'Cumhurbaşkanı istifa etmeli'

Güncel Meydan | Güncel Haberler Köşesi

'Cumhurbaşkanı istifa etmeli'

İletigönderen Türk-Kan » Sal Mar 18, 2008 23:36

Sabih Kanadoğlu, AKP kapatılırsa Cumhurbaşkanı Gül'ün istifa etmesini de istedi.

Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, AKP hakkındaki kapatma davasının Ergenekon operasyonun üzerine kapatmak amacıyla açıldığını iddia eden Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'a ve aynı iddiayı grup toplantısında dile getiren Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a sert tepki gösterdi. Kanadoğlu, AKP kapatılırsa Cumhurbaşkanı Gül'ün istifa etmesini de istedi.

Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, CHP'den AKP'ye geçen Günay için, “Bugün her türlü renkli düşünceler en keskin dönüşleri yapan kişilerden çıkmaktadır. Ergenekon olayını örtbas etmek için Savcı'yı böyle bir davayı açmakla itham eden kişinin önce aynaya bakıp utanması gerekir” dedi.

Sabih Kanadoğlu, AKP hakkındaki kapatma davasının tartışıldığı sıcak gündemde Ege Üniversitesi Öğretim Elemanları Derneği'nin davetlisi olarak geldiği İzmir'de, Kampus Kültür Merkezi'nde yaklaşık 500 kişiye konuşma yaptı. AKP'nin kapatılma davasıyla ilgili görüşlerini açıklardken, hükümete sert eleştirilerde bulunan Kanadoğlu'nun konuşması sık sık alkışlarla kesildi.

Kanadoğlu, AKP hakkında kapatma davası açan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'ya hücum edilmesini eliştirirken, ‘Ben çoğunluğu elime geçirdim istediğimi yaparım’ düşüncesinin demokrasilerde kesinlikle yerinin olmadığını söyledi.

Bir iktidarın seçimlerde kazanmış olduğu oyu kendi ideolojisi doğrultusunda ufak ama etkili adımlarla birtakım yasalar çıkarmak, uygulamalar yapmak yoluyla o ülkeye dayatıyorsa ona ‘dur’ diyecek bir makam olduğunu kaydedern Kanadoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bu makam Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'dır. Değerli halefim Abdurrahmah Yalçınkaya anayasanın kendisine verdiği görevi liyakatla yerine getiren ve görevini ifa ederken kutlanacağı yerde devamlı olarak yerilen bir kişi haline getirilmiştir. Buna hiç kimsenin hakkı yoktur. Bugün değerli halefime söylenen sözler, cumhuriyet savcılarının resen takibe girişeceği suçlar cinsindendir. Görevini ifa eden bir Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'na hakaret ederek, üzerine atılan suçtan kurtulma düşüncesi çağdışı bir düşüncedir. Böyle ağır ithamlarla karşılaşan bir siyasi iktidarın yapacağı iş öncelikle yargı organını yargılanacağı makamı bu tür eylemleri işlemediğine inandırmaktır, bunun kanıtlarını göstermektir. Yoksa davayı açan savcı hakkında ileri geri konuşarak, önce onu küçük düşürmeyi ve bu yolla da Anayasa Mahkemesi'ni etki altına almayı istemek demokratik bir ülkede asla akla gelmemelidir.”

BAKAN GÜNAY'A SERT YANIT

Sabih Kanadoğlu, AKP hakkındaki kapatma davasının ‘Ergenekon operasyonu’nun üzerine kapatmak amacıyla açıldığını iddia eden Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ı ima ederek, sert eleştirilerde bulundu.

‘Ergenekon olayı’nı örtbas etmek için Başbavcı Yalçınkaya'yı böyle bir davayı açmakla itham eden kişinin önce aynaya bakıp utanması gerektiğini söyleyen Kanadoğlu, şöyle devam etti:

“Ben herşeyden önce şu sözü anımsıyorum. Yıl 1960. İsmet Paşa, Garp Cephesi Komutanı o büyük adam, o büyük devlet adamı TBMM kürsüsünden ana muhalefet hakkında Meclis soruşturması açmaya kalkışan o günün iktidar grubuna şöyle diyordu: ‘Sizi tarih kürsüsünden seyrediyorum. Suçluların telaşı içindesiniz.’ Bugün aynı suçlu telaşını siyasi iktidarda görmek mümkündür ve ne yazık ki Türkiye 48 yıl sonra aynı filmi seyretme durumunda bırakılmaktadır.”

