Referandum: Hesaplaşma darbeyle mi, devletle mi? (1)
Siyasette slogan her zaman olmuştur ve önemlidir de. Ancak bu dönem bambaşka. Sanırsınız ki, bu işlerin üstadı İngilizler işin içinde. Öyle ustaca sloganlar buluyorlar ki, insanlar kıblesini şaşırıyor.
Şu “Darbe” anayasası, ne anayasaymış!.. 1987’den başlayarak 110 defa değiştirilmiş. 1987/4, 1993/1, 1995/22, 1999/4, 2001/48, 2002/2, 2004/12, 2005/9, 2006/1, 2007/7 değişiklik yapılmış. Ama adı yine aynı kalmış.
Eğer “darbeyle hesaplama” ihalesi açılsaymış, hiç şüphe yok ki 54 değişiklikle, 57’nci hükümet kazanırmış. Şu hale bakın, 25 senede 110 değişiklik yapılmış da, kimsenin aklına “darbeyle hesaplaşmak”, demek gelmemiş. Buna AKP dönemi de dahil.
Anayasalar mutabakat metinleridir, parti anayasası olamaz deniliyordu. Meğer mutabakatın alâsı yapılmış da haberimiz yokmuş. Değerli gazeteci yazar Arslan Bulut bu konuya açıklık getirdi de öğrendik.
ABD, AB, İngiltere, Belçika, BM, hasılı pek çok çevreyle “yargı reformu stratejisi” çalıştaylarında, içeride olmasa da, dışarıda mutabakatın “kralı” var.
Neyse biz 12 Eylül’de yapılacak referandumun, omurgası olan iki yüksek yargı ne hale getiriliyor, ona bakalım.
Anayasa Mahkemesi
Anayasa Mahkemesi üye sayısı 11’den 17’ye çıkarılıyor. Üyeler şöyle seçiliyor:
3 üye TBMM tarafından; ikisi Sayıştay Genel Kurulu’nun kendi başkan ve üyeleri arasından gösterecekleri üçer aday içinden, biri Baro başkanlarının serbest avukatlar arasından gösterecekleri üç aday içinden seçiliyor. Oylama usulüne göre; ilk oylamada üye tam sayısının üçte ikisi, ikinci oylamada salt çoğunluk, üçüncü oylamada iki aday yarışacak, en fazla oy alan seçilmiş olacaktır.
14 üye Cumhurbaşkanı tarafından; üçü Yargıtay, ikisi Danıştay, biri Askerî Yargıtay, biri Askerî Yüksek İdare Mahkemesi genel kurullarınca kendi başkan ve üyeleri arasından her boş yer için gösterecekleri üçer aday içinden; 3’ü en az ikisi hukukçu olmak üzere Yükseköğretim Kurulu’nun kendi üyesi olmayan yükseköğretim kurumlarının hukuk, iktisat ve siyasal bilimler dallarında görev yapan öğretim üyeleri arasından göstereceği üçer aday içinden; 4’ü üst kademe yöneticileri, serbest avukatlar, birinci sınıf hâkim ve savcılar ile en az beş yıl raportörlük yapmış Anayasa Mahkemesi raportörleri arasından seçilecek.
* Bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihte Anayasa Mahkemesi’nin mevcut yedek üyeleri asıl üye sıfatını kazanacak.
* Anayasa Mahkemesi Başkanı ve Yardımcısı, gizli oyla ve üye tam sayısının salt çoğunluğu ile dört yıl için seçiliyor.
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üye sayısı 7’den 22’ye çıkarılıyor.
Adalet Bakanı ve Müsteşar, Kurulun tabiî üyesidir. Diğer üyeler şöyle seçiliyor:
4 asıl üyesi Cumhurbaşkanınca; nitelikleri kanunda belirtilen; yükseköğretim kurumlarının hukuk dallarında görev yapan öğretim üyeleri ile avukatlar arasından,
3 asıl üyesi Yargıtay üyeleri arasından Yargıtay Genel Kurulunca,
2 asıl üyesi Danıştay üyeleri arasından Danıştay Genel Kurulunca,
1 asıl üyesi Türkiye Adalet Akademisi Genel Kurulunca kendi üyeleri arasından, 7 asıl üyesi birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş adlî yargı hâkim ve savcıları arasından adlî yargı hâkim ve savcılarınca,
3 asıl üyesi birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş idarî yargı hâkim ve savcıları arasından idarî yargı hâkim ve savcılarınca, dört yıl için seçilir.
