Önce Kağnıyla Kamyonu Yendiler Sonra Kağnıyı Uçurdular!
Kurtuluş mucizesini anlamak için dünyada hiç bir ülkede, hiçbir dönemde herhangi bir karşılığı olmayan “kağnı komutanlığını” kavramını bilmek gerekir. Evet! Kağnı komutanlığı kavramı, dünyada sadece Türk Kurtuluş Savaşı’na özgü bir kavramdır.
Kağnıların ve kağnı komutanlarının ne iş yaptıklarını anlatmadan önce Kurtuluş Savaşı yıllarındaki koşullara göz atalım kısaca.
“Ülkede yol yoktu. Demiryolu Ankara’da bitiyordu. Onun da ancak Eskişehir doğusunda küçük bir parçası elde bulunuyordu. Eskişehir-Pozantı arasında kalan başka bir parça demiryolununsa pek askeri değeri yoktu. Ulusal yönetim altındaki bütün topraklarda tek bir fabrika yoktu. Doğu cephesinden Batı cephesine, iyi kötü gönderilecek bir cephane sandığının istenen yere varabilmesi için, kuş uçuşu en az 1200 kilometrelik yol aşması gerekliydi, ama insanlar kuş değildi ki! İnebolu’dan Ankara’ya ancak bir haftada varılabiliyordu. Ama bu yoldan Ankara ya gelip dönecek araç bir kağnıysa, onu sürenlerin ortalama bir aylık yolu göze almaları gerekiyordu.
Oysa nihayet birkaç yüz kilo yük alacak bir kağnının hayvanlarıyla onu sürenlerin, bu yol için neredeyse bir kağnı yükü yiyeceğe, yeme ihtiyaçları vardır. Hâlbuki Anadolu neredeyse açtı.” [1]
Tekâlif-i Milliye Emirleri doğrultusunda halktan alınan mallarla ilçelerdeki Tekâlif-i Milliye Komisyonlarında büyük mal stokları birikmiştir. Başkomutan Atatürk’ün emirlerine göre hareket edilmiş; yiyecek ve giyecekler Sakarya boylarındaki birliğe, öteki araç gereçler Ankara’ya gönderilmiştir. Bu ulaşım at ve öküz arabaları, kağnılar, at, katır, eşek ve develerden oluşan ulaşım kollarıyla sağlanmıştır.
Ulaşım kollarının sürücüleri kadın, çocuk ve yaşlı erkeklerden oluşmuştur. Gücünden yararlanılabilecek bütün erkekler silâhaltına alındığından cephe gerisi hizmetler kadın, çocuk ve yaşlı erkeklerce yürütülmüştür.
Beş numaralı Tekâlif-i Milliye emrine göre elinde arabası bulunanlar orduya verilen malları ücretsiz olarak 100 kilometre taşıyacaklardı. Ancak hayvan gücüne dayalı bu ulaşımın hızı saatte 5 kilometre kadardı. Bozuk yollardaki sorunlar, duraklamalar, Ağustos sıcakları, yemek molaları ve hayvanların dinlendirilmeleri gibi zorunluluklar hızı daha da azaltmıştır. [2]
Sakarya Savaşı öncesinde Sakarya boylarında tarihin en önemli savunmalarından birini yapacak olan savaşçıların ve hayvanlarının beslenmelerini kesintisiz bir şekilde sağlamak gerekmiştir. Bu amaçla Sivas-Kayseri bölgesinde 100.000 insan ve 50.000 hayvan için altı aylık yiyecek maddesi depolanması kararlaştırılmıştır. Dört numaralı Tekâlif-i Milliye emri gereği toplanan yiyecek maddeleri bir taraftan Ankara, Polatlı ve Haymana’ya gönderilirken diğer taraftan bu depolara yığılmıştır. Ancak kısa süre içinde bu kadar çok insana ve hayvana yetecek yiyecek bulmak nerdeyse imkânsızdır.
