Çirkin Batı, Derin Merkez Ve Türkiye / Prof. Dr. Cihan DURA

Çirkin Batı, Derin Merkez Ve Türkiye / Prof. Dr. Cihan DURA

İletigönderen Oğuz Kağan » Sal Mar 04, 2014 18:29

Çirkin Batı, Derin Merkez Ve Türkiye

İnsanlık tarihi, bir bakıma, halk topluluklarının yönetici denilen bir sınıf tarafından yönetme adına ezilmesi, sömürülmesi tarihinden ibarettir. Bu “yasa”-en basitinden en karmaşığına- bütün toplumlar için geçerli olmuş, büyük küçük bütün toplumlarda mutlaka böyle bir sınıf ortaya çıkmıştır. Söz konusu sınıf, koşullar gerektirdiği ya da zorladığı zaman sermaye sınıfı ile ittifak kurmuş; çoğu zaman da onun emrine girmiştir. Eğer kurulu düzende tarih boyunca bir değişme olmuşsa, o da sömürünün tür ve boyut değiştirmesi, sömürü şekillerinin gittikçe daha rafine hale gelmesidir. Söz konusu düzen tarih boyunca boyut değiştirmiş, kabaca kabile ölçeğinden ulus ölçeğine, oradan da uluslararası ölçeğe yükselmiştir.

Bugün dünyanın bütün ülkeleri, bu arada Türkiye de “Derin-Merkez” dediğim en yüksek ölçekteki “yönetici” sınıfıyla onların aramızdaki, -ulusal ölçekteki- işbirlikçilerinin kontrolü ve tehdidi altındadır. Atatürk Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı bir konuşmada (1921) bu güçleri “iki zorba kuvvet” olarak adlandırır ve şöyle tanımlar: “Milletimiz yüzyıllardan beri iki zorba kuvvetin, iki yok edici kuvvetin baskısı altında üzülmüş, acı duymuştur. O kuvvetlerden biri, doğrudan doğruya ülke ve milleti yönetmek iddiasında bulunan despotlar; ikincisi de bütün bir emperyalist ve kapitalist dünyasıdır.”

***
Eğer biri bana “tarihte insanlığın başına gelen en büyük felaket hangisidir” diye sorsa, hiç tereddüt etmeden “Batı Emperyalizmidir” derim. Bu küresel felaketin öncüsü İngiltere olmuştur; günümüzdeki temsilcisi ise Amerika Birleşik Devletleri’dir (ABD).

Emperyalizm tarihte iki temel üzerinde yükselmiştir: Birincisi sömürgeciliktir, diğeri ise teknik ilerleme. Sömürgecilikle teknolojik ilerleme bir arada gitmiştir. Daima biri diğerini tahrik etmiş, birbirini daha ileri bir noktaya taşımışlardır. Avrupalılar teknolojide ilerledikçe, elverişli teknolojik imkânlara kavuştukça, dünyanın -o zamana kadar bilmedikleri- diğer bölgelerine ulaşmaya başlamış, buralarda yaşayan halkları üstün teknik silahlarla sindirip köleleştirmiş, pazarlarını ele geçirmiş, doğal kaynaklarına el koymuşlardır. Bu marifetlerine de “coğrafi keşif” adını vermişlerdir.

Avrupa, yaptığı ilk talan ve katliamları XVI. Yüzyıl’a girerken Amerika’da gerçekleştirmiştir. Yeni kıtanın bir yandan altın ve diğer zenginliklerini Avrupa’ya taşırken, bir yandan da halklarını angaryaya tabi tutmuş, katletmiş, Hristiyanlaştırmış, uygarlıklarını yok etmiştir. Amerika’daki bu soygun ve vahşet sadece bir başlangıç olmuştur. Avrupa’nın kanlı sömürgeciliği dur durak bilmemiş; Asya’ya, Çin’e, Hindistan’a, Ortadoğu’ya, en sonra Afrika’ya kadar uzanmıştır. Bütün bu bölgelerin zenginlikleri yüzyıllar boyunca Avrupa’ya taşınmış, ülkelerin kendi doğal gelişmeleri durdurulmuş hemen her yerde bir tür “ekonomik-kırım” gerçekleştirilmiştir. Günümüzün Zengin Batı’sı kendisini sanayileşmeye ve refaha götüren sermaye birikiminin önemli bir kısmını bu yoldan, yani sömürgecilikle gerçekleştirmiştir.

Ardı arkası kesilmeyen başarılarla şımarmış olarak, bu zalimler kendilerini adeta dünyanın sahipleri gibi görmeye başlamışlardır, Atatürk’ün dediği gibi: “İstilacı, mütecaviz, saldırgan olan devletler; yerküreyi kendilerinin malikhanesi kabul etmekte ve insanlığı, kendi hırslarını tatmin için çalışmaya mahkûm esirler olarak görmekte”ydi.

