CUMHURİYET KAZANDI
Dün yapılan yerel seçimler için ‘Demokrasi Şöleni’ diyenler oldu.
Bunu ancak ‘Demokrasi’yi bilmeyenler söyleyebilir diyelim.
Burada uzun uzun demokrasi tanımını deşecek değilim, isteyenler ‘Cumhuriyet ve Demokrasi’ başlıklı yazı dizime bakabilirler.
Ancak kimi anımsatmalar yapılabilir: örneğin sandık sonuçlarını açıklayan YSK Başkanı olan ‘zat’, ondan önce başkanlık yapan ‘zat’ ve diğer kurul üyeleri olan ‘zatlar’, ‘Demokrasi’nin kırıntısı olan bir ülkede o görevlerde bulunabilirler miydi?
‘Kişi’ dememek için ‘zat’ diyorum, çünkü bunların bir ‘kişilik’ sahibi olduklarını ileri sürmek ‘zor’dur ve bunlar olsa olsa, 1984 yılında ölen birer ‘Zati Sungur’ olabilirler.
‘El çabukluğu marifet’ uzmanlıkları ‘Hak ve Hukuk’ anlayışlarının önünde gidenler de denilebilir.
Kısaca, son onsekiz seçimin hemen hemen onsekizinde birden ‘Seçim Hukuku’na uygun davranmamışlardır, nokta.
Bir Başbakan’ın Başbakanlık görevini bırakmadan, ‘Örtülü Ödenek’ kullanımı dahil Başbakanlık yetki ve olanaklarıyla ‘seçim’e katılması ‘Demokratik’ olarak nitelenebilir mi?
Sonra ‘sözde’ Cumhurbaşkanı olan ‘zat’ın, Ordu, Emniyet ve Mülkî Amirleri dahil, ‘Devlet’in tüm olanaklarını kullanarak seçime katılmasının neresi ‘Demokratik’ olabilir?
Ve yine ‘Bakan’ diye dayatılan ama özde ‘Şahsım Devleti’nin ‘Kapı Kulları’ olmaktan başka bir işe yaramayan onyedi-onsekiz ‘zat’ın, ‘Devlet’in olanaklarını kullanarak kendi adaylarının peşinden koşmalarının ‘Demokratik Seçim’ anlayışıyla zerre bir ilişkisi kurulabilir mi?
Dört yıldızlı generalinden Mehmet Ali gibi tek yıldızlı teğmenine, ‘beş yıldızlı’ Emniyet Amirlerinden gece bekçisine, YSK Başkanı’ndan seçim kurulu başkanı olan savcı ve yargıcına değin tüm ‘Devlet memurları’; TRT’sinden RTÜK’üne değin tüm ‘Kamu Kurumları’ yönetici ve üyeleri; ‘Özgür’ olması gereken tüm basın ve yayın organları yönetici ve çalışanlarının, kendi ‘yandaş’ları için ‘seferber’ olmaları seçimlerin ‘Demokratik’ olduğuna ilişkin kanıtlar olarak ileri sürülebilir mi?
Madem ‘seçim’ yapılacaktır, en azından iki aday yarışacaktır ama hangi il veya ilçede iki aday karşılıklı olarak ‘halkın huzuru’nda görüş ve önerilerini tartışmışlardır?
Varsa yoksa, birinin bir mahallede söylediğine diğeri kendi mahallesinden yanıt vermeye çabalamıştır?
Kumpas, yalan ve iftiranın gırla gittiği bir ortamda, halkın ‘özgür iradesi’nin gerçekleşebileceği öne sürülebilir mi?
Örnekler ve kanıtlar çoğaltılabilir.
Son toplamda bu ‘seçimler’ A’dan Z’ye ‘anti-demokratik’ olarak yürütülmüştür.
Buna karşın, şu ya da bu partinin kazanmasından öte, ‘Halkın’ sesini yükselttiği ve ‘Devlet’i ele geçirenlere bir ‘yeter artık’ dediği ortaya çıkmıştır.
Bir anlamda ‘hakeme rağmen’ maçı kazanmıştır.
‘Demokrasi’ diye yutturulan ‘oyun’a karşın, halkın Cumhuriyet’ten yana olduğu ortaya konulmuştur.
Eğer gerçekten ‘seçim’ler özgür bir ortamda yapılacak olsaydı ‘oy oranları’ %70-80’leri bulacaktı.
Türkiye özelinde halkın %65-70’inin ‘sağcı’ yani ‘kafasına vurulup elindekinin alındığı’ bir ‘kitle’ olmadığı, en ebleh ‘siyaset bilimci’ye bile gösterilmiş bulunmaktadır.
Türkiye gibi bir ülkede, yani varsılların ya da varlıklarını ‘çalıp çırparak’ elde edenlerin oranının % 20’lere vardığı bir ülkede halkın %80’inin ‘solcu’ olmasından doğal bir şey olabilir mi?
