CUMHURİYET ve DEMOKRASİ (3)
Cumhuriyet ve Demokrasinin tarih öncesinin Eski Roma ve Eski Yunan’a kadar gidebileceğini söylemiştik.
Ancak bu sadece ‘köken’lerine bir göz atış olabilirdi.
Nitekim Modern Zamanlarla birlikte; kural ve uygulamalarına göre İngiliz (ya da Anglo-sakson) Demokrasisi ile Fransız Cumhuriyet’inin, dünyanın geri kalanına şu ya da bu biçimde örnek olduğunu görüyoruz.
Bu değişik ve çeşitli (genre et espèce- tarz ve tür) uygulamalara bakarak değerlendirme yapmanın pek kolay olmadığını söyleyebiliriz.
Örneğin, Regis Debray’a göre, bugün Avrupa’da iki Cumhuriyet’ten bir Fransa diğeri İsviçre’dir.
Oysa İsviçre’nin neredeyse 1291’den buyana (Pacte fédéral) federal bir yapısı korunmuş ve Cumhuriyet’in ‘bir ve bölünmez’lik ilkesine tarihin hiçbir döneminde uyulmamıştır.
Kaldı ki, dört bölge ve 26 kantondan oluşan ülkede, Devlet biçimi olarak Konfederasyon sözcüğünün de dört ayrı anlamı olduğu söylenebilir: (Confédération, Staatbund, ya da kısaca Bund ve ya da Schweizerische)
Böylece, günümüzdeki uygulamalara bakılarak bir ‘sınıflandırma’ yapmak yerine, ancak ‘mantıksal’ olarak bir ‘düzey’ değerlendirilmesi yapılabilir diyeceğiz (1).
Bir ‘düzey’ değerlendirmesi, yine Debray’a dayanarak söylenecek olursa; biyolojik olarak nasıl Homo Sapiens memelilerin bir üst düzeyi ise; Cumhuriyet de Demokrasi’nin bir üst düzeyidir; daha çok özgürlük daha çok ussallıktır; daha çok hukuk daha çok adalettir; daha çok hoşgörü daha çok iradedir.
Demokrasi, denilebilirse eğer, Cumhuriyet lambası söndürüldükten sonra dönüşen ortama benzetilebilir (2).
Örnek olsun, ‘laiklik’in bir başına anlamı yoktur.
Ancak Cumhuriyet’in başta gelen ‘ilke’lerinden biridir.
Ve ‘laiklik’ en çok Demokrasi içinde bir ‘anlam kayması’na uğratılabilir.
Oysa, ‘laiklik’, bir kemerin diğer taşlarını tutan ‘temel taşı’ (köşe taşından da önemli) gibi, diğer ‘ilkeler’i de tutan bir özelliğe sahiptir.
Nitekim, çoğu ‘demokrasi’lerde ‘laik’in esamesi bile okunmamaktadır.
Bütün bu sayılanlara karşın, Cumhuriyet’i Demokrasi’nin karşısına koymak, aynı zamanda onu öldürülmek demektir.
Hele onu Demoktasiye indirgemek, Res Publica’nın Res’ini ortadan kaldırıp geriye sadece Publica’sı ya da insan topluluğunu bırakmak demektir, ki bu geriye kalan istenilen biçime sokulabilecek demektir.
Kaldı ki, böyle yapılarak Demokrasinin kendisi de öldürülmüş olacaktır.
Öyleyse, gerçekten her iki terimi (kavram da denilebilir) ele alırken, olağanüstü bir özen, gerçek bilimsel titizlik göstermek gerekmektedir.
Hele bu iki terimin hangi ‘ideal ilkeler’ içinde bütünleştirilebileceğini araştırmak, birincisinden de fazla özen gerektirmektedir denilebilir.
Böylece, şimdilik yine Debray’ı izleyerek, nasıl bir birlikteliğin söz konusu olabileceğini araştırabiliriz.
(Sürecek)
(1) Burada ister istemez ‘dil’ konusuna girmek zorunluluğu vardır. Kullandığım klavyenin Fransızca olması dolayısıyla Türkçe alfabeye geçerken, çoğu kez yazım yanlışlıklarına düşmekle birlikte, Türkçe’ye özel bir özen gösterdiğimi söyleyebilirim. Örneğin, ‘Düzey’ terimi yerine ‘düzlem’ denilmesini ne kadar yanlış görüyorsam, İBB Başkanı’nın ‘tanımlama’ yerine ‘tarifleme’ demesini de o denli yadırgamaktayım. Tarif etmek olabilir, ama ‘tarifleme’ sadece ve ancak dili yozlaştırmanın bir göstergesi olabilir diyeceğim. Nitekim, İstanbul İl Başkanı da, kendi başkanına uyarak ‘tarifleme’ diyerek bu yozluğu yaygınlaştırmaya başlamıştır.
(2) Régis Debray, « Êtes-vous Démocrate ou Républicain ? », La Nouvel Observateur (1989), 1995