***
Sömürgecilik ve emperyalizm, farklılaştırılmış görüntü ve söylemler arkasında günümüzde de devam etmektedir: Bu defa demokrasi, insan hakları, özgürlük, Neoliberalizm, küreselleşme, serbest piyasa gibi paravanları kullanarak her yerde, Çevre ülkelerinde, en belirgin olarak da Irak’ta, Suriye’de, Afganistan’da, Pakistan’da, Afrika’da, hattâ Türkiye’de değişmez hedeflerini aynı inat ve kararlılıkla gerçekleştirmeye çalışmışlardır, çalışıyorlar.

Bugünün aynası dündür. Bugünün kökleri tarihtedir. Bugünü geçmiş besler. Tarihimizde 1838 yılı ve daha sonra olup bitenler günümüz Türkiye’sinin sorunlarına ışık tutar. Tabiî uyanık olana, görebilene, fark edebilene!... Emperyalizmin Türkiye’ye girişi, esas itibariyle 1838 İngiliz-Osmanlı Ticaret Antlaşması ile gerçekleşmiştir. Tarih, ancak aklını kullanmayan toplumlar için bir tekerrürdür. Akıllı toplumlar içinse, kendi çıkarlarına uygun “zaman üstü” bir planın uygulanmasından ibarettir. Bizler ne yazık ki ilk grup içinde yer aldığımızdan, 1838 sonrasındaki seksen yıl boyunca ne yaşadıysak, bugün de hemen hemen aynısını yaşıyoruz. Osmanlı’nın ekonomik çöküşü, İngiltere ile yapılan 1838 Serbest Ticaret Antlaşması’yla ivme kazanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin geriye gidişi ise 1945’den itibaren ABD ile imzalanan ikili antlaşmalar ve Avrupalı emperyalist devletlerle yapılan 1963 Ankara Antlaşması ile başlamıştır; daha sonra yapılan antlaşmalar ve alınan kararlarla pekişmiştir. “Demokrasi”ye geçiş hiçbir şeyi değiştirmemiş, tersine Atatürkçü atılımdan geriye dönüşün, hatta Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünmeye sürüklenişinin önünü açmıştır.

***
Batı’yı toptan ret ve inkâr etmek elbette doğru değildir. Ben Batı’yı, bu nedenle hep iki kısım olarak düşündüm: Güzel Batı, Çirkin Batı... Bunlar iç içe olmakla beraber birbirinden önemli farklarla ayrılırlar. Güzel Batı bilimin, tekniğin, sanatın, ahlakın Batı’sıdır. Çirkin Batı ise bunun tam tersidir: bilim istismarının, çirkinliğin, sömürünün, ahlaksızlığın Batı’sıdır. Emperyalizm zulmünü dünyanın başına bela eden, işte bu ikincisidir, Çirkin Batı’dır. O Çirkin Batı ki ekonomik gücünü ve buna bağlı olarak refahını artırdıkça, ulaştığı üstün ve imtiyazlı konumu kaybetmemek için, politik bakımdan da güçlü olmanın gerekli olduğunu gördüğünden, küresel ölçekte örgütlenmeye girişmiştir. Daha somut bir anlatımla, Çirkin Batı eline geçirmiş olduğu tarihî fırsatı ve nimeti başka ülkelere kaptırmamak, kurduğu sömürü düzenini sürekli kılmak için küresel bir teşkilatlanmanın şart olduğunu fark etmiştir. Dünya çapındaki sömürüsünü daha bilinçli gerçekleştirmek, daha bilimsel kılıflara büründürmek, çevre ülkelerde ortaklar bulmak ihtiyacı duymuştur.

İşte bu bağlamda Batı içinde bir güç odağı oluşmuştur ki buna Derin Merkez adı verilebilir. Derin Merkez bulunduğu ülkede, ABD’de, hem kendi devletini hem diğer dünya ülkelerini nüfuzu ve etkisi altına almış, bunları kendi politika ve çıkarlarına elverişli bir kalıba sokma çabası içine girmiştir. Bu çabanın nihaî hedefi büyük bir olasılıkla, Derin-Merkez’in egemen olduğu, diğer bütün ulusların -bazıları parçalanarak- uyruk haline getirildiği bir “Tek Dünya Devleti”nin kurulmasıdır.

