Cumhuriyet Halk Partisi (1-4) / Metin AYDOĞAN

Cumhuriyet Halk Partisi (1-4) / Metin AYDOĞAN

İletigönderen Oğuz Kağan » Cum Eki 04, 2013 12:36

Cumhuriyet Halk Partisi (1)

Cumhuriyet Halk Partisi’nin Kökleri

Hakimiyeti Milliye ve Yeni Gün gazeteleri, 7 Aralık 1922’de, Mustafa Kemal’in bir açıklamasını yayınladı. Açıklamada, “halktan gördüğüm sevgi ve güvene layık olabilmek için sıradan bir vatandaş olarak, yaşantım boyunca sürdürmek ve ülke yararına adamak amacıyla, halkçılık temelinde ve ‘Halk Fırkası’ adıyla bir parti kurmak istiyorum” deniyor 1  ve ülkenin siyasi geleceğiyle ilgilenen aydın ve düşünürler, konuyla ilgili tartışmaya çağrılıyordu. Atatürk, bu çağrıdan yaklaşık bir ay sonra, aynı konuyu halkla görüşmek üzere, uzun bir yurt gezisine çıkacak ve Eskişehir, İzmit, İzmir ve Balıkesir’de, kurulacak parti ile ilgili ünlü konuşmalarını yapacaktır.

Mustafa Kemal, her biri yedi sekiz saat süren toplantılarda, önceden hazırlanmış bir parti programını ve parti örgütünü halkın önüne koymak yerine, program ve partinin halkla birlikte hazırlanmasının doğru olacağını, bunun için çaba gösterildiğini söylüyordu. Aydınlar arasında başlamış olan parti tartışmalarıyla ilgili bilgiler veriyor, toplantılara katılanlardan “hiç çekinmeden ve her konuda” soru sormalarını, görüş bildirmeleri istiyordu. 2 

Toplantılarda, yeni yönetim biçimi, parti ve örgütlenme konularında görüşlerini şöyle açıklıyordu: “Millet, daha önce olduğu gibi, çıkarcı gurupların kurduğu partilerin peşinden gitmemeli, kendi program ve partisini yaratarak siyasi eyleme dolaysız katılmalıdır; her görüşten yurttaşın üye olduğu Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk örgütlerinden ve bu örgütlerin yarattığı ulusal birikimden yararlanılmalıdır; kurulacak parti, halkçılık programı üzerinde yükselmeli, bu nedenle adı Halk Partisi (fırkası) olmalıdır. Tam bağımsızlık ve kayıtsız koşulsuz egemenlik ilkelerine dayanan bir politika izleyecek olan bu parti, ulusun tümünü kapsamalıdır. Sınıfsal değil, ulusal olmalıdır. Gönenç ve mutlulukları, ulusal birliğin sağlanmasına bağlı olan tüm halk kesimlerinin, aynı parti içinde örgütlenmesi gerekir. Bu parti aynı zamanda, halka siyasi eğitim veren bir okul olmalıdır. Millet karşısında dürüst ve namuslu olmak, halka her zaman doğruyu söylemek gerekir. Kimsenin kendini halkın üstünde görmeye hakkı yoktur...” 3 

Mustafa Kemal, 19 Ocak 1923’te yaptığı ve 7,5 saat süren İzmit konuşmasında, parti konusundaki görüşlerini şu sözlerle bitirir: “Benim ve hepimizin, düşünmek zorunda olduğu şey, bu ülke ve bu milleti gerçekten kurtarabilecek beyinlerin, vatanseverlerin bir araya gelmesini sağlamaktır. Bu yetenekte olan insanlar her nerede ise, onları alıp milletin geleceğini yürütme işini verdiğimiz meclisin içine koymak gerekir. Davranışlarımızın belirlenmesinde akıl, bilim, deneyim egemen olmalıdır. Somut ve köklü adımlar atmak zorundayız.” 4 

Müdafaa –i Hukuk’tan “9 Umde”ye

İkinci Meclis için yapılacak seçimlerde kullanılacak bildiri, parti tartışmalarının belirli bir aşamasında, 8 Nisan 1923’te yayınlandı. Aydın ve uzmanların, İzmir İktisat Kongresi’nin ve halkın görüşlerinin değerlendirilerek hazırlanan bu bildiriye, Dokuz Umde (ilke) adı verildi. Bu bildiri, kurulacak olan Halk Fırkası’nın programı için, bir ön taslak işlevini gördü. Ocak ve Şubat aylarında, halkla yapılan toplantılarda ele alınan konuların hemen tümü, kısa özetler halinde Dokuz Umde bildirisi içinde yer aldı. 5 

Dokuz Umde bildirisi, İkinci Meclis’i oluşturacak genel seçimlerde Müdafaa-i Hukuk’un seçim bildirgesi olarak yayımlandı. Bildirinin, seçim bildirgesi olması yanında bir başka önemli işleve daha vardı. Kurulması düşünülen Halk Fırkası, program olarak, kalın çizgilerle de olsa, bir anlamda halkın görüş ve onayına sunuluyordu.

Seçim sonuçları, halkın bu onayı verdiğinin açık göstergesi oldu. Hemen tüm milletvekillerini Müdafaa-i Hukuk adayları kazanmıştı. Bu sonuç üzerine, seçimi kazanan milletvekilleri, seçildikleri 7 Ağustos’tan 11 Eylül’e dek yaptıkları toplantılarla, kurulacak partinin tüzüğünü hazırladılar. 23 Ekim 1923’te, yani Cumhuriyet’in ilanından bir hafta önce, İçişleri Bakanlığına, Genel Başkan olarak Mustafa Kemal, Genel Sekreter olarak Recep Peker’in imzaladığı bir dilekçe verildi ve Halk Fırkası resmen kuruldu. 6 

Müdafaa-i Hukuk’tan Cumhuriyet Halk Fırkasına

Yeni Parti, hemen tümüyle, Sivas’ta ortaya çıkan ve Kurtuluş Savaş’ını gerçekleştiren Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin örgütsel ve düşünsel temelleri üzerine oturuyordu. Bu nedenle, yeni bir kuruluştan çok, Müdafaa-i Hukuk örgütlerinin yeni bir yapıya dönüşmesini yansıtan bir girişimdi. Bu o denli belirgindi ki, partinin gerçek kuruluşu olarak 23 Ekim 1923 değil, 4-11 Eylül 1919 yani Sivas Kongresi kabul edildi. Bugün kuruluş günü sayılarak kutlamalar yapılan 9 Eylül 1923, Halk Fırkası tüzüğünün kabul edildiği gündür.

Sivas Kongresi’nin Halk Fırkası’nın kuruluşu olarak kabul edilmesi, nedensiz değildi. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti, her türlü particilik akımı dışında kalarak, değişik görüşten insanları bir araya getirmiş ve ulusal bir siyaset geliştirmişti. Şimdi yapılmak istenen, aynı anlayışla siyasi bir parti yaratmak ve sınıf ya da zümre ayrımı gözetmeden tüm ulusu bu parti aracılığıyla devrime katmaktı.

Müdafaa-i Hukuk, ulusalcı duruşuyla Kurtuluş Savaşı’nı hangi anlayışla başarıya ulaştırmış ise, Halk Fırkası da toplumsal gelişimi sağlayacak devrimleri aynı anlayışla gerçekleştirecekti. Kurtuluş Savaşı sonrası kurulacak bir siyasi parti, meşruiyetini bu savaştan, bağlı olarak bu savaşı yürüten Müdafaa-i Hukuk anlayışından almak zorundaydı; bu nesnel bir zorunluluktu.

Halk Fırkası, 23 Kasım 1924’de adını, Cumhuriyet Halk Fırkası olarak değiştirdi ve uzunca bir hazırlık döneminden sonra, üye kaydederek örgütlenmeye başladı. Üye alımında, özellikle yönetici belirlemede, dikkatli davranılıyordu. İktidar partisi olması nedeniyle, partiye üstelik yoğun biçimde çıkarcılar da yönelmişti. Ulusal savaşıma duyarsız kalan, hatta karşı çıkan kimi insanlar, coşkulu cumhuriyetçiler olmuş, geçmişlerini gizleyerek Halk Fırkası’na geliyordu. Bu olumsuzluk, bir yandan üye başvurularındaki denetimlerle, bir yandan da Müdafaa-i Hukuk hareketinin sınanmış kadrolarının, etkin görevlere getirilmesiyle aşılmaya çalışıldı.

9 Eylül 1923’te kabul edilen tüzük (nizamname), tüzükten çok programa benziyor ya da bir başka deyişle, tüzük ve program işlevini birlikte yerine getiriyordu. Tüzüğün Birinci maddesine göre, parti (fırka) bir devrim (inkılab) partisiydi ve ancak halktan yana olan kişiler partiye üye olabilirdi. 7  Aynı madde partinin; “ulusal egemenliğin halk tarafından halk için uygulanmasına” öncülük etmeyi, Türkiye’yi “çağdaş bir devlete yükseltmeyi” ve “yasa egemenliğini bütün güçlerin üzerine çıkarmayı” amaç edindiğini açıklıyordu. 8 

Halkın Örgütlenmesi

Tüzükte dile getirilen eşitlikçi anlayış, yeni ve önemli bir yaklaşımdı. Ancak, bundan daha önemli olan bu anlayışın somutlanması için önerilen örgütlenme biçimiydi. Ulusal egemenlik haklarını, eşit olarak tüm halk kesimlerine kullandırmak için, parti örgütlerinin köylere dek yaygınlaştırılması öngörülüyordu.

