Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 8 yıllık kesintisiz eğitimi 4+4+4 şeklinde kesintili hale getiren yasayı onayladı. Eğitim sistemini sil baştan değiştirecek olan yasayla okula başlama yaşı 5 yaşa indirildi. 9 yaşında İmam Hatip’in yolu açıldı. Ortaokul ve liselerde “Kuran-ı Kerim” ve “Peygamberimizin Hayatı” adlı dersler, yasa zoruyla seçmeli olarak okutulacak.
Şaşıranlar var bu onaya. Bense son derecede normal buldum. Bu zatın, hiç AKP’nin herhangi bir yasasına karşı çıktığını gördünüz mü? Önüne ne gelirse onaylar. Çünkü zihniyet aynıdır, değişmemiştir, değişmez. Yoksa kendi kendini inkâr etmiş olur. Peki kendisi neydi? Henüz cumhurbaşkanlığı söz konusu değilken savunduğu görüşlerini hatırlayın. Aşağıda yardımcı oluyorum hatırlamanıza.
***
- - Türkiye’de 1923’den beri uygulanan rejim halkımızın kendi yapısına uygun düşmeyen, kendi değerlerine zıt ve zoraki uygulanmaya çalışılan bir rejimdir. Halkına zıt, halkı ile barışık olmayan, ona düşman bir sistem... Bu sistemin yanlışlıklarını ve yapımıza ne kadar zıt olduğunu her alanda görüyoruz. Sistemin, kurulu düzenin ya da rejimin sınırları dışına çıkılmasına asla müsaade edilmiyor. Bir resmi ideoloji söz konusudur.
- Bu öyle bir rejimdir ki bugün Türkiye’nin bütünlüğünü bile tartışılır bir noktaya getirmiştir. Ülkemizde geçerli olan rejim 1923’den bu yana, bırakın ekonomik büyümeyi, bırakın halkın daha fazla refaha ve zenginliğe ulaşmasını, ülke bütünlüğünü bile tehlikeye sokmuş bulunmaktadır. Bir zorlama ve dayatma vardır ki Türkiye’nin bütünlüğünü, bu ülkede yüzyıllardır bir arada yaşayan insanların birliğini tehdit eder bir noktaya gelmiştir. Dindar bir subayınıza kendi ordunuzda hayat vermiyorsanız, onu dolaylı yollardan sanki safra atar gibi, ajan yakalamış gibi ayıklıyorsanız, o zaman bu ülkenin bütünlüğünü, bu ülkenin devamlılığını nasıl sağlayacaksınız?
- Bugün Türkiye’de bir sistem bunalımı var. Sistem tek partinin altı sloganı (altı oku) ile kurulmuştur, temelleri bunlardır; hepimizin bildiği, Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Laiklik, Halkçılık, Devletçilik ve Devrimcilik ilkeleridir. Resmi ideolojinin karakterleri de bu altı slogan tarafından belirlenmiştir. Ancak burada ilginç bir husus vardır: Milletimiz bir araya gelip de “biz devletçi” olalım, “biz milliyetçi olalım”, “biz laik olalım”, “biz şöyle olalım, böyle olalım” diye karar vermemiştir. Bir uzlaşmanın, ortak bir kararın, bir meclis kararının sonucunda ortaya çıkmamıştır bu ilkeler. Bunlar, milletimize bir zorlama şeklinde dayatılmış ve bu durum uzun bir süre böyle devam etmiştir.
