜSİAD'çılar da bertaraf olmaktansa Başbakan'a iyi niyet elçisi yollarlar.
Varsın gazeteciler bertaraf edilsinler...
Varsın; caddelerde elindeki alkolmetresi ile şeriat polisi dolaşmaya başlasın.
Bankalar çalışıyor mu çalışıyor.
Borsa işliyor mu işliyor.
Hükümet; devlet kağıtları üzerinden zenginlere yüksek kar aktarıyor mu aktarıyor.
O zaman değme gitsin...
Yaşasın ileri demokrasi...

Günes, 07.03.2011




CHP'ye karşı kullanılan ajan gazeteci / Rıza Zelyut

Dün yazdım: Seçimler yaklaşırken, iktidar; adliyeyi ve polisi kullanarak CHP'ye karşı komplo peşinde.
Bunun en açık kanıtı da Oda TV'ye karşı yürütülen operasyonda ortaya çıkan bilgiler.
Dünkü iktidar gazeteleri Oda TV ile Kemal Kılıçdaroğlu arasında bağ kurmaya çalışıyorlardı.
Yine bunlar; Deniz Baykal'ı istifa ettiren Varan-1 isimli kasetin de buradan servis edildiğini söylemeye çalışıyorlardı. Elbette ki o kasetin hükümet yandaşı Vakit'in internet sitesinde yayımlandığını gizleyerek... İşin içine PKK bile katılarak, Kılıçdaroğlu-PKK-Ergenekon üzerinden CHP'ye karşı kirli propaganda yürütülüyordu.

İKLİM BAYRAKTAR OLAYI
Anlaşıldığı kadarıyla CHP'ye karşı kurulan tuzakta Oda TV'de çalışan İklim Bayraktar Kaleli isimli o sarışın kadın kullanılmış.
Bu kadın; cazibesini de kullanarak ve gazeteci kimliği arkasına saklanarak CHP'nin içine sızmaya kalkışmış.
Dünkü haberleri hatırlayalım:
Oda TV muhabiri İklim Hanım; önce Deniz Baykal'la röportaj için görüşmüş...
İddiasına göre, Deniz Baykal, İklim Hanım'a sulanmış.
İklim Bayraktar bundan sonra Gürsel Tekin'i aramış; 'Deniz Baykal, beni taciz etti!' diye yakınmış...
İş bununla da kalmamış...
İklim Hanım; CHP lideri Kılıçdaroğlu'nu da arayıp ondan randevu almış; görüşmüş.
Görüşmesinde; 'Baykal, bana tacizde bulundu. Yeniden görüşüp bu taciz işini kayda alayım. Bana bir dinleme aleti verin!' demiş.
Bu tür gizli kapaklı işlerden nefret eden CHP Lideri Kılıçdaroğlu; 'Biz böyle bir şey yapamayız; ne yapacaksanız kendiniz yapın!' diye onu başından savmış.
İş bu kadarla da kalmıyor.
Baykal için gizli kayıt cihazı isteyen İklim Hanım; meğer o cihazla Kılıçdaroğlu ile yaptığı bu konuşmasını da kayda almış.
Yapılan bu işin adı gazetecilik değil ajanlıktır...
Elbette ki İklim Bayraktar telefonlarının dinlenildiğini de biliyor ya; bu konuyu sağla solla konuşmaya devam etmiş.
Örneğin; eski YARSAV başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu'nu da arayıp durumu anlatmış. Deniz Baykal'la görüşüp onu tuzağa düşüreceğini, bunu da Kılıçdaroğlu'na götüreceğini, ama Kılıçdaroğlu'nun bunu istemediğini söylemiş. Böylece de bu konuşmaların belge haline getirilmelerini sağlamış.
Olayı Gürsel Tekin, Soner Yalçın'a bildirmiş.
O da İklim Hanım ile konuşup 'Nedir bu iş?' diye sormuş.