“Devlet siyasetinin belirlenmesi”nde, “köyler ve köy parti kongreleri” temel alınıyordu 9 , Bu konuda tüzüğün 75, 76 ve 78. maddelerinde şöyle söyleniyordu: “Fırka üyeleri ve on sekiz yaşını bitirmiş olan köy ve mahalle halkından her kişi, halk kongresinin doğal üyesidir... Kongreler, yörenin koşullarına göre uygun bir yerde ya da köy meydanında toplanır... Kongrelerde başkan ve bir yazman seçilir, nahiye kongresine önerilecek konular saptanır ve ocak üyeleri seçilir...” 10 

Tüzük,köy kongrelerinde seçilen delegelerin bucak, bucakta seçilenlerin ilçe, ilçe delegelerinin de il kongrelerine katılmasını öngörüyordu. Katılım, biçimsel düzeyde bırakılmıyor, köy ve köylü sorunlarının partinin genel merkez kongrelerine, sorunun gerçek sahipleri, yani köylü temsilcileri tarafından götürülmesi isteniyordu. Halk Fırkası, hükümet işleri ve devlet siyasetinde, ilk önerme hakkını köy kongresine vererek, Türkiye’de ilk kez ve eylemli olarak, köylüyü siyasi haklarını en geniş biçimde kullanmaya davet ediyordu. Bu daveti, yazılı hale getirerek tüzüğüne almıştı. Siyasi katılımcılığın ileri bir aşamasını oluşturan bu yaklaşım Batı’da, yalnızca o dönemde değil, bugün dahil hiçbir dönemde görülmemiştir. Köy eğitmeni programları ve köy enstitüleriyle uygulamaya sokulup geliştirilen bu girişim, 1945’ten sonra ortadan kaldırılacaktır.



Cumhuriyet Halk Partisi (2)

Atatürk Dönemi

2.Büyük Kurultay

Cumhuriyet’in ilanından sonra adına Cumhuriyet sözcüğünü ekleyen Halk Fırkası, İkinci Büyük Kongresi’ni 15-23 Ekim 1927’de yaptı. Bu Kongre’nin, parti ve Cumhuriyet tarihi açısından önemli bir yeri vardır. Birinci Kongre kabul edilen Sivas Kongresi’nden sonra geçen sekiz yıl içinde; bağımsızlık savaşı kazanılmış, saltanat ve hilafet kaldırılmış, Cumhuriyet kurulmuş ve karşı devrim çıkışları bastırılarak yeni bir devlet, yeni bir toplum yaratılmıştı. Kongre’ye anlam ve heyecan katan, bunca işin gerçekleştirilmesinden sonra ilk kez ve üstelik siyasi parti olarak toplanılması ve Mustafa Kemal’in sekiz yıllık savaşımının öyküsünü (NUTUK), belgeleriyle birlikte bu kongrede açıklamasıydı.

Mustafa Kemal, apayrı önemi olan bu Kongre’yi şu sözlerle açmıştır: “Fırkamız, milletimizin hayatı ve şerefi için gösterdiği yüksek azim ve iradenin temsilcisi olarak, bundan sekiz yıl önce ve acılı yıllar içinde ortaya çıkmıştı. Bütün Anadolu ve Rumeli’yi kapsamak üzere ilk genel kongremizi Sivas’ta yapmıştık... O gün kullandığımız ünvanla bugünkü ünvanımız arasında fark vardır. Ancak, örgüt esas olarak korunmuş ve bugün, siyasi fırka halinde beliren varlığa kaynaklık etmiştir. Ülke ve milletin, esenlik ve gönencini sağlamaktan oluşan genel amaç, niteliği değiştirilmeksizin sürdürülmüştür. Bu nedenle diyebiliriz ki, bugün açılışıyla övünç duyduğum büyük kongremiz, Sivas Kongresi’nden sonra örgütümüzün ikinci büyük kongresi olmaktadır.” 11 

İlkeler

1927 Kongresi’nin bir başka önemli yanı, tüzüğün, örgütlenme anlayışında bir değişiklik olmadan geliştirilerek, 123 maddelik kapsamlı bir tüzük durumuna getirilmesiydi. 12  Yeni tüzükte; cumhuriyetçilik, milliyetçilik ve halkçılık partinin temel ilkeleri haline getiriliyor; laiklik sözcüğü kullanılmamakla birlikte, “devlet ve millet işlerinde din ve dünyayı birbirinden ayırmanın” önemli bir ilke sayıldığı açıklanıyordu. 13  İkinci Kongre’de, tüzük değişikliklerinden başka; sosyalist enternasyonalin katılım daveti reddediliyor 14 , Türk Ocakları parti denetimine alınıyor 15  ve ekonomik uygulamalarda bundan böyle “ulus yararına uygunluğun esas alınacağı” 16  kabul ediliyordu.

Nutuk

Mustafa Kemal’in, Halk Fırkası İkinci Büyük Kongresinde okuduğu Nutuk, yalnızca Cumhuriyet tarihinde değil, dünya siyasi tarihinde de benzeri olmayan bir ilk örnektir. Okunması 36,5 saat süren ve etkileyici bir anlatımı olan Nutuk, ülkenin Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki durumunun açıklanmasıyla başlar, ulusal savaşımın tüm aşamalarını ve Kurtuluş sonrası siyasi gelişmeleri belgeleriyle birlikte ele alır ve Cumhuriyet’in yaşatılması için gelecek kuşaklara görevlerini hatırlatan Gençliğe Sesleniş ile son bulur. Atatürk, Nutuk’u, Gençliğe Sesleniş’ten hemen önce söylediği duygu yüklü şu sözlerle bitirir: “Saygıdeğer efendiler, sizi günlerce meşgul eden uzun ve ayrıntılı açıklamalarım, sonuç olarak geçmişte kalan bir devrin hikâyesidir. Burada, milletim için ve gelecekteki evlatlarımız için, dikkat ve uyanıklığı davet edebilecek bazı noktalar belirtebilmişsem kendimi bahtiyar sayacağım.

Efendiler, açıklamalarımla milli hayatı son bulmuş sanılan büyük bir milletin, bağımsızlığını, bilim ve tekniğin en son kurallarına dayanarak milli ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım. Bugün ulaştığımız sonuç, yüzyıllardan beri çekilen milli felaketlerin son bulması ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir. Bu sonucu Türk gençliğine emanet ediyorum.

Ey Türk Gençliği,

Birinci vazifen Türk istiklalini, Türk Cumhuriyeti’ni ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir...” 17 

Altıok

1927 Kongresi’nde kabul edilen üç temel ilkeye, 1931’de üç ilke daha eklendi ve Cumhuriyet Halk Fırkası’nın olduğu kadar, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin de temelini oluşturan ünlü altı ilke kabul edildi. Cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, laiklik, devletçilik ve devrimcilikten oluşan ilkeler, altıok’la ifade edilerek Cumhuriyet Halk Fırkası’nın simgesi oldu. Altı ilke, 1937’de yapılan bir değişiklikle anayasa maddesi haline getirildi ve 27 Mayıs Anayasası’yla ortadan kaldırıldığı 1961 yılına dek Anayasa’daki yerini korudu.

Cumhuriyet Halk Fırkası programı, amaç ve anlayış olarak toplumu tanımaya ve köklü bir tarih bilincine dayanıyordu. Yalnızca bir parti programı değil, bir ulusun verdiği ortak kararla, geleceğini belirleyen amaç ve yönelişleri ortaya koyan, tümüyle milli bir uzlaşma belgesiydi. Tarihten alınan derslere ve ülke gerçeklerine dayanıyor, yenileşme önündeki tüm engelleri gidermeyi amaçlıyordu. Birbirini tamamlayan iyi düşünülmüş sekiz bölümden oluşuyor ve ulusun tümünü temsil etme işlevini, o güne dek hemen hiçbir siyasi partide görülmeyecek kadar başarıyla yerine getiriyordu.

Halk İçin Demokrasi

Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk dönemiyle ilgili kitap yazan yerli ya da yabancı araştırmacıların bir bölümü, dönemdeki uygulamaları; demokrasi karşıtı, tek partililiğe dayanan diktatörlük ve tutuculuk olarak tanımlar. Demokrasiyi, halkın yönetime katılımını sağlayan bir devlet biçimi olarak değil de, oy vermeyle sınırlı, yasal bir biçimsellik olarak gören anlayış sahiplerinin, bu tür sığ ya da kasıtlı yargılara varmaları olağandır. Bu tür insanlardan, Cumhuriyet dönemi uygulamalarını gerçek boyutuyla kavramaları beklenemez.

1923-1938 arasında geçerli olan siyasal düzen ve bu düzenin biçim verdiği parti yaşamı, yalnızca görünüşte tek partili sistemdir. Nüfusun yüzde seksenini köylülüğün oluşturduğu, çağdaş sınıfların oluşmadığı, sanayisiz bir toplumda yapılması gereken; olmayan sınıflara, bu sınıfların olmayan bireylerine, istemi olmayan özgürlükler getirmek değil, ulusal politikalar geliştirecek siyasi birliğin sağlanmasıydı. Bu ise ancak ulusun her kesimini temsil eden bir siyasi örgütün yaratılmasıyla olanaklıydı. Böylesi yaygın bir temsilin, tek bir partiyle gerçekleştirilmesi, bir istek sorunu değil, aynı zamanda bir zorunluluktu. Atatürk dönemi Cumhuriyet Halk Partisi’nde, çoğulculuğu temel alan bir anlayışa bağlı kalınarak, tek partiyle çok partililiği amaçlayan bir politika yürütülmüştür.

Tek Partililik

Fransız sosyal bilimci Maurice Duverger, Siyasi Partiler adlı kitabında tek partili siyasal sistemleri de inceler ve incelemesinde Atatürk dönemi Cumhuriyet Halk Partisi’ne özel önem verir. Duverger söz konusu kitapta, “tek parti ve demokrasi tanımlarını yan yana getirmenin” birçok kimseye, “kutsallığa saygısızlık” gibi aykırı geldiğini söyler ve önemli olanın “tek parti-demokrasi eşleştirmesinin” yapılması değil, “böyle bir eşleştirmenin, kimi zaman gerçeğe (demokrasiye y.n.) uyup uymadığını bulmak” olduğunu ileri sürer. “Ne tüm tek partiler totaliterdir, ne de tüm totaliter partiler tek partidir” diyerek 18  tek parti’lerin de demokratik olabileceğini kabul eder.