Yargıtay Onursal Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, konuşmasında görüşlerini şöyle açıkladı:

LAİKLİK OLMAZSA, DEMOKRASİ OLMAZ:

Eğer bir ülke laik değilse orada hangi koşulda olursa olsun demokrasiyi kurmak ve yaşatmak olanaksızdır. Elbetteki bir ulus devlette demokrasi yeşerebilir. Çünkü ulus devlet olmaktan uzaklaşırsanız, söz sahibi olan, etnik bölücü ayrışımlardır, dindir, mezheplerdir, tarikatlardır, şeyhlerdir, babalardır ve o kişilerin elindeki demokrasinin demokrasi olarak adlandırılmasına imkan yoktur. Anayasadaki kuvvetler ayrılığı kesinlikle bir üstünlük sıralaması olmayıp, devletin organları arasında medeni bir işbölümüdür ve medeni bir işbirliğidir. Üstün olan anayasa ve yasalardır. Eğer egemenlik kayıtsız şartsız milletindir ama bu egemenliğin devletin organları tarafından kullanılacağını gözardı ediyorsak orada ortaya çıkan rejimin adı demokrasi olmaz. Çünkü millet egemenliğini yasama yürütme ve yargı organları eliyle kullanır. Bunlardan birine verilecek üstünlük, o demokrasinin oluşmasını önler ve oradaki rejimin adını değişik hallere getirir.”

REJİMİN ADI DİNİ DİKTA:

Eğer yargı tarafından denetlenmeyen bir yasama organı düşünüyorsak bunun adı demokrasi olmaz. Hele bizde olduğu gibi yasamanın üyelerini bir siyasi partinin genel başkanı kişi olarak ve sıralama olarak tayin ediyorsa yürütmenin başı olan cumhurbaşkanını yine o siyasi parti genel başkanı ‘bu benim arkadışım’ diye dayatıyor, empoze ediyor ve seçilmesini sağlıyorsa, yargı denetiminden mahrum bırakılan bu yönetimin adı sadece ve sadece dikta olur. Bu dikta bir oligarşik yapının da dışında tek kişi egemenliğine dönüşür, bir de üstüne bu kişi ve onun etrafındaki emir kulları o devletin laik niteliğini değiştirmeye ve ona dinci bir kimlik kazandırmaya çalışıyor ise o rejimin adı dinci diktadır.

LAİK YAPIYI DEĞİŞTİRMEK:


Bugün yapılmak istenen doğrudan doğruya bu kuvvetler ayrılığı ilkesini milli bir irade safsatası altında ortadan kaldırmak ve bir hegemonyanın temellerini atmak, arzusundan ibaret kalmaktadır. Bugün ortaya çıkan sorunların temelinde kuvvetler ayrılığı ilkesinin özümsenmemesi ve içselleştirilmemesi gelmektedir. Türkiye'nin laik yapısını ‘çoğunluk ne istere o olur’ düşüncesiyle değiştirmeye kalkmak herhalde Türkiye'ye yapılabilecek en büyük kötülüktür. Çağdaşlığın temelinde laiklik ilkesi vardır. Laiklik ilkesi her durumda bir gerçek demokrasinin temel taşıdır. Türk devrimlerinin temeli de laiklik ilkesine dayanır.

DİNİ SİYASETE ALET ETME YARIŞI:

Laikliğin evrensel bir tanımı yoktur. Her ülkenin kültürel siyasi ve tarihi kimliği laiklik ilkesine damgasını vurur. Bugün Türk laikliği denildiği zaman Türkiye'ye özgü bir laiklik anlayışıyla karşılaşırız. Türk laikliğinin en özel niteliği yine başlangıç bölümünde ifade edildiği gibi laiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının devlet işlerine ve politikaya karıştırılmamasıdır. Ayrıca siyasi ve kişisel çıkarlar uğruna kutsal dinin ve din tarafından kutsal kabul edilen şeylerin istismar edilemeyeceği ve kötüye kullanılamayacağı öngörülmüştür. O halde Türk laikliği dediğimizde dinin siyasete alet edilmemesi durumudur. Ama bizim demokrasiye değil çok partili siyasi hayata girdiğimizden bu yana dini siyasete alet etmenin oy getirdiğini gören siyasiler, bu yolu kullanmayı bir usul haline getirmişler ve bu konuda birbirleriyle yarışa girmişlerdir.