O günlerde Milli Savunma Bakanlığı’nın en öncelikli konularından biri yiyecek maddelerinin çok hızlı bir şekilde cepheye ulaştırılması sorunudur. Batı Cephesi Komutanlığı’nın günlük gereksinimleri Polatlı’ya kadar getirilmiş, birlikler buradan kendi araçları ile ihtiyaçları kadarını almışlardır. Asıl sorun yiyecek maddelerinin Polatlı’ya kadar getirilmesidir.
Sakarya’daki Batı Cephesi Komutanlığı’nın savaş gücü, 100 bin insan 50 bin hayvandan oluşmaktadır. Buna göre bir insana 750 gramdan, cephenin bir günlük insan yiyeceği 75 tondur. Bir hayvana 4 kilodan cephenin bir günlük hayvan yemi ise 200 tondur. Yani her gün için 275 ton yiyecek ve yemin cephe yakınlarına taşınması gerekmiştir. Bunun için de en az 700-800 at arabası ve kağnı cephe ile cephe gerisi arasında her gün onlarca sefer yapmak zorunda kalmıştır.
Çarpışmalar başladıktan sonra günde 324 ton cephanenin cephede bulunması gerekmiştir. Her gün 800-900 at arabası ve kağnı cepheye cephane taşımıştır. Bütün bu taşıma işi, beş ve on numaralı Tekâlif-i Milliye emirlerince halktan alınan taşıtlarla gerçekleştirilmiştir.
Eli silah tutan Anadolu erkeği cephede düşmana kurşun sıkarken, onun karnını doyurmak, tüfeğini mermisiz bırakmamak Anadolu’nun çileli kadınlarına, genç kızlarına, ihtiyar erkeklerine düşecekti. Çocuklara gelince onlar yıllardır oyun oynamayı, çocukluklarını unutmuşlardı. Ya analarıyla kağnıların, at arabalarının yanında yürüyecek, ya da küçük kardeşlerini doyuracak, yatıracak, onlara analık yapacaklardı.” [3]
Batı Cephesi’nin silah ve cephane ihtiyacının bir kısmı İstanbul’dan gemilerle ve kayıklara, bir kısmı Develerle, bir kısmı Diyarbakır ve Sivas’tan kağnılarla getirilmiştir. Bu zor nakliyat işi günlerce, haftalarca, aylarca devam etmiştir. Eskişehir’e ve Ankara’ya getirilen silah ve cephane İmalat-ı Harbiye atölyelerinde gözden geçirilip tamir edilerek Batı Cephesine sevk edilmiştir. Bu sevkiyat işinde Anadolu’nun fedakâr kadınları görev almıştır. Özellikle İnebolu yoluyla gelen silah ve cephaneyi cepheye yetiştirme işi daha çok köylü kadınlarca yapılmıştır. [4]
Amerikalı yazar Ann Bridge, İnebolu-Ankara arasındaki silah ve cephane taşıma çalışmalarından şöyle söz etmiştir:
“... Sonsuz bir insan seli birbirinden bir buçuk metre aralıklarla ve tek sıra halinde akıyordu, insanlar, taşıdıkları tüfek demetleri, cephane kutuları ve top mermilerinin ağırlığı altında öne doğru eğilmişlerdi. Daha şaşırtıcı olanı, hu insanların dörtte üçünden fazlasının kadın olmasıydı. Pembe eteklikli bölgesel giysiler ve parlak çiçekli kiraz renkli şalvarlar giyen kadınların bazıları sırtlarına sarılı yükle beraber, kucaklarında emzikli bebeklerini taşıyorlar, bazılarının arkasına ise kaygan çamurda kısa adımlarla yürüyen iki ve üç küçük çocuk bulunuyordu. Böylece bir gece önce İstanbul’dan kaçak olarak gemi ile gelen askeri malzeme Küre