Duverger, kabulünü kanıtlayacak örnek olarak, 1923’te Türkiye’de kurulmuş olan Cumhuriyet Halk Partisi’ni gösterir. Bu partinin, “dini siyasetten ayıran (anti-klerikal) akılcı tutumu”, “19.yüzyıl liberalizmine yaklaşan eğilimleri” ve “1848 Avrupa milliyetçiliğine benzeyen görüşleriyle”; 20.yüzyıl otoriter rejimlerinden çok “Fransız Devrimi’ne ve 19. yüzyıl terminolojisine” yaklaştığını ileri sürer. Ona göre, “tek partiye dayanan faşist rejimlerde her gün rastlanan otorite savunuculuğunun yerini, Kemalist Türkiye’de demokrasi savunuculuğu” almıştır. Duverger CHP ile ilgili olarak şunları söyler: “Bazı tek partiler, gerek felsefeleri ve gerekse yapıları bakımından gerçek anlamda totaliter değildir. Bunun en iyi örneğini, 1923’ten 1946’ya kadar Türkiye’de tek parti olarak faaliyet göstermiş bulunan Cumhuriyet Halk Partisi sağlamaktadır. Bu partinin başta gelen özelliği, demokratik ideolojisidir...” 19 

Cumhuriyet Halk Partisinde Milletvekili Olmak

1927 Ağustosunda kamuoyuna yayınladığı bildiride, milletvekillerinin sahip olmak zorunda oldukları özellikleri şöyle belirlemişti: “CHP milletvekilleri, milletvekili sanlarını özel ekonomik yaşantıları uğruna küçük düşürmeyeceklerdir. Parti Genel Başkanlığı (kendisi y.n.) bu konuda özel titizliği gösterecektir. Sermayesinin çoğunluğu devlete ait olan kuruluşlar ve şirketler ile özel sözleşmeye dayanan imtiyazlı şirketlerde ve tekellerde, hükümetçe yönetim kurullarına atananlar, milletvekili olamayacaklardır...” 20 

Meclis’te bugün yer alan milletvekillerinin nitelikleri, bunların nasıl, hangi ölçütlerle ve kimler tarafından milletvekili yapıldığı göz önüne getirildiğinde, Atatürk dönemiyle günümüz arasındaki “demokrasi” ayrımının ne olduğu açıkça görülecektir. Meclis’teki milletvekillerini şimdi, parti başkanları belirliyor. Ancak, bu belirleme bağımsızlık ve halkın gönencine yönelik ölçütlerle değil, küresel merkezlerin istek ve önceliklerine göre yapılıyor. Bu nedenle Atatürk dönemi uygulamaları halk için ne denli demokratikse, çok partiyle bezenmiş günümüz parlamentarizmi de o denli anti-demokratiktir.

Dördüncü Büyük Kurultay

9-16 Mayıs 1935’te yapılan 4.Büyük Kongre, İkinci ve Üçüncü Kongrelerde başlayan ideolojik ve örgütsel gelişimin en ileri aşamasıdır. Kongre yerine Kurultay, fırka yerine parti sözcüklerinin kullanıldığı bu kongre, Atatürk’ün katıldığı son CHP kongresidir.

Kongre’nin Türk siyasi tarihinde iz bırakan iki önemli özelliği vardır. Kemalist devrim, parti örgütlenmesi konusunda en olgun evresine bu kongreyle ulaşmış ve bu nitelikte bir CHP Kongresi bir daha yaşanmamıştır.

İkinci olarak, 4. Kongrenin uygulama dönemi 26 Kasım 1938’de, yani Atatürk’ün ölümünden 15 gün sonra yapılan Olağanüstü Kurultay’la bitmiştir. 1935-1938 arasındaki üç yıllık 4.Kongre döneminin sona erişi, aynı zamanda, sürekli devrimciliği temel alan Kemalizm’den geri dönüş döneminin başlangıcı olmuştur. Kemalist devrim, kendisini koruyacak kadroları yetiştirmeye başladığı en verimli döneminde, öndersiz kalması nedeniyle, karşı devrim niteliğinde bir geri dönüşle karşılaşmıştır.

4.Kongre’de tartışılan konular ve alınan kararlar, Sivas Kongresi’nden beri sürdürülen on altı yıllık savaşımın oluşturduğu örgütsel-ideolojik birikimi geliştirmiş, bu birikime biçim ve içerik olarak yeni bir boyut kazandırmıştır. 1930’dan sonra girişilen dil devriminin sonucu olarak parti programı öz Türkçe’ye çevrilir. Tartışmalarda devrim, örgüt, bağlaşık, işlev, yönetim, gelişim, kesin gibi sözcükler kullanılır.

Parti’nin ideolojik temelini oluşturan altıok’un, “ulusun ruhunda ve yurdun her yerinde yerleşmesi için bütün kuvvetlerin harekete geçirilmesi” kararı alınır. Sınıf, zümre ve cinsiyet ayrımı gözetmeyen parti eyleminin; “her yurttaşın istek ve ihtiyacına yanıt veren bir bütün” olduğu söylenir. 21 

4.Kongre’de kuramsal tartışma ve belirlemelerden başka, toplumun özellikle emekçi kesimlerini ilgilendiren kararlar alındı. Tarım ve sanayi sorunları, ticaret, toprak ve konut sorunu, işçi ve sosyal güvenlik hakları, sağlık hizmetleri gibi pek çok alanda, daha sonra yasalaştırılarak uygulanan yenilikler yapıldı.

Kararlara göre, “çiftçiye kredi bulunacak” ancak “büyük akar, depo ve apartman v.b. sahiplerine kredi verilmeyecektir”. Yurttaş konut sahibi yapılacak, çiftçi topraklandırılacak ve “büyük özel araziler kamulaştırılacaktır”. Bölge çıkarı, derebeylik, ağalık, aile ve cemaat ayrıcalıkları ortadan kaldırılacaktır. Toplumsal yaşamın her alanında, halkçılık anlayışı temel alınacaktır. Planlı ekonomiye geçilecek, “planlama devlet siyasetine de uygulanacaktır”. Grev hakkı olmayacak ancak işçinin sömürülmesine izin verilmeyecektir. Parti, “yüreği nefretle dolu bir üretici kitlesinin oluşmasına” izin vermeyecektir. İşçi ve esnaf, kendi meslek örgütlerinde bir araya gelirken, halk ve gençlik, halkevleri aracılığıyla örgütlenecektir. 22 

Kurultay kararları, o dönemdeki siyasi canlılığa uygun olarak hızla uygulamaya sokuldu ve son derece etkili oldu. Partiyle hükümet arasındaki ilişkiler, hukuksal zemini yaratılarak geliştirildi. İçişleri bakanı parti genel sekreteri, valiler il başkanı oldu ancak İçişleri Bakanlığı’na bağlı Bölge Denetleme Kurulu üyeleri, devlet kuruluşlarını olduğu gibi, parti örgütlerini de denetlemeye başladı. Bu yolla; il özel idareleri ve belediyelerle parti örgütlerinin birbirine yakınlaşmasına ve eşgüdüme kavuşturulmasına çalışıldı. Altıok daha sonra, Anayasa maddesi haline getirildi.

Cumhuriyet Halk Partisi’nde Dönemler

Cumhuriyet Halk Partisi tarihi, Atatürk dönemi ve Atatürk sonrası dönem olarak iki ana bölüme ayrılmalıdır. Parti politikaları ve uygulamalarda somutlaşan dönemler arasındaki farklılıklar, gerçek karşılığını; devrimcilikle tutuculuk, bağımsızlıkla batıcılık, halkçılıkla seçkincilik arasındaki ayırımlarda bulmaktadır. Karşıtlıklar; açık, uzlaşmaz ve nitelikseldir.

Seçkincilik Uç Veriyor

Atatürk’ün, Müdafaa-i Hukuk örgütlerinden Birinci Meclis’e, oradan Halk Fırkası’na dek sürdürdüğü politika, halkın örgütlenerek siyasi etkinliğe dolaysız katılmasına dayanır. Ancak, 1935 Kongresi’ne doğru, halka uzak, seçkinci bir anlayış partide oluşmaya başlar.

Oysa Atatürk, partiyi halkın partisi, devleti de halkın devleti yapmayı, politik savaşımının başına koymuş ve bunu gerçekleştirmek için çok uğraşmıştı. Yönetim işlerinde seçkinciliğe karşı çıkmış, halkın yönetime katılmasına büyük önem vermişti. 2 Şubat 1923’te İzmir’de yaptığı söyleşide halkın, “her ne ad altında olursa olsun, şunun ya da bunun peşinden gitmemesi” ni, yalnızca “kendi programını izlemesi” ni söylemiş ve bu konudaki görüşlerini şöyle açıklamıştı: “Bunu sağlamak için (halkın kendi programını belirlemesi için y.n.) mümkün olsaydı bütün vatandaşları bir araya toplamayı, hiç olmazsa bütün uzman kişileri bir araya toplamayı, onlarla büyük bir kongre halinde görüşmeyi ve programı böyle oluşturmayı çok isterdim...” 23 

Faşist Partilere Özenenler

Halkın siyasi örgütlülüğüne ve katılımcılığa bu denli önem vermesine karşın, 1935’e doğru Cumhuriyet Halk Fırkası’nda, buna uygun düşmeyen gelişmeler ortaya çıkacaktır. Parti Genel Sekreteri Recep Peker, yönetim biçimi ve parti işleyişiyle ilgili olarak Adliye Bakanı Yusuf Kemal Tengirşek ile görüşüp, Başbakan İsmet İnönü’ün de onayını alarak bir öneri geliştirir.

Öneriye göre, Cumhuriyet Halk Fırkası, en tepede yer alan ve yüksek yetkilerle donatılan bir üçlü (triumvira) tarafından yönetilecektir. Önerinin sahibi Peker’in düşüncesindeki bu üç kişi, olasıdır ki Atatürk, İnönü ve kendisidir. İnönü, taslağı okuyup imzalamıştır.

