Bir ülkede uzun bir dönemde seçim kazanmak istiyorsanız;
Son 18 yıldır olduğu gibi halkı çok fazla zahmete sokmadan, tasarruf/yatırım/üretim dengesini gözetmeden, yurtdışından temin edeceğiniz kaynakları kullanarak; borçlanma, ithalat, kredi ve tüketime dayalı bir şekilde yıllık büyüme oranını %5'ler seviyesinde, enflasyon oranını da %8-9'lar seviyesinde tutmak zorundasınız.
Şimdi bu formulün nasıl işlediğini göstermek için, sizleri rakamlara boğmadan durumu izâh edelim...
1-AKP'den önceki 18 yıllık dönemde, Türkiye'nin toplam dış ticaret açığı milli gelirimizin %1,5'u ve cari açığımız %0,8 iken, son 18 yıllık dönemde bu oranlar sırasıyla %8,9 ve %4,8 olmuştur...Yani önceki döneme göre oransal olarak 6 kat daha fazla ithalattan kaynaklı dış ticaret açığı vermiş, 9 kat daha fazla cari açık meydana getirmişiz. Bu oranların parasal karşılığı ise sırasıyla, 1 Trilyon 79 milyar $ ve 593 milyar $'dır.
2-Türkiye Ekonomisinin büyüme rakamları, %76 oranında tüketim harcamalarından oluştuğu için, son 18 yılda 3 Trilyon 286 milyar $'lık ithalat yaparak, yıllık %5,23 ortalama büyüme oranını yakalamışız. (Tek istisnası 2009 yılıdır ve o yıl da AKP'nin oyu %38'e düşmüştür.)
3-18 yıl önce bankacılık kredi hacmi toplam milli gelirin %24'ü oranında iken, bu oran 18 yıl sonra %80'lere çıkmış ve hane halklarının bireysel kredi borcu ise 5,8 milyar TL'den 829 milyar TL'ye çıkmıştır.
4-Hangi yıl ithalat, dış ticaret açığı ne kadar arttıysa o yıl ekonomimiz ortalamanın üzerinde büyümüş, vergi gelirlerimiz de aynı oranda artmıştır.
5-Düşük kur ve ucuz faiz politikası yoluyla tüketici enflasyonu yıllık olarak dâima %8'ler civarında tutulmuş, hepimiz çılgınlar gibi her türlü ürünü ucuz ve kolay bir şekilde tüketmişiz...
Gördüğümüz üzere böyle bir ekonomik modelde zaten seçim kaybetmek mümkün değildi...
Ancak sonuna kadar şimdi adına "dış güçler" dediğimiz yabancıların ürettiği tasarrufları, kendi kazancımızmış gibi harcayacağımız bu ekonomik modelin de sonsuza kadar devam etmesi zaten düşünülemezdi...
Siyasetçilerin bu işlerin sadece komisyonculuğunu yaptığı "sahte cennet" döneminin hesabını 2018'den sonra hep birlikte ödemek zorundaydık ve şimdi hesap önümüze geldi...
Şimdi ne mi oluyor?
Yeni kurulan partilerin bile 2008-2018 arasını millete "asr-ı saadet" dönemi olarak pazarlamaya çalışmalarına rağmen; İflâs ettiği açık olan bu modeli, muktedirlerimiz her türlü algı mühendisliği yoluyla artık uzatmaları oynayacak şekilde devam ettirmeye çalışıyorlar...
Normal şartlarda yıllık bazda %10 civarında artması gereken bankacılık kredi hacmini 2020 yılının ilk yarısında %24 oranında, yani 700 milyar TL büyütenler, aynı şekilde yılın ilk yedi ayında 26,6 milyar $ dış ticaret açığı vermeye devam ediyorlar...Hâlâ en önemli vergi gelir kalemimiz ise; ithalat üzerinden ve gümrükte alınan vergilerden oluşuyor...
Siyasetin uyduruk gündemlerinden sıyrılarak diyoruz ki, kim ne yaparsa yapsın artık bu uzatmaların da sonuna gelmek üzereyiz...
Çünkü artık "dış güçlerden" daha fazla dolar gelmediğinden, bu saadet zincirini devam ettirmek imkanı kalmamıştır...Bırakınız Merkez Bankası'nın kendi rezervlerini vatandaşa ait döviz hesaplarından kaynaklanan döviz varlıklarını bile tüketmek üzereyiz...
Aylarla ölçebileceğimiz bir zaman diliminde, uzatmaların da sonuna gelmiş olduğumuz herkes tarafından anlaşılacaktır...
Peki siyaset kurumu ne yapıyor; milleti dikkate bile almadan yeni siyaset mühendisliği projeleriyle kendi konumlarını muhafaza etmek derdindeler...
Allah yardımcımız olsun...
Selamlarımla,
Rubil GÖKDEMİR