Tek yüzükle siyasete girenlerin okyanuslarda gemi yüzdürmeye başladığı bir ülkede, insanların başına ne kadar ‘türban’ geçirirseniz geçirin bir gün ‘çador’unun penceresinden ‘somut gerçeği’ göreceği kesindi.
İşte buna ‘demokratik bilinç’ gelişmesi değil ama halkın ‘Cumhuriyet’i keşfetmesi denilebilir.
Halkın ‘kendisini yönetecek’ temsilcilerini arayışı da denilebilir.
Yazıyı uzatmamak için burada kesecek olursak, şimdi, yani bu sözde seçimlerin ardından Halk’ın gerçekten kendilerini ‘temsil edecek’ kurum ve kuruluşları arayacağını öngörebiliriz.
Ancak ve ne var ki, kendilerini temsil edecek ‘kişi’leri aramak yanılgısına düşmemeleri gerekmektedir.
Çünkü ‘Demokrasi’ denilen oyunda seçilen ‘kişi’lerin önünde sonunda ‘zat’a dönüşüp birer Zati Sungur olduklarına tüm ‘Demokrasi Tarihi’ tanıktır.
Bu Ekrem İmamoğlu da olabilir, Mansur Yavaş da; Özgür Özel de olabilir Selahattin Demirtaş da; Erkan Baş da olabilir bir başka Baş da…
Tam da bu nedenle, ‘Parti’ denilen ‘örgüt’ler ortaya çıkmışlardır; ama yeter ki partiler ‘Parti’ niteliği taşıyor olsunlar.
Yoksa Saadettin Tantan Partisi, Yaşar Okuyan Partisi, Sinan Oğan Partisi, Ümit Özdağ Partisi, Muharrem İnce Partisi, Mustafa Küpçü Partisi, Devlet Bahçeli ya da Meral Akşener Partisi gibi ‘Parti’ler, yağmuruna göre yeşerip kuruyabilmektedirler.
Tıpkı Dr Recep Partisi’nin solmaya başladığı gibi…
Bu ‘zat’ son kez balkona çıktığında ‘demokrasi şöleni’ diyormuş, cenaze namazına ‘şölen’ diyecek kadar şaşırmış olmalı.
Halk’a gelince, ‘Cumhuriyet’in ışığı’nı görmüş olabileceği söylenebilir.
Yeter ki, ‘Demokrasi oyunu’na bir kez daha düşmesin.
O nedenle ‘Cumhuriyetimizi Demokrasi ile Taçlandırmak’ yerine, sözde Demokrasimize yeniden Cumhuriyet tacı geçirmek zorunluluğu doğmuştur diyeceğiz.
Bunun ilk işaretini, halkın, belki de ayırdına varmadan, dünkü seçimlerle vermiş olduğunu ileri süreceğiz.
Cumhuriyet demek, yani Res Publica, halkın, yönetimi ‘kendi eline’ alması demektir. Yönetimi ‘temsilcileri’ aracılığıyla ele almasına da ‘Demokrasi’ deniyor ki, baştan sona bir ‘oyun’a dönüştürülmüştür.
Şöyle de söylenebilir; Devlet’i halkın doğrudan ele geçireceği uzak geleceğe kadar, hiç değilse ‘temsilcileri’ni denetim altına alması, ‘demokrasi oyunu’na düşmemesi gerekmektedir.
Dikkat edilirse Anayasalarda Parti’ler için ‘demokrasinin onsuz olmaz ögeleri’ denilerek, insanlar ‘Parti’lere mahkûm edilmişlerdir.
Ancak günümüz demokrasilerinde ‘Parti’ler, ‘zat’ların oyuncağı olmaktan başka bir işe yaramamaktadırlar.
Öyleyse işe, ‘Parti’leri ‘zat’ların oyuncağı olmaktan kurtarmakla başlanabilir.
Nitekim dünkü seçimlerde Dr Recep Partisi’ni yenen, bir başına CHP değil ama, denilebilirse eğer, bir tür ‘Halkçı Koalisyon’ olmuştur.
‘Parti’ kimliğinden önce Cumhuriyet’e sahip çıkılmıştır da denilebilir.
Sıra, bu birlikteliği içselleştirip yaygınlaştırmaya gelecektir ki, ancak o zaman Parti’ler ‘Demokrasi’yi yürüten değil ama sıradan bir ‘aracı’ olarak gerçek işlevlerine dönebileceklerdir.
Örneğin DEM dahil bir kesim ‘sol’ kesimlerin her gün ‘Demokrasi’ demelerine karşın, bir gün olsun Cumhuriyet dediklerine tanıklık etmemiştik; ama dün, ayırdında olmadan çoğu yerde Cumhuriyet demiş oldular.
İşte ancak, böyle diyerek ‘Parti’ olabileceklerini de buradan söylemiş olalım.