CIA'nın Çetecileri! (5)
"Bizim Oğlanlar" Hep Kazanacaktır!
Bir darbenin yapılabilmesi için gerekli olan zaman ve zeminin dışında önemli olan iki kaynak, iç ve dış desteğin sağlanmasıdır.
12 Eylül'ün halen iktidar olduğu, CIA çetecilerinin, 12 Eylül çocuklarının iktidarını daha iyi anlamak için 22 Şubat ve 21 Mayıs darbe girişimlerini de kısaca anımsamak gerekir.
1960 27 Mayıs Devrimi'nden genel seçimlere giden süreçte, ABD ve Avrupa ilişkilerinde aslında değişen fazla bir şey olmamıştır. Örneğin ABD'nin 1961 Ocak ayında yaptığı 43 milyon dolarlık yardımla birlikte Türkiye'ye yaptığı yardım tutarı 279 milyon dolara ulaşmıştır. Ayrıca Türk ve Alman İş ve İşçi Bulma Kurumları arasında bir antlaşma imzalanmış ve 105 kişilik ilk Türk işçi kafilesi Almanya'ya davul, zurnalar eşliğinde uğurlanmıştır. 2 Haziran 1961'de Almanya Ve Türkiye arasında kredi antlaşması imzalanmıştır.
Genç subaylara göre, 27 Mayıs'ı DP hükümetini deviren basit bir hükümet darbesi gibi gösteren, bu sürecin üstü çizilmeli ve 27 Mayıs'ın devrimci yanı garantiye alınmalıdır. Devrim, halkın kayıtsız şartsız egemenliği için yapılmıştır.
Üstelik 15 Ekim 1961'de yapılan seçimlerde umut edilen olmamış, DP'nin yerine kurulan AP % 34.8 gibi bir oy alarak, % 36.5 alan CHP'nin karşında bir büyük güç olarak varlığını göstermiştir. TBMM'deki 450 milletvekilinin 173'ü CHP'nin, 158'i ise AP'nindir. 150 üyesi olan Senato'da ise 71 senatör ile ağırlık, AP'ye aittir.
Seçimlerden çıkan tabloya göre siyasi ortam, 27 Mayıs öncesine dönüşmek üzeredir. Bunun yanı sıra ordudan tasfiye ve emekli edilen Kemalist subayların çoğunluğu, aslında 27 Mayıs harekatının başlangıç noktasında var olan, ancak 27 Mayıs'ta Kore'de görevli olduğu için kadro dışı kalan Albay Talat Aydemir'i rahatsız etmektedir.
Konumuz 12 Eylül olduğuna göre bu süreci uzun ve detaylarıyla anlatmam mümkün görülmemektedir. Bir kaç satırla değinirken 21 Mayıs harekatının kurbanlarından -evet kurbanlarından- rahmetli eşim Kara Harp Okulu son sınıf öğrencisi Fehmi Özen'in bir sözünü sizinle paylaşmak istiyorum. "HARBİYELİ ALDATILDI."
22 Şubat darbe girişiminin, başarısızlığının tescil edilmesinden sonra Kara Harp Okulu öğrencileri mecburi izin verilerek evlerine gönderilmiştir. İstanbul'da bir araya gelen öğrencilerin Taksim Anıtı'na koydukları çelengin üzerinde "HARBİYELİ ALDANMAZ" yazılıdır.
1459 Harbiyeli, Askeri Ceza Kanunu'ndan yargılanmış, 450'si muhtelif cezalar almış, geri kalanları ise beraat etmiştir. Ancak beraat edenler bir kez daha Askeri Disiplin Talimatnamesi'ne göre, ikinci kez cezalandırılarak TSK ile ilişkileri kesilmiştir. Bu tarihte bir ilktir. Talat Aydemir ve Fethi Gürcan hakkında verilen idam cezaları, TBMM'de AP ve CHP'li milletvekillerinin oylarıyla onanmış, her ikisi de asılarak idam edilmiştir.
Zamanın Genel Kurmay Bşk.nı Cevdet Sunay, Harp Okulu öğrencilerinin ordudan ihraç kararını imzalamamıştır. Ancak Sunay'ın Roma'daki bir NATO toplantısına katılması nedeniyle vekaleten bu görevi sürdüren Orgeneral Memduh Tağmaç, kendi çocuklarını sokağa atan bu kararı imzalamakta bir an bile tereddüt etmemiştir. Bu imzanın ardından TSK'daki Kemalist kadro adeta törpülenmiştir.
Ancak zamanın Genel Kurmay Bşk.nı Cevdet Sunay'ın bu kararı asla siyasi bir tavır değildir. İnsancıl, babacan ve vicdani bir duruştur. Çünkü 12 Mart Muhtırası'nda Cevdet Sunay ve Memduh Tağmaç birlikte hareket etmiştir.
Bu kararla birlikte Harp Okulları tedrisatında değişiklik yapılmış, 2 senelik süre dört seneye çıkarılarak Kara Kuvvetleri'ne yeni subayların katılımı ertelenmiştir.
22 Şubat ve 21 Mayıs, iç ve özellikle dış destekten yoksun olduğu için başarılı olamamış, darbe girişimleridir.
Ancak 12 Eylül iç ve dış mihraklar tarafından özenle alt yapısı hazırlanan ABD'nin"Bizim çocuklar kazandı" diye alkışladığı bir darbedir.
Ancak bu darbe sürecini 11 Eylül'de başlatıp, 13 Eylül'de sonlandırırsak, büyük bir yanılgının içine düşeceğimiz gerçeğini yadsımamız mümkün değildir.