Dağları’nı aşıyordu. Düzenli, kesintisiz ve yavaş bir şekilde yukarılara, daha yukarılara tırmanılıyordu. Arada sırada birinin sıradan ayrılan bir çocuğa bağırdığı duyulmakla beraber, genellikle sessizlik içinde dik tırmanış ve ağır yük nedeniyle derin solumalarla yürüyorlardı. Yol gerçekten çok dikti ve biraz sonra hepsi sulu karla şekillenecekler, sonra ayak değmemiş karlı yamaçlardan daha yükseklere tırmanacaklardı... Henüz hiçbir heykeltıraşın taş üzerine şekillendiremediği ağır yük taşıyan kadınlar ile analarının yanında otlayan buzağılar gibi onların yanında yürüyen çocuklara ait heykelleşmiş görüntüler, karlar altında ve dondurucu soğukta yorgun argın yol alacaklardı” [5]
Kurtuluş Savaşı sırasında İstanbul’dan kaçırılan ve Rusya’dan alınan silah ve cephane, Milli Hükümetin elindeki üç eski gemi Alemdar, Preveze ve Aydın Reis tarafından İnebolu ve Samsun gibi Karadeniz limanlarına boşaltılmış ve buradan cepheye gönderilmiştir. Bu sevkiyat işini daha çok İnebolu, Kastamonu ve Çankırı yöresi kadınları gerçekleştirmiştir.
Cephe gerisinden cepheye yiyecek, giyecek, malzeme, silah ve cephane taşıma işinde görev alan kadınlara, çocuklara ve yaşlılara yol gösterecek kişiler vardı. İşte bunlara “kağnı komutanı” denilmişti. Kurtuluş Savaşı’nın kağnı komutanlarından biri de Enver Behnan Şapolyo idi.
Şapolyo yıllar sonra bu önemli görevini şöyle anlatmıştır:
“Milli Mücadele’nin ilk günlerinde bana milli bir görev verilmişti. O da kağnı komutanlığıydı. O acı ve yoksul günlerde ordumuzun geri hizmetleri üç türlü araçla sağlanmaktaydı. (Bunlar) deve kolları, katır kolları ve kağnı kollarıydı. Çünkü o zamanlar ordumuzun elinde hiçbir motorize kuvvet yoktu, İnönü cephesinde silah ve yiyecek bu taşıma kollarıyla sağlanmaktaydı.
Deve kolları pek süslüydü. Develerin hörgüçlerinden boyunlarına kadar renkli püsküller ve aynalar sarkmaktaydı. Her devenin hörgücünün üzerine de üç tane cephane sandığı yerleştiriliyordu. Deve kolları böylece bir dizi oluşturarak ağır ağır İnebolu’dan Eskişehir yolunu tutmaktaydı. Katır kolları da pek ilginçti. Katırların boyutlarındaki iri tunç çanlar, bu gürültü içinde katırlar da yola düzülürler, onlar da cephane taşırlardı...
(Gelecek ay: Sırtında cephane taşıyan Türk kadınları)
Dipçe:
[1] Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, C.II, 26.has., İstanbul, 2009, s. 463.
[2] Alptekin Müderrisoğlu, Sakarya, C.2, İstanbul, 1982, s.51
[3] Age, s. 82,83.
[4] M. Arif, Anadolu İhtilali, Yeni İstanbul Yayını, ty, s.49.
[5] Yavi, Age, s. 203.
[1] Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, C.II, 26.has., İstanbul, 2009, s. 463.
[2] Alptekin Müderrisoğlu, Sakarya, C.2, İstanbul, 1982, s.51
[3] Age, s. 82,83.
[4] M. Arif, Anadolu İhtilali, Yeni İstanbul Yayını, ty, s.49.
[5] Yavi, Age, s. 203.
Sinan MEYDAN, “Bütün Dünya”, Ekim 2013
sinanmeydan@butundunya.com.tr