LAİK DÜZENİNİ DİNİ ESASLARA GÖRE AYARLAMA:

Dinin siyasete alet edilmesinin önlenmesi Türkiye'nin en büyük sorunudur. Türban sorunu ortaya çıktığında Türkiye'de türban sorunu olmadığını dinin siyasete alet edilmesi sorunu bulunduğunu söylemiştim. Siyasi bir kazanç sağlama amacıyla türban üzerinden siyaset yapmayı ve ondan oy getirmeyi hedefleyen kişileri ortadan kaldırınız, türban sorunu zaten kalmaz. Bu anlayış içinde olmak gerekirken Türkiye'nin laik düzenini belirli biçimde dini esaslara göre ayarlamaya ve kafalarındaki ideolojiyi gerçekleştirmeye çalışan bir siyasi iktidarla karşı karşıya kaldık. Bu siyasi iktidara karşı ne yapılabilir düşüncesi bizi mücadeleci demokrasi anlayışına götürür. Bu mücadeleci demokrasi düşüncesi şu anlayışa dayanır, sınırsız bir özgürlük yoktur ve demokrasi kendisini koruma ihtiyacındadır, bu bakımdan gerekli tedbirleri alır. Çünkü demokrasilerde demokrasiyi yok etme özgürlüğü olamaz. Demokrasilerin kendisini koruma hakkı reddedilemez. Çünkü bu özgürlüğü kullanarak iktidarı eline geçiren siyasi partilerin o ülkedeki demokratik rejimi ne kadar tehlikeye soktukları açık bir biçimde örnekleriyle ortadadır.

YASAKLARIN DIŞINA ÇIKAN PARTİLER:

Aslında anayasa ve yasa hükümleri içinde faaliyette bulunmak o siyasi partilere yasakları işlememe zorunluluğu ve yükümlülüğünü getirmektedir. Nedir onlar? Her şeyden önce devletin bağımsızlığını ve bütünlüğünü korumaktır, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüdür, hukuk devleti ilkeleridir, eşitliktir insan haklarıdır, laik cumhuriyet ilkesidir. Bir diktatörlüğe özenmeme, suça teşvik etmeme ilkesidir. Bu yasakların dışına çıkan siyasi partiler elbette bu ülkenin geleceği ve özellikle yine demokrasi adına durdurulmak zorundadır.

İSTER YÜZDE 96.7 OY ALIN:


Bugün yüzde 47 oy alan bir siyasi parti hakkında kapatılma davası açılmaz sözü rahatlıkla söylenebiliyor. Bir hukuk devletinde ister yüzde 5, ister 46-47 oy alın ister 96.7 oy alın o hukuk devleti gerklerine uymak zorundasınız. Eğer bu hukuk devleti gereklerine uymuyorsanız ve laik demokratik cumhuruyeti kendi kafanızdaki ortaçağ karanlığına götürmeye kalkışıyorsanız yargı sizin bu girişiminizi önleme gücündedir ve yeterliliktedir.

İKTİDARIN HALKA ŞİKAYET HAKKI YOK:

Dava milli iradeye açılmamıştır, dava milli irade denen oy çoğunluğunu sağladıktan sonra laik cumhuriyet aleyhine eylemlerin odağı olduğu iddiasıyla bir siyasi parti hakkında açılmıştır. Olayları çarpıtmaya ve hukuksal bir olayı Türk milletine şikayet eder gibi ‘senin oyunu aldım, senin oyun mahkum edilmek isteniyor’ demeye kimsenin hakkı yoktur.