Derin-Merkez nedir? Şöyle tanımlanabilir: “küresel ekonomide asıl güç kaynağı ve gerçek karar merkezi olup, dünyadaki servetin çok büyük bir kısmını elinde tutan, az sayıda Amerikalı sermayedardan oluşan, ülkeleri yönlendirebilen büyük bankerler ya da finans tekelleri grubu”dur. Merkez’in örgütlenmesi, esas itibariyle XIX. yüzyılda başlamıştır. Ana örgütler Dış İlişkiler Konseyi (CFR), Bilderberg ve Üçlü Komisyon’dur. IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi çoğu “uluslararası” örgütler Derin-Merkez’in bu yapılanmasının nüfuz ve etkisi, hattâ emri altındadır. Derin-Merkez her ülke içinde -Atatürk’ün Nutuk’ta “dahilî bedhahlar” olarak andığı- bir işbirlikçi kesimle ortak çalışır. Bu iç bedhahlar olmasa, hiçbir emelini gerçekleştiremezdi. Bundan başka Derin Merkez’in hizmetinde olup tüm ülkelere yayılmış özel ajanlar vardır ki bunlara “ekonomik tetikçi” adı verilmektedir. Ekonomik tetikçiler Derin-Merkez’in küresel şirketleri için, yani ulus-ötesi şirketler için çalışır. Ekonomik tetikçilerin kullandığı başlıca teknikler, kurban seçilen ülkeleri borçlandırma ve göz boyamaya yarayan sözde bilimsel ekonomik modellerdir.

Günümüz emperyalizmi, anlaşılıyor ki tarihte görülmemiş, yepyeni bir yapılanmaya gitmiş, küresel çıkarlarını küresel bir örgütlenmenin zırhı ve koruması altına almış bulunmaktadır. Hedef her yönüyle Batı lehine işleyen kurulu ekonomik düzeni muhafaza etmek, bunu daha ileri mertebelere götürmek, son hedef olarak böylesine zalim bir düzenin dünya imparatorluğunu kurmaktır. Bu durumun dünyanın diğer ülkeleri -örneğin Türkiye- açısından anlamı ise, gittikçe daha fazla sömürülmek, daha çok fakirleşmek ve sonunda köleleşmek; siyasi bakımdan da bölünüp parçalanmaktır.

***
Batı Emperyalizmi… İnsanlığın başına gelen en büyük felaket...

Çirkin Batı’ya bu imkânı sağlayan birinci faktör sahip olduğu teknolojik üstünlüktür. Bu sayededir ki dünyanın dört bir tarafına ekonomik, siyasal ve askerî saldırılar düzenlediler, düzenliyorlar, Bu saldırılardan Osmanlı devleti de payını almış; İngiltere ile yaptığı 1838 Serbest Ticaret Antlaşması’ndan sonra, hem ekonomik hem de siyasi bakımdan bir çöküş sürecine girmiştir. Atatürk dönemi dışında Türkiye Cumhuriyeti de aynı kaderi paylaşmaktan kurtulamamıştır: Geriye gidiş 1945’den itibaren ABD ile imzalanan ikili antlaşmalar ve Avrupalı emperyalist devletlerle yapılan 1963 Ankara Antlaşması ile başlayıp hızlanmıştır; Daha sonra yapılan antlaşmalar ve alınan kararlarla da pekişmiştir. “Demokrasi”ye geçiş hiçbir şeyi değiştirmemiş, tersine bu geçiş Atatürkçü atılımdan geriye dönüşün, hatta Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünmeye sürüklenişinin önünü açmıştır.

Emperyalizm söylem ve eylem bakımından farklılaşmış olarak günümüzde de devam etmektedir. Emperyalizm zulmünü dünyanın başına bela eden Çirkin Batı, diğer adıyla Derin Merkez ulaştığı imtiyazlı konumu kaybetmemek için, küresel ölçekte örgütlenmeye girişmiş; her ülkede bir işbirlikçi kesimle birlikte çalışmıştır. Bu durumun dünyanın sömürülen ülkeleri -örneğin Türkiye- bakımından anlamı açıktır: Gittikçe daha fazla sömürülmek, daha çok köleleşmek; siyasi bakımdan da bölünüp parçalanmak!...

Önemli bir sonuç şudur: Türkiye’nin bugünkü acil sorunlarına çare ararken bu özetlediğim küresel ekonomik ve siyasal koşulları da mutlaka hesaba katmalıyız. Asla unutmayalım ki, Atatürk Milli Mücadele’yi yürütürken, Batı’daki askerî, siyasal ve ekonomik gelişmeleri yakından takip etmiş, Millî Mücadele stratejisini ona göre belirlemiş, gerektiğinde ona göre değişiklikler yapmıştır.

Prof. Dr. Cihan DURA, 3 Mart 2014

Resim
http://www.milliiradebildirisi.org
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Şu dizine dön: Cihan DURA

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 2 konuk

x