CUMHURİYET ve DEMOKRASİ (7)
Cumhuriyetin ‘evrensel’ Demokrasinin ise ‘yerel’ olduğunu söylemiştik.
Böylece Cumhuriyet’in ‘soyut’ ve Demokrasi’nin de ‘somut’ olduğu düşünülebilecektir.
Ve eğer ‘Akıl’ başvurulacak en yüce makam olarak kabul edilecek olursa, Cumhuriyet’te Devletin ‘üniter’ ve ‘merkezî’ olması da kaçınılmaz olacaktır.
Çünkü, bu iki özellik, doğası gereği, hemşericilik (yerdeşlik), dar çevrecilik, yerel alışkanlık ve gelenekçilik ve gerekse şeyhlik ve ağalık gibi yerel otoriterciliğe karşı olmayı getirecektir.
Oysa tahmin edileceği üzere, Demokrasi, başta âdem-i merkeziyetçilik olmak üzere ‘herkesin kendi gerçeği’ olacağı anlayışını yüceltmektedir.
Böylece toplumu mozaik (ya da Patchwork) olarak görmek, çimento ne kadar sağlam olursa olsun bir gün dağılabileceğini de kabul etmek olmayacak mıdır?
Örneğin Türkiye’de Demokrasi, Cumhuriyetten önce özellikle Prens Sabahattin’den itibaren dillendirilmiş ve savunulmuştur.
Çok partili yaşama geçişi Demokrasiyle özdeşleştiren siyasal partinin adı bile, Amerika’daki Cumhuriyetçi/Demokratlığa özenerek, Demokrat Parti olarak belirlenmiş idi.
Nitekim DP’nin oy tabanı, okur yazarlığı olmayan kesimler olduğu kadar yerel dinsel otoriteler ile Cumhuriyet karşıtı eşraf ve küçük burjuvazi olmuştur.
Cemaat ve tarikatların canlandırılması da bu ‘Demokrasi’ sayesinde olmuştur.
Sıkça yaptığımız gibi, burada da bir parantez açarak, Cumhuriyet’in Merkeziyetçilik anlayışı ile Demokrasi’nin Adem-i merkeziyetçilik anlayışlarının, sanıldığının aksine köşeli değil ama daha önce sözünü ettiğimiz Çember-Karelik (Cercle-Carré) bir sorun olduğunu söyleyeceğiz.
Yine Fransa’da örnek verilecek olursa; Fransa 1789 Devrimi’nden itibaren Cumhuriyet’in Merkezileşme özelliğini öne çıkarmış ve iki yüzyıldan fazla bir süredir örnek bir ‘Üniter’ bir yapı oluşturmuştur.
Buna karşın bu iki yüzyıllık süre içinde, yine çoğu Demokratik ülkenin başaramadığı bir ‘Yerellik’ (Décentralisation) örneği oluşturmuş olmasına karşın, günümüzde bile daha da geliştirilmesi üzerine tartışmaktan çekinilmemektedir.
Ne var ki, Fransızcasıyla Décentralisation, hiçbir biçimde Demokrasi’nin öngördüğü Özerklik (autonomi) anlamına gelmemektedir.
Dolayısıyla, örneğin Türkiye’de Demokratik gelişmeyi Özerklik boyutuyla istemenin, özde Cumhuriyet’le şu ya da bu biçimde hesaplaşmak anlamına geleceği söylenebilir.
İdeal olan ise, Cumhuriyet’in üniter yapısı içinde Demokrasi’nin geliştirilmesi ve adem-i merkeziyetçiliğin bu bağlamda yapılandırılmasına çalışmaktır.
Oysa, Demokratik olduğu bilinen ABD ve ya da Almanya gibi ülkelerde, Yerellik aynı zamanda Özerklik anlamına gelmektedir.
Öte yandan, Tocqueville’in deyişiyle, ABD’de ‘Ulusu doğuran bizzat Din’in kendisidir”.
“Unutulmamalıdır ki, diye devam ediyor Tocqueville, ABD’de, tüm ulusal alışkanlıklar ve Vatan anlayışına ilişkin tüm duygular Din’le karıştırılmaktadır; çünkü ondan özel bir güç aldıklarını düşünmektedirler” (1)
Coğrafyanın kader olduğu anlayışının temelinde de bu dinsel yaklaşım yatmaktadır.
Nitekim bugün Amerikan paralarının üzerinde bile “Biz Tanrıya İnanırız” (In God We Trust) yazmaktadır.
Türkiye’yi ‘Küçük Amerika’ yapmaya özenen Demokratlığın, ülke genelinde birini tanıtırken ‘inançlı adamdır’ biçiminde bir ‘dinsel vurgu’yu alışkanlık biçimine koymayı başardığı söylenebilir.
Son aşamada ise, AKP’yle birlikte, telefon konuşmasına ‘selamün aleyküm’ diyerek başlamak adeti yerleştirilmiştir.
Oysa, Debray’in işaret ettiği gibi, Tanrı’nın birliğini koruduğu ulus (One nation under Gog) parçalanma tehlikesini de içinde barındırmakta değil midir?
Çünkü, Tanrı tüm insanları ‘biri birlerinden farklı’ yaratmamış mıdır?
Buna karşın, ‘bireycilik’ (indivudualisme) değil ama aralarında ne denli ayrılık olursa olsun mezhep temsilcilerinin uzlaşısı çok daha önemlidir: yani federalizm.
İşte Amerikan (anglo-sakson) demokratlığının felsefî kökenleri buralara kadar uzanmakta olup, Cumhuriyetçilik bu nedenlerle içselleştirilememektedir.
(Sürecek)
(1) Pierre Mélandri, "In god we trust!", Revue d'histoire, Religion et politique aux États-Unis, Année 1988 19 pp. 3-15