Onayını almak için taslak Atatürk’e götürüldüğünde sert bir tepkiyle karşılaşılır. Atatürk “saçmalık” diyerek böyle bir önerinin yapılabilmiş olmasına sinirlenmiş ve Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak’a şunları söylemiştir: “İnanılmaz şey. Ben ülkeyi hâlâ tek parti ile yönetmek zorunda kaldığım için utanıyorum, bazı arkadaşlar bu hali devamlı kılmak istiyor. İtalya seyahatinden dönen partimizin Genel Sekreteri (Recep Peker y.n.) bana verdiği raporda, bize de orada gördüğü ve incelediği Faşist Parti’den esinlenen önerilerde bulunuyor. Recep’in bu saçmalıklarını İsmet yeniden okusun.” 24 

“Halkı Güçlü Kılan Kutsal Örgüt”

Atatürk, halkın siyasete katılmasını, Meclis’e girmesini kendisinin ve ulusun geleceği için önkoşul olduğunu, her yerde ve her zaman söyledi, yazılar yazdı ve bu yönde yoğun çaba gösterdi. Halk Fırkası’nın kuruluşundan bir yıl sonra 1924’te Trabzon’da, Halk Fırkası’nı yaratan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin, “bütün milleti kadrosu içine alarak” onu “kuvvet ve kudret yapan kutsal bir örgüt” olduğunu açıkladı ve “Halk Fırkası, hiçbir boş söze değer vermeyerek Türk Cumhuriyeti’ni kuran devrimci ruhun bütün millette belirip şekillenmesidir” dedi. 25  1925’te Akhisar’da, “Halk Fırkası’nın kadrosu bütün millet fertleridir. Bu gerçeği anlamayanlar henüz beyinlerini düşünmeye alıştıramayan bahtsızlardır” açıklamasını yaptı. 26 

Katılımcılığa bu denli önem verirken, seçimlerin her şey olmadığını, seçilmişlerin halka ve ulusa zarar veren unsurlar haline gelebileceği uyarısında bulunmuştur.O’nun için sürekli değişim ve gelişim esastır ve bu gelişme kesin olarak; Türk Ulusunun gönencine, birliğine ve bağımsızlığına hizmet etmelidir. Bu anlayış ve dikkat, kendi yarattığı parti ve meclis için de geçerlidir. Kurulup güçlenmesine ve etkin olmasına büyük önem ve emek verdiği Türkiye Büyük Millet Meclis’i için şunları söyler: “Milletler, egemenliklerini geçici bile olsa bırakacağı meclislere dahi gereğinden fazla inanmamalı ve güvenmemelidir. Çünkü meclisler bile despotluk yapabilir ve bu despotluk bireysel despotluktan daha tehlikeli olabilir. Meclislerin öyle kararları olabilir ki, bu kararlar milletin hayatına giderilmesi mümkün olmayan zararlar verebilir.” 27 

Atatürk’ün CHP’ye Verdiği Önem

Atatürk’ün, Recep Peker ve İsmet İnönü’ün parti yönetimi ile ilgili yönelişinden duyduğu rahatsızlık kalıcı oldu ve bunu her fırsatta dile getirdi. Dördüncü Kongre ile ilgili yazışmalarda, bilinçli ve özenli bir tutumla Cumhuriyet Halk Partisi adını kullanmıyor, sürekli bir biçimde “partim” sözcüğünü kullanıyordu. Durumu görüp kendisine yöneltilen, “Cumhuriyet Halk Partisi yerine neden sürekli partim diyorsunuz?” sorusuna şu yanıtı vermişti: “Cumhuriyet Halk Partisi’nin benden sonra, sonuna kadar partim olarak kalacağını nereden bileyim.” 28 

Atatürk, parti despotluğuna dönüşebilecek eğilimleri önlemek için parti çalışmalarına daha çok zaman ayırmaya ve daha dikkatli davranmaya başladı. Parti yönetimlerinde yer alan insanların niteliğini biliyordu. Onları, işlerine karışmayarak ancak uzaktan denetleyerek yetiştirmeye, girişimgücü sahibi olmalarını sağlamaya çalıştı. Parti işlerine önem veriyor, Cumhurbaşkanlığını bırakabileceğini ancak parti başkanlığından vazgeçmeyeceğini söylüyordu.

Ünlü Alman yazar Emil Ludwin’in kendisiyle yaptığı söyleşide şunları söylemişti: “Yönetim işlerine zannettiğiniz kadar karışmıyorum. Ben bugün Cumhurbaşkanlığı’ndan, Başkumandanlık’tan çekilmeye hazırım. Ancak parti başkanlığından asla vezgeçmem. Bana göre ülkenin gerçek siyasi düşünceleri ancak parti tarafından temsil edilebilir.” 29 

Atatürk, pek çok konuda olduğu gibi parti konusunda da haklı çıktı. Kurulup gelişmesine büyük önem ve emek verdiği CHP, onun partisi olmayı sürdürmeli. Başkanlığı için, Cumhurbaşkanlığını bırakacağını söylediği parti, ülkeyi Kemalist ilkelerden uzaklaştıran ve geri dönüşü gerçekleştiren bir örgüte dönüştü. 11 Kasım 1938’de başlayan geri dönüş sürecinin Türkiye’yi nereye getirdiğini herkes yaşayarak görüyor. Bugün yaşanan acıklı durumun en başta gelen sorumlusu elbette CHP’dir. Falih Rıfkı Atay bu sorumluluğu, “Atatürk ve Atatürkçülüğe en büyük kötülük CHP’den gelmiştir” 30  diyerek açıklamıştır.



Cumhuriyet Halk Partisi (3)

Atatürk Sonrası

İsmet İnönü ve Kemalizm’den Geri Dönüş (1938-1945)

Cumhuriyet Halk Partisi, 26 Kasım 1938’de ilk kez olağanüstü kurultay topladı. Atatürk onbeş gün önce ölmüş, İsmet İnönü Cumhurbaşkanı olmuştu. Başbakan Celal Bayar’ın toplantıya çağırdığı bu Kurultay, İsmet İnönü’yü “milli şef” ve “değişmez genel başkan” tanımlarıyla parti başkanı yaptı. “Milli şef” tanımı Türk siyasi tarihinde ilk kez kullanılıyordu. “Değişmez genel başkanlık” ise daha önce (1927), tinsel (manevi) değeri olan bir saygı sözcüğü olarak yalnızca Atatürk’e verilmişti ve o zaman Tüzük ya da Programa yansıtılmamıştı. 31 

Ancak, Atatürk’ün ölümünden hemen sonra toplanan olağanüstü kurultay, “değişmez genel başkanlık” kavramını kabul etti, genel başkanlık seçimini tüzükten çıkardı. 32  Böylece Atatürk’te olmayan bir ünvan, İsmet İnönü’ye verilmiş oldu. Bu uygulama, Cumhuriyet Halk Partisi’nin Atatürk’ün yaşamı boyunca ısrarla sürdürdüğü halkçılık anlayışından uzaklaşacağının açık göstergesiydi. CHP, Türk Devrim ilkelerinden geri dönüşe yönelen yeni bir döneme giriyordu.

Beşinci Kurultay ve Ayıklama (Tasfiye)

Olağanüstü Kurultay’dan beş ay sonra 29 Mayıs-3 Haziran 1939’da 5.Büyük Kurultay toplandı. Mart 1939’da erken seçime gidilmiş, istifa eden Celal Bayar’ın yerine Refik Saydam Başbakan olmuştu. Yeni Meclis ve yeni hükümette ilgi çekici değişiklikler vardı.

Kurtuluş Savaşı’ndan beri Atatürk’ün yakın çevresinde bulunan ve on dokuz yıl boyunca üst düzey görevler yüklenmiş olan kimi etkin isimler hükümete alınmadığı gibi milletvekili de yapılmamıştı. Atatürk’ün yakın çalışma arkadaşlarından; kesintisiz 13 yıl Dışişleri Bakanlığı (1925-1938) ve 16 yıl Milletvekilliği (1923-1939) yapan Tevfik Rüştü Aras; kesintisiz 11 yıl İçişleri Bakanlığı (1927-1938) ve 16 yıl Milletvekilliği yapan (1923-1939) Şükrü Kaya; 7 yıl İstiklâl Mahkemesi üyeliği (1920-1927) ve 19 yıl Milletvekilliği yapan (1920-1939) Kılıç Ali (Asaf Kılıç), hükümetten ve Meclis’ten uzaklaştırılan önde gelen kişilerdi.

Atatürk’e yakın isimler yönetimden uzaklaştırılırken, Terakkiperverciler dahil, Atatürk’e karşı çıkanların hemen tümü önemli görevlere getirildiler. Hükümet üyelerini ve milletvekillerini tek tek İsmet İnönü saptıyordu. Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele, Hüseyin Cahit Yalçın milletvekili yapıldı. Daha sonra, İzmir suikastı davasında hapis cezasına çarptırılan Rauf Orbay’a, Adnan Adıvar’a, aynı davada yargılanan ancak aklanan ve Atatürk’e karşıtlığı açık düşmanlığa vardıran Kazım Karabekir’e etkin görevler verildi. Ali Fuat Cebesoy ve Kazım Karabekir, Meclis Başkanlığı’na dek yükseldiler. Prof.Tarık Zafer Tunaya, 1939 Kurultayını, “Kemalist ideolojinin tartışılmadığı”, bu nedenle “delegelerinin Kemalizmi tam olarak bilmediği” bir “bocalama ve geçiş” Kurultayı olarak tanımlayacaktır. 33 

Atatürk döneminde Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği, Milli Eğitim Bakanlığı yapmış ve ilk İnkılap Tarihi derslerini vermiş olan Prof.Hikmet Bayur, Atatürk’ün ölümünden sonraki uygulamalar için şunları söyleyecektir: “Atatürk ölür ölmez Atatürk aleyhine bir cereyan başlatılmıştır. Örneğin Atatürk’e bağlı olan bizleri İnkılap Tarihi derslerinden aldılar; kendi adamlarını koydular. O dönemde Atatürkçülüğü övmek ortadan kalkmıştı.”  

Geri Dönüş Uygulamaları

Atatürk’ün yakın çevresinin yönetimden uzaklaştırılmasıyla başlayan süreç açıkça söylenip yazılmayan ancak uygulamaya sokulan davranışlarla, kapsamlı bir karşıdevrim politikasına dönüştü. Uygulamaların somut sonucu, devlet politikalarında Atatürk ve Atatürk dönemi uygulamalarıyla önce araya mesafe koyma, daha sonra ortadan kaldırma biçiminde gelişti.

