
Ünlü teolog Philip Schaff, The Creeds of Christendom With A History and Critical Notes adlı eserinde (New York: 1877) Hıristiyan inanç esasları konusunda şu açıklamayı yapar: Miladi dördüncü yüzyıla ait olan ve bu güne kadar gelen Hıristiyan inanç esasları Baba, Oğul, Kutsal Ruh ekseninde şöyle formüle edilmiştir: (a) Ben, Tanrı’ya, Kudretli Baba’ya, (b) O’nun biricik oğlu Rab İsa’ya; (c) İsa’nın bakire Meryem ve Kutsal Ruh’tan doğmuş olduğuna, (d) Pilatus zamanında çarmıha gerilmiş ve gömülmüş olduğuna, (e) üçüncü gün ölüler arasından dirilmiş olduğuna, (f) Göklere yükselmiş olduğuna, (g) Baba Tanrının sağına oturmuş olduğuna, (h).Oradan ölüleri yargılamak üzere ineceğine, (h).Kutsal Ruh’a, (i) Kutsal Kiliseye, (k) günahların bağışlanacağına, (m) ölülerin dirileceğine inanırım. Arthur C. Headlam, What It Means To Be Christian, (Oxford: 1932) adlı eserinde aynı esasları tekrar eder. Michael Shaughnessy ise A Consice Catholic Cateheism, (London: 2002) adlı eserinde inanç esaslarını aynı şekilde sıralar. IV. asırdan XIX asra, XIX. Yüzyıldan XXI. Yüzyılın başına kadar değişen bir şey yoktur. Belirtilen esasların Kur’ân’ın Allah tasavvuruna ve ortaya koyduğu inanç esaslarına aykırı olduğu ortadadır. Kur’ân, Hıristiyanlığın köken itibariyle İbrahimi geleneğe dayandığını belirtir. Fakat dönüşerek farklı bir dinselliğe büründüğünü açıkça vurgular. Dinden dinselliğe dönüşümü de tahrif olarak niteler.
Diyalog edebiyatı üzerinden yeni bir dinsellik / tahrif gündemdedir. Bu tahrifin kodu: Hıristiyan-Müslüman, Müslüman-Hıristiyan teolojisidir. Bu teolojik yakıştırmaya göre bir insan hem Hıristiyan hem Müslüman, hem Budist hem de Yahudi olabilir. Aktüel dergisinde (Sayı: 107, 2007, ss.28) yayınlanan bir röportajda bu anlayış, yeni kimlik edinmenin gereği olarak sunulmaktadır. Buna göre kadın papaz Ann Holmes Redding hem kilisede ayin yönetiyor hem namaz kılıyor, başını örtüyor. Peki, bir insan iki dinli olabilir mi? Bu soruya DİB olumsuz cevap veriyor. Ne var ki bir ilahiyat fakültesi öğretim üyesi “derin psikolojik analizler” eşliğinde prensip olarak evet diyor. İlim adamı olmak değil de kafası bulanık meczupların müritliğine soyunmanın sonucu budur.
Yeni tahrifin gerekçeleri şöyledir: İletişim ağları zaman-mekân sıkışmasına neden oluyor. Değişik dini geleneklerle yüzyüze gelen birey; artık tek kimlikle yetinmiyor. Kendini belirleyen sınırları aşarak farklı kimlikler ediniyor. Geleneğin hakikat anlayışı tekçi tutumu öneriyor. Oysa liberal toplum farklı kimliklere açık bireylerden oluşuyor. Dolayısıyla farklı kimliklerle yüzyüze gelen bireyler; eklektik kimlikler ediniyor. Her inanç ve fikri akımla aynı ölçüde yüzleşen, hayatın içinde pratiklerini gören birey; kendi kültürel sınırlarını yıkarak eklektik bir kimlik ediniyor. “Söz konusu gerekçeler etrafında bir insanın hem Müslüman hem Hıristiyan olabileceği ileri sürülüyor.”
İman etmekle siyasi tutumları birbirine karıştıran çok kimlikli meczuplar, sadece kavramları değil, açık hükümleride karıştırıyor. Farklı bir din mensubuna saygı, onu aldatmak değildir. Egemen güçlere yaranmak için imanı pazara çıkarmak hiç değildir. İman, çok kimlikli olmayı asla kabul etmez. Dinlerin birbirini aydınlatması, desteklemesi başka şey, üç dinin bütün esaslarına aynı ölçüde iman etmek başka şeydir. Bütün ilahi dinlerde imana yüklenen anlam gereğince bir insan aynı anda birbirinden ayrılan üç farklı dine iman edemez. Eğer ettiğini söylerse, din dilinde bunun adı nifaktır. Ne var ki çok kimlikli meczuplar ‘eklektik inancın’ bilinen dinlerden biri olmadığını, tüm dinlerin üzerinde olduğunu söyleyerek küresel tahrife imza atarlar. Böyle bir akımın vassalı olanlar bilmelidir ki uzlaşma ve diyalog, dinleri çarpıtmak ve mensuplarını aldatmak değildir. Müslüman olduğunu iddia eden çok kimlikli meczuplara Kur’ân’ın şu beyanını hatırlatmakta yarar var: “Bütün bunlar şu yüzden başınıza geldi: Tek Allah’a iman etmeye çağrıldığınız zaman bunu reddettiniz. Allah’a ortak koşulduğu zaman ise hemen inandınız. Artık hüküm Yüce Allah’a aittir.” (Mü’min 40: 12)
Nadim MACİT, YENİÇAĞ, 7 Mayıs 2010