Komşuluk kültürümüzde önemli bir yere sahiptir.
"Komşusu açken tok yatan bizden değildir." der Peygamberimiz.
"Komşu komşunun külüne muhtaçtır." der atasözümüz.
Bir avuç tuz, bir bardak çaydır komşuluk hakkı.
"Ayıpları örtün" diyor komşuluk ahlakı.
***
Evin anahtarını bile bırakabileceğin güven, çocuğunu emanettir komşuluk.
Gönülden selamlaşma, sıcacık bir merhabadır.
Mahallede olanı biteni öğrenme, yardımlaşma ve dayanışmadır komşuluk...
***
İşte bu kültürün olduğu dönemlerde çocuktum. Mahalleli birbirini tanırdı. Herkes birbirinin huyunu suyuna gider, ona göre davranırdı. Hangi evde hasta var? Kimin neye ihtiyacı var? Ya da kim evinin önünde top oynayan çocukların sesinden rahatsız oluyor bilinirdi.
"Rahatsız oluyorsa başka yere taşınsın" denmez ya da düşünülmezdi o yıllar.
***
"Baba, şu amca, çocuklar sessiz olun dedi. Kızdı bana!" diye şikâyet edemezdin komşunu.
Ya izah ederler ya da baktın anlamıyorsun sağlam bir azar işitirdin.
Duvarın üstünde gezerken ya da ağaca çıkarken "düşeceksin in ordan" diyerek seni uyaran komşuna, aile büyüklerin kızmaz, teşekkür ederdi.
Şimdi var mı öyle bir şey?
Yap bakalım "Sen nasıl bağırırsın benim çocuğuma" diye kapına gelmiyorlar mı?
***
Şüphesiz mahallede herkes melek değildi!.. İstisnalar da vardı. Ama dediğim gibi herkes birbirini bilirdi. Böyle bir kültürde büyüdüm ben. Bu kültürün en büyük magazini de kadınların haftada bir, on beşte bir ya da ayda bir düzenledikleri "gün"leri olurdu. Apartman bahçesinde içilen çaylardaki yerel dedikodular, o "gün"lerde mahalle boyutuna yükselirdi. Kadınlar kendi aralarında, sonra hepsi evlerinde eşlerine, dolasıyla ailelerine anlatırdı.
***
İşte o günlerde küçük bir çocukken mahallemizde sıklıkla konuşulan bir amca vardı. İsmini anımsamıyorum ama bu amcanın iki oğlu vardı. Biz sokakta oynarken gelir bize şeker verir, başımızı okşar sohbet ederdi.
***
Bayramlarda mahallenin çocukları olarak ailelerimizle bayramlaşmanın ardından ilk onun evine giderdik. Çünkü kapısına gelen hemen her çocuğa para verirdi. İşte bu amcanın eşi diğer kadınlarla sohbet sırasında dert yanar; kocası için "bizimki el iyisi anam" derdi. Kendi çocuklarının bir kez olsun başını okşamazmış... Diğer çocuklara para verirmiş ama kendi çocuklarına vermezmiş. O teyzenin anlattığına göre; eve iki farklı kalitede çay alırmış, en ucuzu için "bunu biz içeriz, diğerini misafir geldiğinde demleriz" dermiş.
***
Sadede geleyim. Bunları neden anlattım. Dışişleri Bakanımız, 34 ülkeye yardım ettiğimizi söylediğinde bu amca aklıma geldi de ondan.
Eeee, ne var bunda iki saattir komşuluktan yardımlaşmadan bahsediyorsun denilebilir ki haklısınız. Ama gerçek şu ki, yardımların hepsi bireysel istek ve rıza ile yapılır.
***
Yani kendi üstündeki ceketi üşümek pahasına verirsin kimse bir şey demez de, çocuğunun ceketi yok iken onun kazağını çıkarıp verebilir misin birine?
Veremezsin!..
Verirsen de eş, dost, konu komşu tarafından eleştirilirsin.
***
Hayır, yukarıda örnek verdiğim amcayı bir nebze olsun anlıyorum.
Zira çocuklarını seviyordu ya da sevmiyordu bilemem. Ama sonuçta verdiği şeker ya da harçlık kendi kazandığı parasıydı. Fakat anlamadığım konu, kendi insanımızın ihtiyacı varken Türkiye'nin, kişi başı millî geliri 45-46 bin dolar olan İngiltere, Fransa, İtalya gibi ülkelere milletin parasıyla yardım yapılması oldu. Yardım ettiğimiz ülkelerden çok mu zenginiz, yoksa el iyisi miyiz vallahi bilemedim.