Cumhuriyet ve Demokrasi
Atatürk için, cumhuriyet demek demokrasi demekti.
Demokrasinin hangi koşullarda varolabileceği bellidir.
Yoksulluktan kurtulmuş olma, sanayileşme, kentleşme, eğitim düzeyi, çoğulcu toplum, uluslaşma, kitle iletişim araçlarının gelişmiş olması...
1920'ler Anadolusu'nda bunların hiçbiri yoktu.
Kişi başına düşen yıllık ulusal gelir sadece 67 dolardı... Topluiğne, kefen bezi bile dışarıdan geliyordu... Halkın yüzde sekseni köylerde yaşıyordu... Her on erkekten, ancak bir tanesi okuryazardı; kadınlarda ise bu oran binde dörde düşüyordu... Radyo henüz gelmemişti; en çok gazete İstanbul'da, 2-3 bin kadar basıyordu...
Yirmi kadar etnik kökenden insan vardı. Ama bir "ulus" yoktu. Yani aynı topraklar üzerinde yaşayan insanlar arasında bir "biz" duygusu yoktu. Dayanışma duygusu yoktu.
Batıda demokrasiyi kurmuş olan sınıflar da yoktu.
Osmanlının tımar sistemi nedeniyle topraksoylu sınıf (aristokrasi) yoktu. Geri kalmışlık nedeni ile kentsoylu sınıf (burjuvazi) yoktu. Doğal sonuç olarak işçi sınıfı yoktu. (Bir işyerine bağlı olarak çalışanların tüm ülkedeki toplam sayısı ancak 70 bin kadardı.)
Ve Atatürk, Cumhuriyeti kurarken şu anlayışla yola çıktı:
"Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemi ile devlet şekli demektir."
* * *
Atatürk bu yokluklar içinde neler yaptı?
Önce Anadolu insanını "kul"luktan "yurttaş"lığa yükseltecek adımları attı.
Laiklik... Eğitim devrimi... Köy Enstitüleri... Dünya klasiklerinin Türkçe'ye çevrilip yayımlanması... 404 halkevi, 4 bin kadar halkodası...
Ve kendi eliyle kaleme aldığı "Vatandaşa Medeni Bilgiler" kitabı... Yani daha ortaçağ karanlığında yaşayan -demokrasinin adını bile duymamış- bir halka, demokrasiyi ve özgürlükleri öğretmek, benimsetmek için yazılmış bir kitap...
Ya demokrasinin kurumları için yaptıkları?
Samsun'a adımını attığı andan öldüğü ana kadar, her şeyi "halkı temsil eden" bir Meclisle yürüttü. Çok partili döneme geçilmesi için çaba gösterdi. Başarısızlığa uğrayınca; partisi içinde her türlü görüşün filizlenmesine izin verdi.
Mecliste bağımsız bir grup oluşması ve muhalefet işlevini yerine getirmesi için - bazen en yakın çalışma arkadaşlarına karşın - direndi...
Ve bir de "sivil toplum" için yaptıkları var.
Hem de "hiçbir şeyin devlet denetimi dışında kalmadığı" faşizmin ve Nazizmin yükseldiği bir dünyada... Henüz ortaçağ karanlığını yaşayan bir Anadolu'da...
Daha ticari ortaklıkları düzenleyen yeterli "mevzuat" bile yoktu. Ama önce Anadolu Ajansı'nı, arkasından da bugünün TRT'sinin anası olan kurumu, birer "anonim ortaklık" olarak kurdurdu.
Kültür devriminin en önemli ayakları olan Türk Dil ve Tarih kurumlarını birer dernek olarak kurdurdu.
Dünyanın en gelişmiş sivil toplumları olan İskandinav ülkelerinin en belirgin sivil toplum örgütlerini, "kooperatif"leri Türkiye'ye getirdi. Üye oldu, öncülüğünü yaptı.
Bazılarına göre meğer Atatürk diktatörmüş...
Siz hiç, daha demokrasinin adını bile duymamış olan bir halka, demokrasiyi ve özgürlükleri öğretmek için, benimsetmek için kitap yazmış bir diktatör tanıyor musunuz?
Siz hiç, yasal muhalefet oluşması, bir muhalefet partisi kurulması için çaba göstermiş bir diktatör tanıyor musunuz?
Siz hiç, daha kulluktan kurtulamamış olan insanlarla, bir "sivil toplum"un temelini atmak için savaşım vermiş bir diktatör tanıyor musunuz?
Akılsız dostlar mı, akıllı düşmanlar mı?
Bekledim belki yalanlanır diye... Meğer doğruymuş!
Milli Eğitim Bakanlığı bir karar almış. Her yere "Atatürkçülüğü" sokacaklarmış. Türk dili ve edebiyatı dersinden coğrafyaya, din dersinden fıkıha (yani İslam hukukuna), oradan teknik okullardaki meslek derslerine kadar.