İnönü “milli şef” ti ve herşeyi o belirliyordu. Devlet kadrolarında yükselmek isteyenler, günün gereklerine uyma durumundaydılar. Atatürk’ün yakın çevresi gözden düşmüştü. Pul ve paralardan Atatürk’ün resimleri kaldırılmış, yerine İnönü konmuştu. Dış politikada Batı’yla uzlaşma eğilimleri giderek artıyor, laiklik başta olmak üzere altıok’la açıklanan temel ilkelerden ödünler veriliyordu. Falih Rıfkı, ödünler ve CHP konusunda şöyle söyler: “Atatürk’ün CHP’ye bıraktığı gerçek miras devrimleri, devrimlerin ana temeli ise laisizm ve eğitim birliğiydi. CHP yönetimi devrinde (1938-1950 arası y.n.) bu iki temel, derinden sarsılmıştır. CHP, İmam Hatip Okullarına fıkıh dersi koymakla, eğitim birliğini yıkmıştır. O zamanlardan beri CHP, Atatürk’ün değil İnönü’nün Partisidir.” 35 

1938-1950 Dönemi

1938-1950 yılları arasındaki “milli şef” döneminde CHP, üç büyük ve bir olağanüstü Kurultay gerçekleştirdi. 1950 yılında, yönetimi kendi içinden çıkardığı Demokrat Parti’ye bıraktığında, Türkiye iç ve dış ilişkiler bakımından, Atatürk’ün bıraktığı yerden, amaçladığı hedeflerden çok ayrı bir yerdeydi. İkili ya da çoklu anlaşmalarla tümüyle Batı’ya bağlanılmış, ulusal sanayi atılımları durdurulmuş, dış borca yönelinmiş ve eğitim başta olmak üzere Cumhuriyet’in temel değerlerinden önemli oranda uzaklaşılmıştı.

1939’daki 5.Kurultay’da alınan kararların ve yapılan tüzük değişikliklerinin belirgin özelliği, Atatürk’ün 1935’te tepki göstererek önlediği, yönetim gücünün kişi elinde toplanması ve katılımcılıktan vazgeçilmesiydi. Bütün güç, “milli şef” İnönü’ün elinde toplanmıştı. Tartışma ya da görüşme gibi kavramlar parti gündeminden çıkmış, Meclis’teki milletvekilleri bir tür onaylayıcılar kümesi durumuna gelmişti. Parti hemen tümüyle hükümetin buyruğuna girmiş, parti ve hükümet uygulamaları arasındaki bağımlılık iyice pekişmişti. 36  Parti içinde, “denetleme organı” adı verilen ancak ne işe yaradığı belli olmayan bir “bağımsız küme” oluşturulmuş; “merkeziyetçilik” ve “disiplin” adına parti üye ve yöneticileri üzerindeki baskı arttırılmıştı. Siyasi ilişkiler o denli iç içe girmişti ki, parti genel sekreteri “partiyle hükümet arasındaki bağı geliştirmek için”, Bakanlar Kuruluna katılmaya başlamıştı. 37 

Altıncı Kurultay

8-15 Haziran 1943’te yapılan 6.Kurultay, tek partili dönemin son kurultayıdır ve Dünya Savaşı sürerken yapılmıştır. Tutanakları açıklanmayan bu Kurultay’ın, dıştan görünüş olarak hiçbir yeni yanı yoktu ve sanki tam bir adet yerini bulsun kongresiydi.

Ancak, içerde yapılan ve Savaş sonrası dönemi ilgilendiren birtakım değerlendirmeler, geleceğin önemli değişiklikler getireceğini gösteriyordu. Programın 6.bölümüne eklenen 38.madde, “2. Dünya Savaşı’ndan sonraki olasılıklar” dan söz ediyor ve “Dünya Savaşı’ndan sonraki dönem, bizim için birkaç kat daha fazla çalışacağımız bir dönem olacaktır” 38  deniliyordu. Bu sözlerin ne anlama geldiği, daha sonra gerçekleştirilen uygulamalar ve açıklamalarla ortaya çıkacaktır. İsmet İnönü’nün “Eğer Rusya gelip aramızdaki anlaşmazlıkları olumlu biçimde çözme teklifinde bulunsa bile, ben Türk siyasetinin Amerikan siyasetiyle elele gitmesi taraftarıydım” 39  biçimindeki sözleri, “Dünya Savaşı’ndan sonra” hangi yönde “fazla çalışılacağı”nı gösteren, belki de en çarpıcı açıklamalardı.

“Amerikan Siyasetiyle Elele”

İsmet İnönü’nün “Amerikan siyasetiyle elele gitme” olarak tanımladığı politik tutum, 1919’da reddedilen ve büyük devlet korumacılığına dayanan mandacılığın anlayış olarak yeniden gündeme getirilmesiydi. Tüm manda ilişkileri gibi, siyasi ve ekonomik ayrıcalıklara (imtiyaz) dayanıyordu.

Amerikalılar’la ilk ayrıcalık anlaşması, 1 Nisan 1939’da imzalandı. 5 Mayıs 1939’da yürürlüğe giren bu anlaşma imzalandığında, Atatürk’süz yapılan ilk Kurultay’dan yani 1.Olağanüstü Kurultay’dan yalnızca dört ay geçmişti. 1 Nisan anlaşmasıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Amerika’ya, “gerek ithalat ve ihracatta, gerekse diğer tüm konularda, en ziyade müsaadeye mazhar (en fazla kayırılacak y.n.) ülke statüsü” tanındı. Amerikan sanayi malları için yüzde 12 ile yüzde 88 arasında değişen oranlarda gümrük indirimleri sağlandı. 40 

Amerika Birleşik Devletleri’yle ekonomik anlaşmalar yapılırken, İngiltere ve Fransa’yla siyasi anlaşmalar yapıldı. 12 Mayıs 1939’da İngiltere, 23 Haziran 1939’da da Fransa ile iki ayrı bildirime (deklarasyona) imza atıldı. Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu, imza töreninde İngiltere Büyükelçisine, “Türkiye, bütün nüfuzunu Batı devletlerinin hizmetine vermiştir” dedi. 41 

Bu iki deklarasyon 19 Ekim 1939’da İngiltere-Fransa-Türkiye arasında, Üçlü İttifak Anlaşması’na dönüştürüldü. Batı’ya bağımlılığı geliştiren bu tür girişimler, Atatürk döneminde akla bile getirilemeyecek işlerdi. Atatürk, hastalığı ağırlaştığında bile, “Türkiye tarafsız kalmalıdır, herhangi bir ittifak içine girmemelidir” 42  diyor, “İngiltere, Fransa, Amerika ve diğer Batılı devletler ile siyasetimizi çok dikkatli tesbit etmeli ve ilişkilerimizi mesafeli yürütmeye özen göstermeliyiz” 43  diyerek, vasiyet niteliğinde önermelerde bulunuyordu. Ancak, önermeleri dikkate alınmıyor ve sanki o gün bekleniyormuşçasına; ölümünden birkaç ay sonra, onun vermemek için yaşamı boyunca savaştığı ulusal ödünler Batılı büyük devletlere kolayca veriliyordu.

Çok Partiliğe Geçiş

İsmet İnönü ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin dış isteğe bağlı olarak giriştiği “çok partili demokrasi” ye geçişin, birçok olumsuz sonucu oldu. Ülke koşullarına uygun düşmeyen ve ivedilikle gerçekleştirilen siyasi değişim, 1938’e dek doğal gelişim çizgisine oturmuş olan siyasi işleyişi önce bozmuş, daha sonra kazanımlarını ortadan kaldırmıştır. Yapılanlar, Türk toplumunun bağımsız yaşama geleneklerine, toplumsal gereksinimlerine ve gelecek yönelişlerine uygun düşmüyordu. Yapılanlarda Batı temel ölçü alındığı için, her şey göstermelik, yapay ve topluma yabancıydı. Bu nedenle de baskıya ve yozlaşmaya dayanıyordu.

1946-1950 Ödünler Süreci

Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD önderliğinde kurulmakta olan Yeni Dünya Düzeni’ne, koşulsuz destek verdi. Uluslararası anlaşmaların tümüne, hemen hiç incelemeden imza attı. Siyasi ödünler, kısa bir süre içinde; ekonomiden eğitime, askeri alandan kültüre ve sosyal güvenlikten hukuka dek genişledi.

Cumhuriyet Halk Partisi’nin başlattığı ödünler süreci, 1950’ye gelindiğinde büyük oranda tamamlanmış, ileri bir aşamaya ulaşmıştı. Düşünsel ve örgütsel yapı olarak temelde CHP’den ayrımı olmayan Demokrat Parti, 1950’de yönetime geldiğinde, dış ilişkiler bakımından tamamlanmış bir süreçle karşılaşmıştı. DP, siyasi istekleriyle tümüyle örtüşen bu süreci daha da geliştirmiş ve Amerika Birleşik Devletleri’ne, “herhangi bir tehdid durumunda” ve “çağrı üzerine” Türkiye’ye askeri müdahalede bulunma yetkisi verme noktasına kadar vardırmıştı. [44] 

Demokrat Parti’nin içtenlikle katıldığı Batı’ya bağlanma politikasının temelleri, CHP döneminde atılmış ve bu tutum, partileri de aşarak, yerleşik bir devlet politikası yapılmıştı. İsmet İnönü, bu gerçeği daha sonra açıkça dile getirecek ve kamuoyuna açıklayacaktır. 6 Mayıs 1960’da yabancı gazetecilere yaptığı açıklamada şunları söylemiştir: “Dış siyaset için söyleyeceklerim çok basittir. Batı demokrasileri ile aynı cephede bulunuyoruz. Bu anlayış milletçe kabul edilmiştir. Ve hangi parti iktidara geçerse geçsin, bu devam edecektir.“ 45 



Cumhuriyet Halk Partisi (4)

1945-1980 Dönemi

Kemalizmi Yadsıma ve Yokoluş

10-11 Mayıs 1946’daki 2. Olağanüstü ve 17 Kasım-3 Aralık 1947’deki 7.Olağan Kurultaylar, ülke dışındaki gelişmelere uyum için yapılan ve yapılmakta olan değişikliklere hukuki zemin hazırlamak için toplandı. Sonradan yasalaştırılan tüzük ve program değişiklikleri, belirgin biçimde dışardan gelen istekleri karşılamaya; yabancılara, özellikle de Amerikalılara hoş görünmeye dayanıyordu.