SERBEST BIRAKILDI
Bu İklim Bayraktar Kaleli'nin önceki vukuatını da bilirsiniz. Basına yansıdığına göre; CHP Milletvekili Muharrem İnce, güya içkili içkili bunun evine gelmiş; kendisine Kemal Kılıçdaroğlu ile ilgili gizli bir belge vermek istemiş; falan...
Kısaca özetlediğim bu haberler bir gerçeği gösteriyor:
İklim Bayraktar Kaleli; Oda TV'ye gazeteci gibi girmiş.
Amma kendi deyişi ile 'büyük balık yakalayıp ilgilisine teslim etmek' için çalışmış.
Bu süreçte de CHP Lideri Kılıçdaroğlu'nu tuzağa düşürmek için uğraşmış.
Bunu beceremeyince de kızmış gibi görünerek sağla solla konuşmuş; komployu bu haliyle olsa bile harekete geçirmiş.
Duruma Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz de dahil olmuş.
Oda TV'deki bu ajan gazeteci, soruşturmadan sonra serbest bırakılmış.
- - -
Gazeteci diye ortalıkta dolaşan bir insana böyle suçlamalarda bulunmak istemizdim. Lakin; Türkiye'deki demokrasiyi hadım edenlerin; böyle operasyonlarla kamuoyunu kandırdıklarını görüyorum. O yüzden de İklim Bayraktar Kaleli olayının tartışılmasını istiyorum.
Sayın Kaleli eğer açıklama yaparsa bu sütun kendisine açıktır.
Bilelim ki demokrasiye karşı asıl darbe, muhalefete tuzak kurmaktır.
Bir aydın olarak bu tuzakla neye mal olursa olsun savaşmaya devam edeceğim.

Günes, 08.03.2011
zelyut@gunes.com
İşgâlciler ölmeli! :turkiye:

"Bir ülkenin nüfusunun yarıya yakın bölümünün bir bölgede, dörtte birinin bir şehirde yaşaması, başlı başına tezgahtır."
Kullanıcı küçük betizi
bezgin
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 1394
Kayıt: Prş Eki 30, 2008 1:35

Re: CIA ve MİT'in CHP’yi Tasfiye Planı

İletigönderen Oğuz Kağan » Çrş Mar 09, 2011 1:08

Kim Bu Kadın?

A. İklim Bayraktar, Ayfer Kaleli veya Ayfer İklim Kaleli...

Neden farklı isimler kullandığı, gerçek isminin hangisi olduğu bilinmiyor. Bir süredir Odatv tarafından "Başarılı Ankara muhabiri" olarak lanse ediliyor. Otuzlu yaşlarda olmasına rağmen gazetecilik backgroundu hakkında hiç bir bilgi yok. Daha önce herhangi bir gazetede çalışmamış, google araması yapıldığında sadece Çorum'da yayımlanan bir yerel gazetede ismi geçiyor.

Haberlerinde kullanılan fotoğrafları, haberciliğinin önüne geçecek ve medyanın magazin iştahını tetikleyecek nitelikte. Bir siyaset muhabirinden çok bir dizi film oyuncusunu andırıyor.

İsmi önce CHP milletvekili Muharrem İnce hakkında Soner Yalçın ile yaptığı iddia edilen telefon konuşmalarında geçti. Ergenekon soruşturma ve davalarına "sehven" yüzlerce gerçek dışı kayıt eklendiğini bilen insanlar olarak, bu tür telefon tapelerine itibar etmiyor, doğruluğunu baştan kabullenmiyoruz. Gerçek olma ihtimali telefon tapelerine oranla daha güçlü olan polis ve savcılık ifadelerinin çarşaf çarşaf yayımlanmasını da yasal ve etik olmadığını düşünüyoruz.

Bu nedenle, Odatv tarafından bir süredir "muhabir" olarak lanse edilen ancak kısa bir sürede büyük bir magazin potansiyeline dönüşen bu kişinin basına yasadışı biçimde sızmış olan savcılık ifadesini yayımlamayı kendimize yakıştırmıyoruz.

Eski CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın kişilik haklarına yönelik ağır ağır ihlaller içeren, ayrıca gazetecilik faaliyeti ve üslubu açısından ciddi sorunlar taşıyan bu beyanları, siyasetin, medyanın ve hukukun düşürüldüğü durum açısından bir ibret vesikası olarak değerlendiriyoruz.