Gençliği Atatürk'ten soğutmak için 12 Eylül döneminde yapılanlar sanki yetmemiş... Devrim sözcüğünden bile korkan "İnkılâp" dersleri de anlaşılan amacına ulaşamamış...
Atatürk'ün adının en çok edildiği dönem 12 Eylül'dü.
Atatürk'ün "heykelleri pazara, fikirleri mezara" o dönemde düştü.
O görünüm karşısındadır ki, rahmetli Nadir Nadi, "Ben Atatürkçü değilim!" dedi. O görünümdür ki, gençleri Atatürk'ten uzaklaştırdı.
* * *
Eğer gerçekte de...
Atatürk'ün Türkiye'nin bugününe ve yarınına ışık tutacağına inanıyorsanız... Gençlere Atatürk'ü anlatmadan önce, yanıtlamanız gereken üç soru var.
Ne anlatmalı?.. Nasıl anlatmalı?.. Kim anlatmalı?..
Bir...
Anlatacağınız şey Atatürk'ten çok Kemalizm olmalı. Atatürk ile Kemalizmin birbirinden soyutlanamayacağı olmalı. "Kurtuluş" Savaşı ile "Kuruluş" Savaşı'nın birbirinden ayrılamayacağı olmalı.
Ve de Kemalizm'in, 1920 koşullarında yapılanların bekçiliği olmadığı anlatılmalı. Geçmişin öğrenilmesinin, bugünü anlamak ve geleceği kurmak için gerektiği anlatılmalı.
İki...
Anlatılacaklar kısa, özlü ve açık olmalı... İlkokul bilgileri "nakarat" gibi yenilenmemeli... Duygulara değil, akla seslenmeli.
Atatürk hangi düşüncelerle, hangi amaca ulaşmak için yola çıktı? Yola çıkarken Türkiye'nin ve dünyanın koşulları nelerdi? O amaca yönelik olarak neler yaptı? Ve nereye vardı?
Acaba niçin?.. 20. yüzyılın tüm büyük devrimcilerinden kimisinin heykelleri yerlerde sürüklendi... kimisinin isimleri yollardan, meydanlardan, kentlerden silindi de... Atatürk hâlâ, halkının büyük çoğunluğunun sevgi ve saygısına sahip?
Ve üç... Belki de en önemlisi...
Atatürk'ü ve Kemalizmi, okullarda düşmanları anlatmamalı!
Neyi, nasıl anlatması gerektiğini bilenler anlatmalı...
* * *
Atatürk, ulusal ile evrenselliğin, ulusalcılık ile insancıllığın buluştuğu bir devrimci. Amacı Türkiye'nin "kendi kimliği ile" çağdaş dünyada yerini alması.
Hem köklerinde kopmamış... hem evrenselle bütünleşmiş.
Her geri kalmış ülke devrimi, bir çağdaşlaşma modelidir. Ve Atatürk'ün çağdaşlaşma modelini üstün ve kalıcı kılan iki önemli özelliği vardır.
Birincisi, Atatürk'ün çağdaşlaşma süreci ile demokrasiyi birbirinden ayır düşünmemesi. İkincisi ise, ulusal birliği farklılıkların değil, benzerliklerin kurumsallaştırılmasında, kalıcı kılınmasında araması.
Lenin'in çağdaşlaşma modeli, demokrasiyi önemsemediği, ertelediği için çıkmaza girdi. Tito'nun Yugoslavya'sı, etnik farklılıklar üzerine kurulduğu için çöktü.
Atatürk'ü çağdaşlaşma modeli ise...
Demokrasi temeli üzerine kurulduğu için, yurttaşlık bağlarına dayalı bir ulus yaratmayı hedeflediği için... Hâlâ güncel ve ayakta.
Hem de son yarım yüzyıllık tüm sapmalara, yanılgılara, aymazlıklara ve hatta hıyanetlere karşın!
* * *
Her Allah'ın günü ve her vesile ile okutturularak gençler Atatürk'ten bıktırılmamalı!
Sadeleştirilmiş "Söylev" okutulmalı... Ağaçlara bakmaktan ormanı görmeyi engellemeyen bir "Devrim Tarihi" okutulmalı. Atatürk ya da Kemalizm düşmanlarının bu dersleri vermesi engellenmeli... Konuyla ilgili sınavlar da mutlaka "merkezi sistem" ile yapılmalı.
Atatürk'ü putlaştırmanın zararlı, ancak doğru anlatmanın yararlı olduğu... ve de bir şeyi hiç yapmamanın, yanlış ya da kötü yapmaya tercih edilmesi gerektiği de unutulmamalı!
Merak ediyorum: Her derse Atatürk'ü sokmak, acaba akılsız dostların mı işidir? Yoksa akıllı düşmanların mı?
Prof. Dr. Ahmet Taner KIŞLALI