Parti programının seçim biçimini belirleyen 4.maddesi kaldırılmış, 1876’dan beri, yetmiş yıldır yürürlükte olan iki dereceli seçim biçimi, hiçbir ön çalışma yapılmadan birden bire değiştirilmişti. Sınıf esasına göre dernek kurmayı yasaklayan 22.madde kaldırılmış, kağıt üzerinde kalan göstermelik bir serbestlik getirilmişti. “Değişmez genel başkanlık”, yine kağıt üzerinde, değişebilire dönüştürülmüş, parti içindeki “bağımsız küme” kaldırılmıştı. 46 

Sıradışı ivedilikle bir yıl içinde yapılan değişiklikler, en büyük zararı devletçilik ilkesine vermişti. Devlet yatırımları sınırlanmış, devletçilik anlayışı bırakılmıştı. Toprak reformu amacıyla çıkarılan, Çiftçiyi Topraklandırma Yasası uygulanmadan bir kenara itilmiş, köy enstitüleri önce amacından saptırılmış ve ortadan kaldırılacak duruma sokulmuştur. İmam hatip okulları, Kuran kursları açılmış, ilkokullara din dersi konulmuştu. 47 

Yedinci Kurultay: Mc Carthycilik Türkiye’de

7.Kurultay’da, o dönemde Amerika’da çok yaygın olan anti-komünist yükselişe uygun, öyle uygulamalar yapıldı ki bunlar, ABD’de aydın düşmanı olarak ünlenen tutucu senatör Mc Carthy’nin görüşlerinin hemen aynısıydı. CHP Kurultay’ında yapılan önerilerde, komünistlerin bütün kamu ve özel kuruluşlardan, özellikle de devlet kuruluşlarından atılması isteniyordu. 48 

Parti Kurultayında yeni baskı kararları alınırken, CHP milletvekilleri Meclis’te ABD’ye övgülerle dolu akıl dışı söylevler veriyordu. Başbakan Şükrü Saraçoğlu, o günlerde, Amerika’ya 4.5 milyon dolarlık borcun ödenmesi üzerine yaptığı konuşmada şunları söylemişti: “Hepimiz inanıyoruz ki, biz bu parayı vermekle borcumuzun yalnız maddi kısmını ödüyoruz. Amerika’ya, bir de manevi borcumuz vardır ki; onu da, hürriyet, adalet, istiklâl ve insanlık davalarında Amerika’nın bulunduğu saflarda bulunmak suretiyle ödemeye çalışacağız.” 49 

CHP İstanbul Milletvekili Hamdullah Suphi Tanrıöver ve CHP Bursa Milletvekili Muhittin Baha Pars ise Meclis’te şunları söylüyorlardı: H.Suphi Tanrıöver; “Dünyaya ışık nereden geliyor? Bu ışığın bir kaynağı var. Işık Amerika’dan geliyor. Ümit nereden geliyor, Amerikadan geliyor.” 50  M.Baha Pars: “Bugün bu büyük milletin, Amerika’nın insanlığa yaptığı yardımı hatırlayıp teşekkür ederken, peygamber gibi temiz ve kusursuz Roosvelt’i ve onun halefi olan, kıymetli devlet ve millet adamı Truman’ı hürmetle selamlarım.” 51 

Eğitimde Geri Dönüş

Köy enstitülerinin kurulmasını istekle desteklemiş olan İsmet İnönü’nün, bu okulların ortadan kaldırılmasına neden göz yumduğu ve imam-hatip okul ve kurslarının açılmasına bu denli kolay nasıl izin verdiği, şimdiye dek çok tartışılmış bir konudur. Politika değişikliğinin nedeni kuşkusuz ABD ile girilen ilişkiler ve yapılan ikili anlaşmalardır.

Bunun kanıtı İsmet İnönü’nün sözleridir. İnönü, günlük notlarından oluşan Defterler adlı kitapta, yabancıların imam hatip açtırmada çok ısrarcı olduklarını ve okulları bitirenlerin harp okullarına alınmasını istediklerini açıklar. İlişkilerin ve isteklerin niteliği konusunda aydınlatıcı olan bu açıklamada İnönü aynısıyla şunları yazar: “Yabancılar (Amerikalılar diye okumalısınız y.n.), imam hatip mezunlarını Harbiye’ye almamızı söylediler. Bunu Sultan Abdülhamit ordusuna dönüş sayarım... Oldubitti yaptırmayacağız.” 52 

İsmet İnönü, imam hatip çıkışlıları Harpokullarına aldırmadı ancak Cumhurbaşkanlığı döneminde birçok imam hatip okulu ve kursu açtırdı. Ondan sonraki CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit, yabancıların bu isteğini yerine getirdi ve imam hatip mezunlarının Harpokullarına alınmasını Meclis’ten geçirdi ancak dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün vetosu nedeniyle bu girişim yasalaşmadı.

Ödün Verme Yarışı

Cumhuriyet Halk Partisi, 1945-1950 arasında yaptığı 2.Olağanüstü ve 7.Olağan Büyük Kurultay’la, kurulmasına izin vermek zorunda kaldığı Demokrat Parti’yle, Devrimler’den ödün verme yarışına giren bir parti durumuna geldi. Verdiği ödünler birçok konuda, karşıtı DP’nin isteklerini bile aşıyordu. Dayandığı kitlesel tabanda sınıfsal ayrım bulunmayan bu iki parti, ideolojik ve örgütsel olarak birbirine çok yakındı. 53 

Şevket Süreyya Aydemir “Menderes’in Dramı” adlı yapıtında CHP programı ile DP programı arasındaki benzeşmeyi şu sözlerle açıklar: “Demokrat Parti programındaki görüş, Halk Partisi’nin devletçilik görüşüyle karşılaştırılınca, Demokrat Parti’nin daha devletçi sayılması pekala mümkündür. Altıok’un diğer beş ilkesini de aynı biçimde karşılaştırabiliriz. Ve görürüz ki, Demokrat Parti, Halk Partisi’nden yalnız kadrosunu değil, programını da aktarmıştır.” 54 

14 Mayıs 1950; Yönetimi Yitiriş

CHP, 14 Mayıs 1950’de yapılan genel seçimleri yitirdi ve bir daha tek başına yönetime gelemedi. 1950-1980 arasındaki otuz yıllık süreç, halktan koparak topluma yabancılaşmanın, Atatürk’ün adını kullanarak Devrim İlkeleri’nden geri dönüşün ve dışarıya bağlanmanın tarihi gibidir.

12 Eylül 1980’de eylemsel olarak kapatıldığında, Kurtuluş Savaşı’nı veren Müdafaa-i Hukuk hareketinin devrimci mirası üzerine kurulmuş olan Halk Fırkası anlayışı, duygu ve düşünce olarak zaten yok olmuştu. Atatürk’ün ölümünden 1980’e dek 19 Olağan, 8 Olağanüstü Kurultay yapıldı, tüzükler programlar değiştirildi ve birçok yeni karar alındı. Ancak, bunların tümü söylendiği gibi değişim, gelişim ve ilerleme değil, gerileme ve Atatürkçülüğün karşıtına dönüşme sürecini oluşturdu.

Atatürk’ü Kullanma

Cumhuriyet Halk Partisi, 1950 seçimlerine Atatürk’ün adını kullanarak; “Vatandaş, oyunu Atatürk’ün kurduğu, İnönü’nün başında bulunduğu CHP adaylarına ver” 55  çarpıcısözüyle (sloganıyla) girdi. Bu davranış, Atatürk’ü siyasi amaçla kullanma girişiminden başka bir şey değildi. Atatürk’ün yaşamı boyunca gerçekleştirdiği ilkelerin tümü uygulamadan kaldırılıyor, onun kurduğu bir parti olduğu söylenerek halktan oy isteniyordu.

Üstelik seçim bildirgelerinde, mitinglerde ve hükümet kararlarında hala, Demokrat Parti’yi bile şaşırtan ödünler veriliyor, sözler söyleniyordu: “Devlet yalnızca özel sektörün kârlı bulmadığı alanlara yatırım yapacak, kâr amacıyla girişimde bulunmayacaktır. Denizyolu ve eşya taşımacılığı özel girişime bırakılacaktır. Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’nun 17.maddesi tümüyle kaldırılacaktır. Devlet, şirket ortağı kişilere yeni olanaklar sağlayacaktır. İmam hatip kursları açılacak, hacca gitmek isteyenlere devlet döviz verecektir. İlkokullara din dersi konacak, 1925’ten beri kapalı olan türbeler yeniden açılacaktır.” 56  Halka, Atatürk’ün adı kullanılarak bunlar söyleniyordu.

Geçmişinden Kopmak

Şemsettin Günaltay’ın 14 Ocak 1949’da başbakan yapılmasıyla din bağlantılı siyasi ödünler yoğunlaşacaktır. Günaltay, medrese eğitimli ilk başbakandır ve Cumhuriyet gelenekleriyle çelişen uygulamaları gecikmeyecektir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, 4 Şubat 1949’da Arapça ezan okunacak; 4 Mayıs’ta Vatana İhanet Yasası, 1 Mart 1950’de Tekke ve Türbelerin Kapatılmasına İlişkin Yasa, yürürlükten kaldırılacaktır. Seçimlerden iki ay önce, 23 Mart 1950’de İsmet İnönü, “Anayasa’nın değiştirilerek ‘altıok’un Anayasa’dan çıkarılacağına” yönelik halka söz verecektir. 57 

Parti yönetimi, bu tür sözler verip açıktan yürütülen bir karşı-devrim hareketine girişirken; CHP, büyük çoğunluğu Müdafaa-i Hukuk geleneğine bağlı yaygın bir örgüt ağına sahipti. 63 il, 490 ilçe, 1084 bucak şubesi, 19 667 köy ocağı, 2056 mahalle ocağı, 1584 semt ocağı ve 1 898 394 üyesi vardı. 58  Üye sayısı, 1950’de 20,9 milyon olan Türkiye nüfusunun yüzde 9’una denk geliyordu, bu oran günümüz nüfusu için 6 milyondan çok üye demekti.