Eğer bu inanılmaz savcılık ifadesi doğru ise, Odatv tarafından "gazeteci" olarak lanse edilen ve basın meslek örgütlerinin de tutuklanan diğer gazetecilerle birlikte sahip çıktığı bu kişinin önümüzdeki günlerde çok daha sansasyonel biçimlerde gündeme geleceği hissedilmektedir.

Sözkonusu kişinin savcılık ifadesi basına yansımadan önce gözden kaçmayan bazı ayrıntılara dikkat çekmek istiyoruz.

5 Mart cumartesi gecesi saat 01.30'da Odatv, "İklim Bayraktar Serbest!" şeklinde bir haber geçti. Böyle bir haber, ajans bültenlerinde görünmüyordu, nitekim Odatv'den başka hiç bir mecrada da yer bulmadı. Habere göre İklim Bayraktar, savcılığa bile sevkedilmeden Emniyet aşamasında serbest bırakılmış oluyordu ki bu durum gözaltı prosedürü bakımından mümkün değildi. Diğer gazetecilerin tümü Emniyet'te susma hakkını kullanırken ve savcılığa sevkedilmeleri için önlerinde daha 48 saatlik yasal süre bulunurken, İklim Bayraktar hangi işlem sonucunda serbest bırakılmış olabilirdi?

Ancak, Odatv'nin İklim Bayraktar'ın avukatlarına dayandırdığı bu haber, on beş dakika sonra yayından sessiz sedasız çekildi; okuyucuya herhangi bir açıklama da yapılmadı.

Ve ertesi gün İklim Bayraktar, 15 dakika süren savcılık ifadesinin ardından serbest bırakıldı. Adliyeden çıkışında "Adalet yerini buldu" şeklindeki standart açıklamanın yanında şu sözleri de dikkat çekti:

"Savcı Bey, sorması gereken soruları sordu..."

İklim Bayraktar'ın ertesi gün basına yansıyan ayrıntılı savcılık ifadesinin on beş dakika gibi kısa bir sürede tamamlanması imkansız görünüyordu, çünkü bütün sorulara "susma hakkımı kullanıyorum" şeklinde cevap verenlerin ifadesi bile en az iki saat zaman almaktaydı.

İklim Bayraktar, bu kadar uzun ve son derece ilginç detaylar içeren bir ifadeyi on beş dakikada nasıl verebilmişti?

Akla gelen ilk soru,

"Bu ifade Emniyet'te tanzim edildi ve İklim Bayraktar bu ifadenin karşılığında mı serbest bırakıldı?" sorusudur.

Soruyu fazla şüpheci bulanlar, Ergenekon davası tutanaklarına geçen onlarca örneğe bakabilir. O örnekler, sanıkların Emniyet'te ve Savcılık'ta ne gibi tekliflerle karşılaşabildiklerini belgelemektedir.


Açık İstihbarat, 7 Mart 2011
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Re: CIA ve MİT'in "CHP’yi Tasfiye Planı"

İletigönderen bezgin » Prş Mar 10, 2011 12:14

"Tezgâh kuruyorlar"

Ailesini uyarmış: Bana yönelik bir komplo tezgâhı kurulmaya çalışılıyor, hepinizin haberi olsun. Herkes de dikkatli olsun.
Kemal Bey’e gidip bu yalanları neden anlatıyor? Çünkü, ‘Bu işi ben kendi başıma yapmadım’ demek istiyor. Kemal Bey’e de kurulmuş bir tuzak. O tuzağa düşmüş olsam ‘Sen bu işi nasıl yaptın?’ diye sorulduğunda çıkıp ‘Bunu Kemal Bey’le konuştum’ diyecek. Al sana bir büyük bomba. Ondan sonra çıkıp ‘Birinciyi de kim yaptı anladınız mı şimdi?’ diyecekler.