- Bu ilkeler devletimize ve halkımıza zarar vermiştir. Örneğin Cumhuriyetçilik demokrasi şeklini alamamıştır. Uygulamada tam bir diktatörlük, halka zıt bir yönetim, tam bir tek parti ve oligarşi dönemi yaşanmıştır. Bütün demokratikleşme nutuklarına rağmen, durum bugün de farklı değildir. Türkiye bugün demokrasiyle idare edilen ülkelerden çok, dünkü Demirperde ülkelerini ya da günümüzün Irak’ını, Libya’sını, Suriye’sini andıran özellikleri taşıyor. Hâlâ tabuların olduğu, hâlâ söylenmesi yasak şeylerin olduğu, halkının yıldırıldığı bir ülke, Türkiye…
- Devrimcilik adı altında yine bir sürü hukukî düzenleme tepeden inme olarak zorla getirilmiş, halkın onayı ve desteği alınmadan dayatmayla kabul ettirilmiştir. Bir diğer ilke, Milliyetçilik ne yazık ki bir tür ırkçılık şeklini almıştır. Oysa bulunduğumuz coğrafyada insanlar yüzyıllardır İslam’ın ve onun oluşturduğu manevi değerler potasında barışık şekilde yaşamış, İslam’ın etrafında bütünleşmiştir. Dediğim gibi Milliyetçilik ırkçılık, yani Türkçülük şeklini almış ve bu da ister istemez, bunun tersini bazı insanlarımızın aklına getirmiştir. Daha açık olarak söyleyeyim: “Ne mutlu Türküm diyene” lafını her yere yazarak, hele hiç olmayacak yerlere yazarak, Türkiye ilkel bir duruma döndürülmüştür. “Bir Türk dünyaya bedeldir”, “Önce vatan” lafları da öyle… Bu tür laflar aslında Türkiye’nin bütünlüğünü, geçmişteki insanları İslam kardeşliği etrafında toplayan bütünlüğünü tehdit eder hale gelmiştir. Bunlar tek parti döneminden kalmadır, halkın inanç değerleriyle bütünleşmeyen bir sistemi dayatmaya yönelik şeylerdir. “Yurtta sulh, cihanda sulh” anlayışı da yanlıştır. Türkiye’de yıllardır meydana gelen olaylar bunun kanıtıdır. Biz bu sistemin gereği olarak bırakınız çocuklarımızı, harp okullarının duvarlarına bile bunu yazmışız; subayın, askerin kafasına bile bu anlayışı sokmuşuz. Tabii bunun bir neticesi olarak Bosna’da, Hersek’te, Türk dünyasında çok elemli olaylar meydana gelmiştir.
- Şu tarihî bir gerçektir ki insanları en birleştirici unsur, daima din olmuştur. Ancak bu unsur yani İslam, Türkiye’deki resmî ideoloji tarafından devamlı tehdit altında tutulmuştur. İşte bu noktada diyebilirim ki rejimin, Türkiye’nin bütünlüğünü en fazla tehdit eden, en ziyade tahribat yapmış olan ilkelerinden biridir Laiklik ilkesi. Şu çelişkiye bakın: Bir taraftan bu coğrafyada yaşayan insanların bütün inanç değerlerinin, bütün moral değerlerinin ana kaynağı İslam olacak; öbür taraftan siz İslam’ı potansiyel bir tehlike olarak göreceksiniz ve bu tutumunuzu uygulamaya yansıtacaksınız. Türkiye bunun örnekleri ile doludur. Birkaç örnek vermek yeterli olacak: Ezan yıllarca aslî dilinin dışında okutulmuştur! Din eğitimi gaddar bir sulta altında tutulmuştur! Kıyafet yüzünden köyler, şehirler basılmıştır. İnsanlar jandarma dipçikleri ile dövülmüştür. Bu örnekler nasıl bir dehşet devri yaşanmış olduğunun kanıtları... Günümüzde üniversitelerdeki durumu hangi demokrasiyle, hangi hukuk nizamı ve insan haklarıyla bağdaştırabiliriz? Sadece kılık kıyafetlerinden dolayı, sadece dinî inançlarından dolayı üniversite kapılarından çevrilen, diplomaları verilmeyen bir sürü Müslüman genç kız…
- Moral değerlerden neyi anladığımı vurgulamak isterim: Moral değerlerden, manevi değerleri, ahlaki değerleri ve neticede dini anlıyorum. Bizim moral değerlerimizin kaynağı tabii ve apaçıktır ki İslam’dır, İslam dinidir, Müslümanlıktır.