1950-60 Dönemi

22-27 Haziran 1953’de yapılan 10.Olağan Kurultay’da Kemalizm programdan çıkarıldı, yerine Atatürk yolu diye ne anlama geldiği belli olmayan bir kavram getirildi. 59  21-24 Mayıs 1956’da yapılan 12.Kurultayda, biçimini on yıl önce kendilerinin belirlediği “demokrasi işleyişi”nden yakınılmaya başlandı. “Demokrasinin gerekli yasal güvenceden yoksun” olduğu, “rejimin selametini sağlamak için” yasal güvencelerin arttırılması gerektiği söyleniyor, bir an önce “nisbi seçim sisteminin uygulanması” isteniyordu. 60  Dış isteğe bağlı olarak telaşlı bir acelecilikle “demokrasi” getirenler, getirdikleri “demokrasi”yi beğenmez duruma gelmişlerdi.

16.Kurultay (14-16 Aralık 1962)’da, Avrupa Birliği’ne (o zamanki adı Avrupa Ekonomik Topluluğu) üyelik başvurusu nedeniyle olacak, Batı’ya yöneltilen övgü sözlerinde belirgin bir artış vardı.

Kurultay bildirisinde; Avrupa’yla bütünleşme, NATO’ya bağlılık ve demokrasinin tüm dünyada korunmasından söz ediliyordu. Türkiye’nin, “Demokrasiyi karşılaştığı tehlikelerden dünya çapında korumak için kurulmuş olan Batı ittifak sistemine ve onun temel direği olan Atlantik Paktı (NATO y.n.)’na sarsılmaz bir sadakatle bağlı” olduğu söyleniyor, bu bağlılığın aynı zamanda “Türkiye’nin yerine getirmesi gereken kaçınılmaz bir ödev” sayıldığı dile getiriliyordu. 61 

Ecevit ve Ortanın Solu

18-21 Ekim 1966’da yapılan 18.Kurultay’da nereden ve neden çıktığı tam olarak anlaşılamayan ortanın solu diye bir kavram yoğun olarak tartışıldı. Sol, sosyal demokrasi, demokratik sol gibi tanımlar, Türk Devrimi’nin söylemlerinde yer almayan kavramlardı. Sosyalist Enternasyonel’in üyelik önerisi, 1927 Kongresi’nde kabul edilmemişti. CHP o güne dek bu tür tanımlardan uzak durmuştu. 18.Kurultay’da Genel Sekreter olan Bülent Ecevit, ortanın solu kavramına ısrarla sahip çıktı. Bu kavramı, 1974’de Demokratik Sol haline getirdi; 1976’da CHP’yi Sosyalist Enternasyonale üye yaptı ve sert söylemlerle düzen karşıtı eleştirilere başladı.

Ecevit, Atatürk devrimlerini “halka ulaşmadığı” ve yeterince “radikal (köklü y.n.) olmadığı” için eleştiriyordu. Bireylerin inançlarını açıkça uygulamaya sokabilmesi gerektiğini söylüyor, “laiklik uygulamalarına” katı oldukları için karşı çıkıyordu. 62  Parti içindeki karşıtlarına çok sert davranıyor, bunların, daha önce “yeterince radikal” bulmadığı Kurtuluş Savaşı yöntemleriyle “ezileceğini” söylüyordu: “Biz halkı ezilmekten ve sömürülmekten kurtarmaya çalışıyoruz. Milli mücadelede de (Kurtuluş Savaşı y.n.), içerden kurtuluşu engellemek isteyenler olmuştur. Onlar nasıl yenildiyse, bugün sosyal ve ekonomik kurtuluş hareketine gösterilen engellemeler de öyle ezilecektir.” 63 

Söylemler

28-29 Nisan 1967’de yapılan 4.Olağanüstü Kurultay’da “Sosyalizmi aşama olarak kabul eden komünistlerle hiçbir ilgimiz yoktur... Partimize yönelik olarak yapılan Marksist suçlamalarını nefretle karşılıyoruz... CHP sosyalist değildir ve olmayacaktır” biçiminde açıklamalar yapıldı. 64 

Ancak, Bülent Ecevit’in Türkiye’nin her yanına yaydığı söylemler, Ceza Yasası’nın 141. ve 142.maddeleri nedeniyle, soysalistlerin bile söylemekten çekineceği kadar sertti: “Toprak işleyenin su kullananın”, “Ne ezilen ne ezen, insanca hakça bir düzen”, “Bu düzeni değiştireceğiz”, “Toprak ve su ağalığına son”, “Köylünün olmayan toprakta, demokrasi olmaz”, “Toprak işgalleri devrimci eylemlerdir” gibi sözler söylüyordu. 65 

Söylenenler içinde devlete karşı özenle seçilmiş söz ve eleştiriler de vardı. “Sağda servet, aşırı solda devlet, ortanın solunda halk egemendir”, “Halk devletin değil, devlet halkın hizmetinde”, “Devlet ve servet köleliğine karşıyız”, “Yerel yönetimler gerçek demokrasinin gereği olan yetkilerle donatılacaktır” 66  biçiminde sloganlaştırılmış sözler sıkça yineleniyordu.

Söz Var Eylem Yok

Bülent Ecevit uzun siyasal yaşamı boyunca; toprak, devrim, su kullanımı; tefeciden, ağadan ya da işbirlikçiden alıp, işçiye, köylüye vermek gibi konularda, söyledikleri yönde hemen hiçbir girişimde bulunmadı. 1970-1980 yılları arasında milyonlarca insanı peşinden sürüklemeyi başardı, iki seçim kazandı, iki kez hükümet kurdu ancak miting meydanlarında halka söz verdiği konularda, bir şey yapmadı. Gösterişli bir yükselişle elde ettiği siyasi gücünü sessizce yitirdi. 1999’da yeniden Başbakan olduğunda Türk halkı bambaşka bir Ecevit’le karşılaştı. “Toprak işgali”, “su kullanımı” ve “devrim”in yerini artık, “küreselleşme”, “global liberalizm” ya da “özelleştirme” söylemleri almıştı.

Ecevit’in Özgörevi (Misyonu)

Bülent Ecevit, verdiği sözleri yerine getirmedi ama önemli bir siyasi işlevi yerine getirdi. Altmışlı yılların sonuyla yetmişli yıllarda yayılan ve giderek toplumsal karşıtçılığa (muhalefete) dönüşen ulusçu ve bağımsızlıkçı halk deviniminin, denetim altına alınması ve giderek sönümlenmesine büyük katkısı oldu.

O dönemde işçi eylemleri gelişip örgütleniyor, köylüler toprak işgalleri yapıyor, üniversite gençliği anti-emperyalist nitelikli eylemlere girişiyordu. Süleyman Demirel başkanlığındaki Adalet Partisi hükümetleri bu eylemlere baskı uygularken, Ecevit devrimci söylemlerle ortaya çıkıyor ve toplumsal karşıtçılık, baskı yöntemlerinden çok daha etkili bir biçimde yön değiştiriyordu.

Ecevit-İnönü Çekişmesi

6 Mayıs 1972’de yapılan 5.Olağanüstü Kurultay, siyasi ahlak açısından doyumsuzluğun, vefasızlığın ve geçmişe saygısızlığın kaba örneklerinin yaşandığı bir kurultay oldu. Çok uzun bir süre CHP’nin hemen her şeyi olan İsmet İnönü, kalp kasılması (spazm) geçirmiş ve kurultay bu nedenle ertelenerek 6 Mayıs’a alınmıştı. İnönü, Bülent Ecevit’le çalışmak istemiyor ve “Parti meclisi değişmezse CHP yok olur. CHP’nin geleceği tehlike içindedir. Anlaşmazlık, benim ve Bülent’in birlikte görev almasıyla giderilemez. Karşı karşıya olmamız dostluğumuzu bozmaz. Ecevit’le çalışmam, ya ben ya da Ecevit seçilmelidir” diyordu. 67 

Ecevit’in bu çağrıya verdiği yanıt, o dönemdeki açıklamaların tümünde olduğu gibi son derece sertti. İnönü’ye, “Demokratik bir partinin yasalara saygılı üyeleri mi olacağız, kapı kulları mı olacağız. CHP’de hukuk mu yürüyecek, buyruk mu?” diyerek yanıt verecektir. 68  Ecevitçi olarak tanınan Ahmet Üstün, “İnönü, İnönü, İnönü; keramet mi yani” diyecektir. 69 

Delegeler arasında İnönü’ye karşı saygısız bir muhalefet örgütlenmiştir. Yapılan oylamada 709 delege Ecevit’ten, 507 delege İnönü’den yana oy verir. İsmet İnönü, 8 Mayıs 1972’de 88 yaşındayken, önce genel başkanlıktan, daha sonra CHP üyeliğinden ayrılır. Oysa İnönü, 1947’de yapılan ve “değişmez genel başkanlığı” kaldıran Kurultayda, “yurdun siyasal yapısında yapıcı ve yaratıcı işlevine kesin olarak inandığım CHP’nin daima üyesi olarak kalacağım” demişti. 70 

12 Eylül ve CHP

Cumhuriyet Halk Partisi, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra herhangi bir mahkeme kararına dayanmadan, 16 Ekim 1981’de kapatıldı. Gerçekleştirilen eylem, sıradan bir parti kapatma olayı değil, olumlu-olumsuz etkileriyle altmış yıldır Türk siyasi tarihine yön veren temel bir kurumun ortadan kaldırılmasıydı.

Cumhuriyet Halk Partisi, Atatürk’ün kurduğu parti olarak, onun ilkelerinden ne denli uzaklaşmış olursa olsun, Türk siyasetinin ana unsuru, Cumhuriyet’in siyasi alandaki dokunulmazlarından biriydi. Yeni devlet ve yeni toplumun kuruluşuna öncülük etmiş, halk içinde kök salmış, Türk parti düzenine biçim vermişti. Tek parti ya da iki partili dönemlerde, siyasi dengenin temel unsurlarından biriydi. O denli etkiliydi ki, ondan ayrılan kişi ya da kümelerin siyasi yaşamı sona erer, Demokrat ya da Adalet Parti’sinden başka herhangi bir parti, ona rakip olabilecek denli güçlenemezdi.