ESKİ CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın, “yalan, iftira, kirli bir tezgâh” sözleriyle nitelediği şahsına yönelik komplo girişimiyle ilgili olarak eşi Olcay Baykal ve kızı Aslı Baykal ile Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş’i ilk günden bilgilendirdiği ortaya çıktı. Baykal Ailesini ve yakın çalışma arkadaşlarını, “Bana yönelik bir komplo tezgahı kurulmaya çalışılıyor, hepinizin haberi olsun. Herkes de dikkatli olsun” diyerek uyardı, komplonun detaylarıyla ilgili bilgi verdi. Savcılık tutanaklarına yansıyan iddiaların basına yansımasının ardından ise Baykal, yakın çevresine şunları söyledi:




Kurulmuş tuzak

“Benimle ilgili bir komploya teşebbüs edilmiş ama bu komploya neden Kemal Bey karıştırılmak isteniyor, ince nokta bu. Kemal Bey’e gidip bu yalanları neden anlatıyor? Çünkü, ‘Bu işi ben kendi başıma yapmadım’ demek istiyor. Kemal Bey’e de kurulmuş bir tuzak. O tuzağa düşmüş olsam ‘Sen bu işi nasıl yaptın?’ diye sorulduğunda çıkıp ‘Bunu Kemal Bey’le konuştum’ diyecek. Al sana bir büyük bomba. Ondan sonra çıkıp ‘Birinciyi de kim yaptı anladığınız mı şimdi?’ diyecekler.”

Baykal’ın avukatı Muzaffer Yılmaz dün yaptığı yazılı açıklamada, “Taciz, tecavüz iddialarının dile getirilmesi gereken yer gazete sütunları, TV ekranları değil yargı mercileri. İddia sahibine ispat imkanını sağlamak üzere konuyu yargıya biz taşıyacağız” dedi. Yılmaz’ın yazılı açıklaması şöyle: “24 Ocak’ta Odatv’de gazetecilik yaptığını söyleyen bir kişi Baykal’ın TBMM’deki sekreteryasını bir buçuk saatte üç kez arayarak ısrarla görüşmek istemiştir. Gerekçe olarak herhangi bir gazetecilik faaliyeti dile getirilmemiş, bazı fotoğrafların verileceği söylenmiştir. Baykal bu kişi ile hiçbir şekilde daha önce tanışmamıştır.

10 kişi tanıktı


Ziyaretten önce de bu kişiyle Baykal arasında hiçbir telefon görüşmesi yapılmamıştır, ziyaret 15 dakika sürmüş herhangi bir fotoğraf da getirilmemiştir. Ziyaretçi, hiçbir gerginlik yaşamadan gülen bir yüzle mutlu bir şekilde ayrılmıştır. 10’dan fazla insan bu durumun tanığıdır. Bu şartlar altında bir tacizin ya da tecavüzün gerçekleşmiş olabileceğine inanmak için, insanın kötü niyetli ya da geri zekalı olması lazımdır. Baykal’ın o gazeteci ile gerçekleştirdiği tek görüşme budur. Bu görüşmeden sonra da onu ne telefonla ne de elektronik ortamda aramamıştır, mesajlaşmamıştır. Bir daha da karşı karşıya gelmemiştir.

Evde ziyaret istedi

Buna karşılık o gazeteci, Deniz Baykal’ı ev telefonundan gözaltına alınıncaya kadar defalarca aramıştır. Bu telefon görüşmelerinde yapılan buluşma talepleri, gece gündüz evine çağırma girişimleri Deniz Baykal’ı evinde ziyaret etme istekleri kararlılıkla ret edilmiştir. Bir şantaj ve komplo projesinin yaşama geçirilmesine fırsat verilmemiştir. Bir tacize ve tecavüze maruz kaldığını iddia eden kişi derhal iddiasını ispat etmeli, konuyu yargıya taşımalıdır.”