Darbecilerin ve destekleyicilerinin, 80 öncesindeki süreci yazdıkları ve uygulamaya koydukları senaryo ile büyük başarı ile yönettikleri bir gerçektir.
Bireysel katliamlar, gazetecilerin ve bazı siyasetçilerin öldürülmesi, suçluların cezaevlerinden kolayca kaçmaları, suçların faillerinin yakalanmaması ve Sivas, Kahramanmaraş ve Çorum olayları... Bunların tümü darbe senaryosunun gereğidir.
Şehirler mahalle, mahalle, sokak, sokak paylaşılmıştır. Orta öğretimde bile öğrenciler, bu ayrışmayı sınıflarına kadar sokmuşlardır. Her gün insanlar ölmektedir. Bu ölümler öylesine olağan bir gelmiştir ki, basın 25 kişinin ölümü ile ilgili haberi tek sütuna sığdıracak kadar normalleştirerek yayımlamışlardır.
Türk milleti yaratılan kaos ve kardeşin, kardeşi öldürdüğü, insanların hava karardıktan sonra sokağa çıkmaktan korktuğu bir ortamda iki seçenekle karşı karşıya bırakılmıştır. Ya öleceksin ya da bu habis ortamdan kurtulmak adına, sağlam hücrelerini yok eden kemoterapi tedavisine razı olacaksın. Türk milleti bilinç altına şırınga edilen korku nedeniyle "darbe"yi tercih etmiştir. Nazlı Ilıcak'ın deyimiyle "Huzur namlunun ucundadır."
12 Eylül'den bu yana Türk milleti özellikle beyin hücrelerini etkileyen bir tedavinin etkisi altındadır.
"Tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan?" Bu söylem aslında çok bilinmeyenli bir denklemdir. Aslında benim üzerinde çok düşündüğüm, cevabını verirken de zorlandığım bir denklem daha vardır.
"24 Ocak Kararları'nın mimarı ve uygulayıcısı Turgut Özal 12 Eylül'ün ürünü müdür ve/veya 12 Eylül 24 Ocak Kararları'nın mimarının bir ürünü müdür?"
Zamanın Başbakanı Süleyman Demirel'in Zincirbozan'a gönderildiği ortamda, Turgut Özal'ın cunta kabinesinde, başbakan yardımcısı olarak görev alması, ektiği tohumun hasadını toplamayla eş değerdir.
Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve Yargıtay üyeleri 12 Eylül cuntacıları ziyaret ederek, darbecilere bağlılıklarını bildirmişler, milletin başına amir kesilen, devletin memurlarını adeta yasallaştırmışlardır.
12 Eylül ve/veya Kenan Evren adaleti ise "bir ondan-bir bundan" şeklinde tecelli etmiştir. Bir sağdan, bir soldan kişiler asılarak traji-komik bir şekilde sözde adalet (!) sağlanmıştır. insanlar sadece düşündükleri ve düşündüklerini ifade ettikleri için cezaevlerinde inanılmaz işkenceler görmüştür.
Türkiye'yi bugünlere getiren 12 Eylül'ün gerçek patronu darbeci beş general midir? Acımasız kararların altına imza atan, kalemlerini kıran yargıçların hiç mi suçu yoktur?
Ya cunta kabinesinde yer alan bakanların, yalakalık adına darbeyi göklere çıkaran ve destekleyen basının, işkencilerin?..
12 Eylül bir ABD darbesidir. Gerçek patron Pentagon ve CIA'dır.
Kenan Evren çıkardığı kanun kuvvetinde kararname ile Türkiye'nin 12 eyalete bölünmesini istemiştir. Fakat onanmasını seçimlerden sonra iktidara gelecek partiye bırakmıştır. Özal iktidarı ise "Halkın infialini kazanırız" gerekçesiyle, bu kararnameyi onaylamamış ve "şimdilik" kaydıyla rafa kaldırmıştır.
Günümüzün iktidarı ise "AB Yerel Yönetimler Özerklik Şartı"nı imzalamış, Kalkınma Ajansları ile Türkiye'yi bölgelere ayırmış, devletin valilerini bu çalışmaların başkanı olarak da atamıştır. Türkiye "Başkanlık Sistemi"ne doğru hızla ilerlemektedir.
İktidarının ilk yıllarında "Diyarbakır bu bölgenin yıldızı olacaktır" diyen Sn. Erdoğan'ın söylemi mimlenmiş ve Selahattin Demirtaş tarafından "Diyarbakır Kürdistan'ın başkenti"ne dönüştürülmüştür.
Bu örnekleri çoğaltmak elbette mümkündür. Demirel'in, Deniz Baykal'ın, Cindoruk'un ve gerçek diğer mağdurların, 12 Eylül davasına müdahil olmadığı ortamda iktidarın müdahil olması ne derece doğrudur sorusunu sormak elbette mümkündür.
12 Eylül'ü destekleyen basın patronlarının ve yazarlarının hem kendileri hem de çocukları bugünün iktidarını da desteklemeye devam etmektedirler.
12 eylül'ün gerçek mimarı Amerika ise gene iktidarın destekçisi ve stratejik dostu olduğunu açıkça ifade etmektedir.
O zaman değişen nedir? Biri bana anlatsın... Zira benim yaşlı beynim bu olanları anlamakta zorlanmaktadır. Kim, kimi yargılıyor Allah aşkına?
Graham Fuller'in "Bizim çocuklar kazandı" söylemi halâ geçerliliğini korumaktadır.
"Her geleni etekleriz" Bu huyumuzdan vazgeçmediğimiz takdirde, "Bizim oğlanlar" hep kazanacaktır. Bundan emin olun...
Figen ÖZEN, 12 Nisan 2012