1980’den Bu Güne

Cumhuriyet Halk Partisi’nin 1981 yılında kapatılmasından sonra ortaya çıkan; Halkçı Parti (HP), Sosyal Demokrat Parti (SODEP), onların birleşmeleriyle oluşan Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) ve yeni Cumhuriyet Halk Partisi girişimleri, bugün bambaşka bir CHP yaratmıştır.

Atatürk, 1935 yılında, “sonuna dek benim olarak kalacağını nereden bileyim” demekte haklı çıkmıştır. Günümüzdeki CHP’nin Atatürk’ün Cumhuriyet Halk Partisi’yle bir ilişkisi yoktur; bambaşka bir örgüttür. Bu ayırımı, en özlü biçimde, Deniz Baykal’ın sözlerinde buluyoruz. Baykal, 22 Ağustos 2002’de, Atatürk’ten kopuşun ilanı anlamına gelen şu sözleri söylemiştir: “Türkiye’de kutsal devlet anlayışından, insan odaklı devlete geçilecek. İçine kapalı Türkiye, küresel Türkiye haline getirilecek. Karma ekonomi yerine çağdaş piyasa ekonomisi yerleştirilecek.” 71 

-CHP’nin bu günkü yönetimi 11 Kasım 1938’de başlayan geri dönüş sürecinin doğal sonucudur. CHP artık CHP değildir. Köklerini yadsıyan, siyasi bozulmanın merkezinde yer alan ve dünya egemenlerinin dümen suyunda varlığını sürdüren bir başka partidir.1950’lerde Demokrat Parti ile ödün verme yarışına giren CHP bugün AKP ile yarışmaya çalışmaktadır. Bu partinin Cumhuriyet değerleri ve Kemalist ilkeler açısından artık bir değeri yoktur. Ülkenin sorunlarına yanıt veremediği için küçülüp yok olması kaçınılmazdır.


 1  “Kaynakçalı Atatürk Günlüğü” Prof. Utkan Kocatürk T.İş Ban. Yay., sf. 220
 2  “Atatürk’ün Resmi Yayınlara Girmemiş Söylev, Demeç, Yazışma ve Söyleşileri” Sadi Borak, Kaynak Yay., 2.Basım, 1997, sf. 217
 3  a.g.e. sf. 217 – 224 ve “Eskişehir ve İzmit Konuşmaları” Kaynak Yay., 1993, sf. 237, “Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri–IV” Kaynak Yay., 3. Bas.2001, sf. 169
 4  “Eskişehir ve İzmit Konuşmaları” Kaynak Yay., 1993, sf. 237 – 239
 5  Büyük Larousse, Gelişim Yay., 6.Cilt, sf. 3251
 6  “Türkiye’de Siyasi Partiler” Prof.T.Z.Tunaya, Arba Yay., 2.Bas. 1995, sf. 559
 7  Büyük Larousse, Gelişim Yay., 4.Cilt, sf. 2506
 8  “Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri–IV” Kaynak Y., 3 Bas. sf. 169
 9  a.g.e. sf. 170
 10  a.g.e. sf. 170
 11  “Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri–IV” Kaynak Y., 3 Bas. sf. 171
 12  “Türkiye’de Siyasi Partiler” Prof.T.Z.Tunaya, Arba Y., 2.Bas. sf.568
 13  Büyük Larousse, Gelişim Yay., 4.Cilt, sf. 2506
 14  “Türkiye’de Siyasi Partiler” Prof.T.Z.Tunaya, Arba Y., 2.Bas., sf. 569
 15  a.g.e. sf. 569
 16  “CHP’nin Soyağacı” Rahmi Kumaş, Çağdaş Yay., 1999, sf. 29
 17  “Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri–IV” Kaynak Y., 3 Bas., sf. 176
 18  “Siyasi Partiler”, Maurice Duverger, Bilgi Y., 2.B.. 1974, sf.358–359
 19  a.g.e. sf. 359 – 360
 20  “Milli Kurtuluş Tarihi” D.Avcıoğlu, İstanbul Mat. 1974, 3.Cilt, sf. 1366
 21  “Türkiye’de Siyasi Partiler” Prof.T.Z.Tunaya, Arba Y., 2.B. 1995, sf.570
 22  “Türkiye’de Siyasi Partiler” Prof.T.Z.Tunaya, Arba Y., 2.B. 1995, sf.571
 23  “Atatürk’ün Resmi Yayınlara Girmemiş Söylev, Demeç, Yazışma ve Söyleşileri” Sadi Borak, Kaynak Yay., 2.Basım, 1997, sf. 217
 24  “Türkiye’de Çok Partili Düzene Geçişte Dış Etkenler” Dr. Necdet Ekinci, Toplumsal Dönüşüm Yayınları – 1997, sf. 110
 25  “Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri -V” Kaynak Y., 3 Bas. 2001, sf. 174
 26  a.g.e. sf. 175
 27  “Eskişehir İzmit Konuşmaları” Kaynak Yay. sf. 67
 28  “Atatürkçülük Nedir?” F.R.Atay, Bateş A.Ş. Yay. İst., 1980, sf. 57
 29  “Tek Adam” Ş.Süreyya Aydemir, Remzi Kit. 1983, 3.Cilt, sf. 441
 30  “Atatürkçülük Nedir?” F.R.Atay, Bates A.Ş. Yay.İst., 1980, sf.45
 31  “Türkiye’de Çok Partili Düzene Geçişte Dış Etkenler” Dr. Necdet Ekinci, Toplumsal Dönüşüm Yayınları – 1997, sf. 127
 32  “CHP’nin Soyağacı” Rahmi Kumaş, Çağdaş Yay., 1999, sf. 37
 33  “Türkiye’de Siyasi Partiler” Prof.T.Z.Tunaya, Arba Y., 2.B., sf. 574
 34  “Tarihe Tanıklık Edenler”, Arı İnan, Çağdaş Yayınları, sf. 364
 35  “Bayrak” Falih Rıfkı Atay, Bates Yayınları, sf. 121
 36  “Türkiye’de Siyasi Partiler” Prof.T.Z.Tunaya, Arba Y., 2.B., sf. 574
 37  a.g.e. sf. 574
 38  a.g.e. sf. 575
 39  “Çok Partili Hayata Geçiş” Prof. Tamer Timur, İletişim Yayınları
 40  Ulus, 10 Mayıs 1939, ak. Hikmet Bila, “CHP–1919-1999” Doğan Kitap, 1999, sf. 89
 41  “Milli Kurtuluş Tarihi” D.Avcıoğlu, İst.Mat.–1974, 3.Cilt, sf. 1328
 42  “İkinci Dünya Savaşına Ait Gizli Belgeler” Cüneyt Arcayürek, Hürriyet 07.11.1972; ak. D.Avcıoğlu “Milli Kurtuluş Tarihi” İst. Bas.– 1974, 2.Cilt, sf. 1472
 43  Numan Menemencioğlu’ndan aktaran Dündar Soyer, “AB Tartışmaları ve Atatürk’ten Bir Anı” Cumhuriyet 16.06.2002
 44  “Menderes’in Dramı” Ş.S.Aydemir, Remzi Kit., İst. 1969, sf. 331 ve “Türkiye Tarihi 4–Çağdaş Türkiye”, “Siyasi Tarih 1950–1960” Mete Tuncay, Cem /Tarih Yay., 4.Basım 1995, sf. 185
 45  “İkinci Adam” Ş.S.Aydemir, Remzi Kit., 4.Bas., İst. 1983, 3.Cilt, sf. 417
 46  “Türkiye’de Siyasi Partiler” Prof.T.Z.Tunaya, Arba Y., 2.Bas., sf. 575
 47  Büyük Larousse, Gelişim Yay., 4.Cilt, sf. 2507
 48  “CHP’nin Soyağacı” Rahmi Kumaş, Çağdaş Yay., 1999, sf. 51
 49  “CHP 1919–1999” Hikmet Bila, Doğan Kitapçılık sf. 118
 50  a.g.e. sf. 118
 51  a.g.e. sf. 118
 52  “ABD Ziyareti ve İnönü” Prof. Türkkaya Ataöv, Cumhuriyet, 30.12.2003
 53  Büyük Larousse, Gelişim Yay., 4.Cilt, sf. 2507
 54  “Menderes’in Dramı” Ş.S.Aydemir, Remzi Kit., İst. 1969, sf. 165
 55  “CHP 1919 – 1999” Hikmet Bila, Doğan Kit. A.Ş. 2.Bas.1999, sf. 116
 56  a.g.e. sf. 127 ve 128
 57  a.g.e. sf. 133
 58  “Türkiye’de Siyasi Partiler” Prof.T.Z.T., Arba Y., 2.B., sf. 577 – 578
 59  Büyük Larousse, Gelişim Yay., 4.Cilt, sf. 2507
 60  “CHP’nin Soyağacı” Rahmi Kumaş, Çağdaş Yay., 1999, sf. 83 - 84
 61  a.g.e sf. 126
 62  “CHP, Örgüt ve İdeoloji” Doç.Dr. Ayşe Güneş Ayata, Gündoğan Yay. – 1992, sf. 84
 63  “CHP’nin Soyağacı” Rahmi Kumaş, Çağdaş Y., 1999, sf. 176 - 177
 64  a.g.e. sf. 177 ve 181
 65  a.g.e. sf. 204, 206 ve 208
 66  a.g.e. sf. 189, 201, 206 ve 256
 67  “CHP’nin Soyağacı” Rahmi Kumaş, Çağdaş Yay., 1999, sf. 222
 68  a.g.e. sf. 223 ve 52
 69  “CHP 1919 – 1999” Hikmet Bila, Doğan Kit. A.Ş. 2.Bas. 1999, sf. 221
 70  “CHP’nin Soyağacı” Rahmi Kumaş, Çağdaş Y., 1999, sf. 223 ve 52
 71  “Baykal – Derviş Sentezi” Hürriyet, 22.08.2002


Metin AYDOĞAN, 2 Ekim 2013

http://www.milliiradebildirisi.org
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Şu dizine dön: Metin AYDOĞAN

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 2 konuk

x