Okan KONURALP, Hürriyet, 10.03.2011
İşgâlciler ölmeli! :turkiye:

"Bir ülkenin nüfusunun yarıya yakın bölümünün bir bölgede, dörtte birinin bir şehirde yaşaması, başlı başına tezgahtır."
Kullanıcı küçük betizi
bezgin
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 1394
Kayıt: Prş Eki 30, 2008 1:35

Re: "CHP’yi Bitirme Planı"

İletigönderen bezgin » Prş Mar 10, 2011 22:26

Komplonun hedefi CHP’yi Derviş’e teslim etmek mi? / Arslan BULUT

Türkiye, zaten Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla, artan cinayetler ile taciz ve tecavüzleri tartışıyorken, Ergenekon soruşturmasında gözaltına alındıktan sonra serbest bırakılan Oda tv çalışanlarından İklim Bayraktar’ın taciz iddialarıyla ilgili telefon konuşmaları basına verildi.
Ardından Fatih Altaylı, herkesten önce davranarak İklim Bayraktar’ı konuşturdu. Televizyon ekranı, sanki insanın iç yapısını da gösteriyor.. Programı seyredenlerin İklim Bayraktar hakkında kullandığı ortak ifade şu: “Hiç güven vermedi!”
Önce şu soruyu sormak gerekir:
Taciz iddiaları, İklim Bayraktar Ergenekon soruşturması çerçevesinde gözaltına alınıp serbest bırakıldıktan sonra kamuoyuna neden pompalandı?
Dinlemeler zaten operasyondan önce kayıt altında değil miydi?
Bunun hiçbir anlamı yok mu? Bu telefon kayıtlarının açıklanabilmesi için, Oda tv çalışanlarının tutuklanması yerine sadece İklim Bayraktar’ın ifadesine başvurulsa ne olurdu? Daha doğrusu kamuoyunda nasıl karşılanırdı?
Bence konunun can damarı burası!

***
CHP eski genel başkanı hakkında taciz iddiasında bulunan kişi, bunu neden CHP’nin yeni genel başkanına anlatma ihtiyacı hisseder? Hatta bununla da yetinmeyip neden “Gürsel Tekin abi” dediği CHP genel başkan yardımcısına da anlatmak lüzumunu duyar?
Kılıçdaroğlu da Tekin de İklim Bayraktar’ın kendilerine bir AKP yöneticisinin ilişkisi hakkında bilgi verdiğini söylüyor ama CHP’ye de her türlü komplonun kurulacağını kendileri söylemiyor muydu zaten?
Ayrıca taciz iddiasından henüz kimsenin haberi yokken mağdur olduğunu öne süren bir kadın, taciz ettiğini iddia ettiği erkeğin evini neden defalarca arar?
Daha sonra ne kadar samimi olduklarını ispat etmek için mi?
Neresinden bakarsanız bakın, olayın bir komplo olduğu anlaşılıyor.

***
Randevu alınarak bir görüşme yapıldığına göre işin içine Kemal Kılıçdaroğlu’nu karıştırmak da tasarlanmış bir harekettir! Böylece Deniz Baykal’ın söylediği gibi birinci kaset olayı da Kemal Bey’in üstüne kalacaktı!
Burada asıl araştırılması gereken konu şudur:
Baykal ve Kılıçdaroğlu’na kurulan bu komplo planlandığı gibi sona erseydi, bundan kimler kazançlı çıkacaktı?
Sadece iktidar mı, yoksa CHP’deki yeni yönetimi de beğenmeyen başka güçler mi?
Dolayısıyla bu komployu kim planladı?
Bu olay bana, Amerikan siyasilerine kurulan komplolar gibi görünüyor. Çok karmaşık değil ama zekâ oyunları gibi kurgulanmış bir Amerikan filmine de benziyor!
Demek ki birileri seçim öncesi CHP’ye operasyon yapıyor. Komplocular, hedefi 12’den vuramasa da en azından eski komployu gündeme getirdi.