- Ben Cumhurbaşkanı olursam, Türkiye’nin bütünlüğünü sağlayacağım. Türkiye’de yaşayan insanların refaha maddî ve manevî bakımdan daha iyi bir duruma gelmelerini sağlayacağım. Bunun için de yapılması gereken şey şudur: Tek parti devrinden kalan bu zihniyet değiştirilmelidir. Bu değişiklik de moral değerler açısından, İslam’a bakış, Türk milletinin dinine olan bakış açısından yapılmalıdır. Ben bundan dolayıdır ki İkinci Cumhuriyet, Yeni Osmanlıcılık akımlarını çok sağlıklı bir gelişme olarak görüyor, geleceğe çok umutlu olarak bakıyorum.
Ve bu zat, cumhurbaşkanı seçilmesi ihtimali artınca şunları söyleyebilmiştir:
- Eğer seçilirsem, cumhurbaşkanlığı görevimi yerine getirirken, bütün ilkem ve önceliğim Atatürk ilkelerine dayalı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nı takip etmek olacaktır. Türkiye Cumhuriyeti, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir. Bu ilkeleri korumak ve güçlendirmek temel hedefimdir. Devletin ve milletin birliğini, bütünlüğünü, bölünmezliğini sonuna kadar korumak için çalışacağım. Bütün vatandaşlarımı kucaklayacağım. En farklı düşünceleri de dikkate alıp onları da kucaklayacağım. Tarafsızlık kesin ilkem olacaktır. Atatürk’ün hedefi benim de hedefimdir. Bütün görevim ve çabam; modern Türkiye’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün öngördüğü ‘çağdaş medeniyet seviyesinin üstüne çıkma’ hedefine hizmet olacaktır. Bugün milletimiz ve devletimiz dünyada daha iyi yerdedir. Türkiye’nin gücünü artırmak için elimden gelen gayreti göstereceğim. Laikliğin korunması, en temel ilkelerimden biridir. Bu konuda hiç kimsenin kaygı duymasına gerek olmadığı kanaatindeyim. Laikliğin korunması için, ne gerekiyorsa o çabayı göstereceğim.
***
Sonuç şu:
Koyu bir rejim muhalifi... Laiklik karşıtı ve ümmetçi... Laikliği din düşmanlığı olarak görüyor, rejimin dine dayanması gerektiğini düşünüyor. Milliyetçiliği kabul etmiyor. Kemalizm’i şiddetle eleştiriyor, tümüyle reddediyor. 1923’de kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti’nin başarılarını inkâr ediyor. Ona göre Atatürkçülük bir dayatmadır. Atatürk dönemini bir diktatörlük, oligarşi, bir dehşet dönemi olarak görüyor. Mevcut rejimin, ülke bütünlüğüne zarar verdiğini düşünüyor. Bir ülkenin bütünlüğü ancak dinle sağlanabilir, öyleyse Türkiye’nin bütünlüğü de ancak İslam temelinde sağlanabilir diye düşünüyor. Çare olarak da şunu öneriyor: Atatürk ilkelerine dayalı Cumhuriyet rejimine son verilmeli, İslamî temellere dayanan yeni bir rejim kurulmalıdır.
Ancak gerektiğinde, tabiî siyaset gereği, görüşlerinin tam tersi konuşmalar da yapabiliyor.
Şimdi böyle bir zat önüne gelen, kendi zihniyeti ile son derece uyumlu olan, hayal ettiği rejimin yolunu açacak 4+4+4 yasası gibi bir yasayı onaylamasın da ne yapsın? Kendi kendisiyle elbette tutarlı olacak. Şimdiye kadar ne yaptıysa, bugün ve bundan sonra da onu yapacak.
Cumhurbaşkanlığı koltuğu sihirli bir koltuk değil ki oturanı, anında bambaşka bir insan yapsın!
Kutlamak lazım.
Prof. Dr. Cihan DURA, 11 Nisan 2012