KAPATIRLIRSA CUMHURBAŞKANI İSTİFA ETMELİ:

Bu bir ceza davası değildir. Cumhurbaşkanı burada yargılanacak da değildir. Ancak cumhurbaşkanının cumhurbaşkanı seçilmeden önceki eylemleriyle laik cumhuriyet aleyhine odak olduğu iddia edilen partinin eylemlerine katıldığı iddia edilmektedir. Eğer bu siyasi parti yargı tarafından laik cumhuriyetin aleyhine işlenin fiillerin odağı kabul edilerek kapatırsa cumhurbaşkanı siyasi yasaklı olacaktır. Elbetti ki onun bugünkü hukuki durumunu etkilemeyecektir. Çünkü anayasaya göre cumhurbaşkanını seçildiği andan itibaren bağlı olduğu siyasi partiyle ilişiği kesilmiştir. Ancak Türkiye Cumhuriyeti'nin cumhurbaşkanı Türk milletinin birliğini temsil eder. Türkiye Cumhuruyeti'ni temsil eder. Devlet organlarının uyumlu işbirliği içinde çalışmasını gözetir. Böyle olması gereken bir kişinin laik cumhuriyet aleyhine eylemlerin odağı olan bir partinin üyesi olarak yasaklı hale düşmesi en azından siyasi etik olarak mutlak biçimde o görevden istifasını gerektirir.

AYIPLAR LİSTESİ:

Eğer siz yolsuzlukta ülkeler sıralamasında 66. sıradaysanız ayıp olan budur. Yolsuzluk ligindeki sıralamaya bakmadan saydamlığı sağlamadan, dokunulmazlığı sınırlamadan yolunuza devam ediyorsanız, demokrasi ayıbı budur. Eğer siz önce demokrasinin siyasi partilerde kurulması gerektiğini gözardı edip, parti başkanlığını bir egemenlik haline getiriyorsanız ve o partide sizden başka ses duyulmasına izin vermiyorsanız demokrasi ayıbı budur. Eğer siz ‘Ben milleten oy aldım istediğimi yaparım’ diyorsanız demokrasi ayıbı budur. Hukukun üstünlüğünü inanmıyorsanız, hukuk devletinin gereklerini gerektiği anda yok ederim diye düşünüyoranız demokrasi ayıbı budur. Eğer siz bu ulus devleti yıpratmak için bir vatandaşlık sıralaması yapıyorsanız yüce Türk Milleti önünde o Türk milletinin adını anmaktan kaçıyorsanız demokrasi ayıbı budur. Yoksa Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Türkiye Cumhuriyeti laik cumhuriyeti korumak için dava açması demokrasi ayıbı değil, bir vatansever olarak görevinin gereğini yerine getirmesidir.

HUKUKİ DÜZENBAZLIĞA GEREK YOK:

Buradan uyarıyorum! Bir davalı partinin, laik cumhuriyet aleyhine eylemlerin odağı olduğu iddia edilen bir siyasi partinin, ‘çoğunluk bende’ diyerek dava açıldığı tarihteki hukuk düzenini değiştirme çabası, meşruiyet çizgisinin dışına çıkmak demektir. Meşruiyet çizgisi dışına çıkan partilerin başına nelerin geldiği, merak edenler tarafından, Türkiye'nin ve başka ülkelerin yakın tarihleri incelendiğinde rahatlıkla görülebilir.

Siz bir davalının kendisi hakkında uygulanması istenen yaptırımı değiştirebileceğini düşünebilir misiniz? Mahkemenin kuruluşunda değişiklikler yapıp kendini kurtarmaya çalışan bir davalı düşünebilir misiniz? Şimdi yapılmak istenen bunlarmış. Umut ederim ki bu gayretlerden vazgeçilsin. Hukuk düzeni bu sisayi partiye her türlü savunma hakkını tanıyor. Kendisine güvenen ve bu iddayla kesin ilgisi olmadığını kabul eden bir siyasi partinin yapacağı iş yüksek mahkemenin önüne çıkarak, savunma yapmaktan ibarettir.

Yargıtay Başsavcısı'nın yetkilerini alsanız bile bu dava devam edecektir. Anayasa Makemesi'nin oluşumunu değiştirerek Meclis'ten oraya hakim seçerek, daha değişik oy tablosu yarnatırım düşüncesi doğru değil. Hukuk devletiyle o kadar oynanmaz. Tekrar uyarıyorum! Bu davranış biçimi, bu defa hukuk devleti iLkesine aykırı eylemlerin odağı haline getirir ve ayrı bir dava konusu olur. Çünkü ne yaparsanız yapın bu anayasal düzeni hile ile birtakım oyunlarla değiştirip kendi çıkarınıza bir durum yaratamazsınız.



Resim
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56

Şu dizine dön: Haberler

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 6 konuk

x