***

Yoksa bu operasyon, seçim öncesi Kemal Kılıçdaroğlu’nu da istifa etmeye mecbur bırakarak CHP’nin başına Kemal Derviş’i getirmek, böylece Türkiye’yi tamamen teslim almak için mi plânlandı?
Halbuki Kılıçdaroğlu’nu 16 Ekim 2010 tarihli “CHP’yi hadım eden adam!” başlıklı yazımda “Türkiye’de Başbakan olabilmek için 57’nci hükümetin büyük ortağı DSP’ye darbe yapan, erken seçimi ilk defa telaffuz ederek AKP iktidarına zemin hazırlayan Kemal Derviş, Deniz Baykal’dan sonra şimdi de Kemal Kılıçdaroğlu’na musallat oldu!
Aslında Kılıçdaroğlu’nun etrafında Kemal Derviş’in adamları var. Dolayısıyla Derviş, CHP’de de bir darbe yapabilecek durumdadır!” diyerek uyarmıştım.
O sırada Kılıçdaroğlu, Derviş ile görüşmüştü!
Tabii taciz komplosundan Kemal Derviş’in haberi bile yoktur. Zaten o bir senaryo yazarı değil, kendisine verilen rolü oynayan, siyasi bir aktör!

Yenicag, 10.03.2011
İşgâlciler ölmeli! :turkiye:

"Bir ülkenin nüfusunun yarıya yakın bölümünün bir bölgede, dörtte birinin bir şehirde yaşaması, başlı başına tezgahtır."
Kullanıcı küçük betizi
bezgin
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 1394
Kayıt: Prş Eki 30, 2008 1:35

Re: "CHP’yi Bitirme Planı"

İletigönderen bezgin » Prş Mar 17, 2011 15:34

CHP’lilerin savcılıkta ne işi var / Can Ataklı

Biliyorsunuz önce “balon haber” dendi. “Balon habere” göre Ergenekon savcıları CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu ile Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin’i ve CHP’nin Genel Başkanı Deniz Baykal ’ı ifade vermeye çağırmıştı.

Haber bizzat savcılık tarafından yalanlandı.

Aradan bir gün geçti, yalanlanan haber bu kez gerçek oldu.

Savcılık Kılıçdaroğlu ve Tekin’i “tanık ” Baykal’ı ise “mağdur ” sıfatıyla ifadeye çağırdı.

Şimdi olayı tekrar irdeleyelim:

Ankara’daki bir kadın gazeteci OdaTV muhabiri olarak Deniz Baykal’dan randevu istiyor. Kendisine randevu veriliyor.

Ayrıntıları uzatmamak için yazmıyorum. Kadın gazeteci görüşme sırasında Baykal’ın kendisine tacizde bulunduğunu söylüyor. Bunu da “bilgileri olsun” diye önce Gürsel Tekin sonra da Kılıçdaroğlu ile paylaşıyor.

Ayrıca aynı olayı telefonda başta çalıştığı OdaTV’nin sahibi Soner Yalçın olmak üzere bazı kişilere anlatıyor.

Polis kadın gazetecinin konuştuğu Soner Yalçın’ı dinliyor.

Bu konuşmayı deşifre edip Ergenekon savcısının önüne koyuyor.

Kadın gazeteci de Ergenekon nedeniyle gözaltına alındığında, savcı taciz olayını da soruyor. Her nasılsa bu sorgu yine medyaya yansıyor.

İşte işin püf noktası bu. Ortada bir şikâyet yok, ileri sürüldüğü gibi bir tehdit ya da şantaj da yok. Kimse şikâyetçi değil, kimse kendini mağdur hissetse bile olayın daha fazla büyümesini istemiyor. Sadece adı geçen siyasetçiler kadın gazeteciye dava açacaklarını söylüyorlar.

Peki bu durumda Kılıçdaroğlu, Tekin ve Baykal’ın savcılığa çağrılmasının bir anlamı var mı?

Şöyle var: Seçime çok az bir zaman kala oylarını yükselttiği görülen CHP’nin çirkin bir olaydan yola çıkılarak Ergenekon ile ilişkilendirilmek istenmesidir bu.

Vatan, 15.03.2011
İşgâlciler ölmeli! :turkiye:

"Bir ülkenin nüfusunun yarıya yakın bölümünün bir bölgede, dörtte birinin bir şehirde yaşaması, başlı başına tezgahtır."
Kullanıcı küçük betizi
bezgin
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 1394
Kayıt: Prş Eki 30, 2008 1:35


Şu dizine dön: Devlet ve Siyaset

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 9 konuk

x