Çocuklarımıza Teğmen Yıldırım Kemal'i Anlatmadıkça, Cumhuriyetimizi Yaşatamayız
Diyorum ki, şu ebu falanları, ibni filanları, hazreti’leri, Marx’ları, Mao’ları, Che’leri biraz dinlenmeye bırakalım; azıcık da kendi insanımıza bakalım, kendi yiğitlerimizin, kendi büyüklerimizin adlarını analım.
Bu yakıcı sorunumuz hakkında epeydir, bir yazı kaleme almayı düşünüyordum. Ta ki, Dr.Yener Oruç’un “Atatürk’ün ‘Fikir Fedaisi’ Dr. Reşit Galip” (Gürer Yayınları, İst., 2007) kitabını bir kez daha okumak için kütüphanemden alana kadar. Giriş kısmını okumaya başlayınca, donup kaldım. Tam da benim düşündüğüm sorunu dile getiriyordu! Ve bundan daha güzeli de yazılamaz, anlatılamazdı. Aşağıda özetleyerek, ufak tefek katkılarımla sunuyor, değerli okur, seni de aynı konuda gayret göstermeye davet ediyorum.
* * *
Fakülte yıllarımda tıp dünyasının dışında, toplum yaşamının yaralarını sarmak için, toplumsal yaşama katkıda bulunan isimler sayılırken, bilinçli veya bilinçsiz bizden isimlere yer verilmiyordu. Öykündüklerimiz hep diğer milletlerin insanlarıydı. O kadar ki, amfilerimize adları verilmiş birçok hocamıza bile yabancıydık.
Unutturulanlar yalnız tıbbiyeli isimler değildi. “Yüz Türk Büyüğü” gibi kitaplar vardı, ama ne bağımsızlık mücadelemizin ne bu mücadele sonunda kurulan Türkiye Cumhuriyeti ile ulusumuzun geleceği için çırpınan büyük isimler hakkında ulusal bir bellek oluşturmamıştık.
Ne efsanevi süvari paşası Fahrettin Altay’a, ne bağımsızlık aşkıyla yanan Tıbbiyeli Hikmet’e, ne de yaraları iyileşmediğinden taburcu edilmeyeceğini düşünerek hastaneden kaçan, Büyük taarruza katılıp 24 yaşında şehit düşen teğmenimiz Yıldırım Kemal’e, ne Yahya Kaptan’a, Şerife Bacı’ya, Kara Fatma’ya toplumsal belleğimizde yer verilmedi. Bunların kaçı şiirleşti, kaçı kitaplaşıp romanlaştı, kaçını tiyatroya, sinemaya aktardık? Eğer geçmiş geleceğe tutulacak bir ışıksa, bu yoksullukla bir adım önümüzü bile görmemiz mümkün değil!
Buna karşılık Marx, Mao, Che, “Hazreti” falan veya filan, bir sürü yabancı, bizden olmayan isimleri çok sevmiştik. Ne yazık ki, bunları öğrenip öğretirken, eser ve eylemleriyle tarihte yer alan, varlıklarını fedakârca bizlere armağan eden, bizden isimleri, batı ve arap hayranlığıyla adeta unutmuştuk. Üstelik unuttuklarımız bizi biz yapan, Cumhuriyetimizi bize armağan eden kimselerdi. Onlar, Recep Çavuş’undan Yahya Kaptan’ına, Asker Makbule’sinden Kara Fatması’na, Ayşe Nine’sine, ulusumuza zafer tacı giydirme gayretindeki kahramanlardı, ulusal kültürümüzün, millî birliğimizin parçasıdırlar. Dahası Cumhuriyetimize kanat geren bilim adamlarımız, sanatçılarımız, meslek adamları ve idarecilerimiz var.
Onlara verilecek değer kültürümüzün kalkanıdır, millî birliğimizin sigortasıdır. Onları unutmak, öğrenmemek, öğretmemekse, bu kalkandan bu sigortadan yoksun kuşaklarla geleceğe yürümeğe kalkışmaktır.
Oysa, bize bu kalkanı ve sigortayı sağlayacak, Cumhuriyet tarihimizde pek çok yıldız isim vardır. Onlar bizdendi, bizimdi; öğrenmediğimiz, unutup gittiğimiz o yıldız isimlerin belleklerimizdeki yeri; kendimize kılavuz aldığımız yabancı isimlerden çok daha öncelikli, yol gösterici ve kalıcı olmalıydı.
Çoğu zaman, toplum hayatımızda rehber olacak bu şahsiyetlerin adlarını cadde, meydan ve okullara vermekle yetindik. Bu, elbette gerekliydi. Ancak tarihî borcumuzun ve sorumluluğumuzun sınırı bu kadarcık mı olmalıydı? Hayırseverlerin de adları veriliyor sokaklara, okullara. Cumhuriyetimize can verenlerin bir farkı olmak gerekmiyor muydu? Tarihî şahsiyetlerin fikir hayatımızdaki yeri, tarihteki rolleri halk tarafından anlaşılmadan, iyi niyetle de olsa şuraya buraya adlarının konulması boşluğa atılan bir adımdan başka bir şey değildir. Hatta beklenenin aksi sonuçlar verir, o isimleri sıradanlaştırır. Onlar bundan kat kat önemli saygılara layıktır.
Cumhuriyet tarihimiz yalnız bize değil, dünyaya örnek olacak fikir ve eylem adamlarıyla doludur.
Yeter ki, araştıralım onları, öğrenelim, anlayalım.
Onlar için yazılar, romanlar, kitaplar kaleme alalım. Şiirler, destanlar söyleyelim.
Biraz da onları analım, onları anlatalım, onları örnek alalım.
Prof. Dr. Cihan DURA, 25 Mart 2016