* “Kurulun yönetimi ve temsili Kurul Başkanına aittir.” (Adalet Bakanına)
* “Hâkim ve savcıların görevlerini; kanun, tüzük, yönetmeliklere ve genelgelere (hâkimler için idarî nitelikteki genelgelere) uygun olarak yapıp yapmadıklarını denetleme; görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç işleyip işlemediklerini, hal ve eylemlerinin sıfat ve görevleri icaplarına uyup uymadığını araştırma ve gerektiğinde haklarında inceleme ve soruşturma işlemleri, ilgili dairenin teklifi ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanının oluru ile Kurul müfettişlerine yaptırılır.”
* “Kurulun meslekten çıkarma cezasına ilişkin olanlar dışındaki kararlarına karşı, yargı mercilerine başvurulamaz.”
* “Kurula bağlı Genel Sekreterlik kurulur. Genel Sekreter, birinci sınıf hâkim ve savcılardan Kurulun teklif ettiği üç aday arasından Kurul Başkanı tarafından atanır.”
* “Adalet hizmetleri ile savcıların idarî görevleri yönünden Adalet Bakanlığınca denetimi, adalet müfettişleri ile hâkim ve savcı mesleğinden olan iç denetçiler; araştırma, inceleme ve soruşturma işlemleri ise adalet müfettişleri eliyle yapılır. Buna ilişkin usul ve esaslar kanunla düzenlenir.” Konumuza yarın devam edeceğiz.
Sadi SOMUNCUOĞLU
17 Temmuz 2010
YENİÇAĞ
Referandum: Hesaplaşma darbeyle mi, devletle mi? (2)
Yukarıdaki bilgilerin ışığında, iki kurumun yapısını değerlendirelim. Anayasa Mahkemesi: Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay, ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’ni temsil eden 7 üyenin, yürütmenin etkisine girmeyeceğini söyleyebiliriz. Buna karşılık, Kurulun diğer 10 üyesinin, seçim şekli dikkate alındığında yürütmenin güdüm alanında kalacağını açıkça düşünebiliriz. Mahkeme Başkanı’nın da bu özellikte olacağı tabiidir.
HSYK: Bakan, Müsteşar, Cumhurbaşkanı’nın doğrudan seçtiği 4 üye ile Türkiye Adalet Akademisi’nden gelen 1 üyeyi toplarsak 7 eder. Buna; Türkiye’deki bütün adli yargı hakim ve savcıları ile bütün idari yargı hakim ve savcılarının seçtiği 15 üyenin yarısını ekleyelim, 14/15 eder. Yani 22 üyeli kurulun 2/3’ü aynı yapıda olacaktır.
Bu hesap; siyasi iktidarın çok yönlü etkileme tekniği ve baskı gücü ile Yüksek Kurulun yeni yapısının doğuracağı beklentiler dikkkate alındığında asgari olarak görülmelidir. Sonuçta, HSYK da geniş çapta yürütmenin güdüm alanına girecek demektir.
“Darbe Anayasası”nda bile bulunmayan, HSYK’nu Bakan’ın temsil etmesi, çok daha önemlidir. Çünkü yürütme yargıyı temsil ediyor. Bu durumda, kuvvetler ayrılığı ilkesi ve yargı bağımsızlığından söz edilebilir mi? Bilindiği gibi demokratik hukuk devletlerinde yargı bağımsızlığı, yürütmenin baskısına karşı düşünülmüştür.
Ayrıca Bakan’ın yetkisi çok artırılmıştır. Mesela; Uygulamada hangi hakim ve savcı hakkında araştırma, inceleme ve soruşturma açılacağı Bakan’ın denetimindedir. Yine Kurulun bütün işlerini yürütecek olan sekreteryanın başına getirilecek Sekreterin seçimi Bakan’a aittir.
Evet tekrarlayalım bu düzenleme ile yargı bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü, yürütmenin kontrolüne girmekte, böylece, insan hakları, yargıya güven, özgürlük, demokrasi ve kanun hakimiyeti, büyük çapta siyasi iktidarın takdirine terkedilmektedir.
HSYK’dan Adalet Bakanını ve Müsteşarını çıkarın diye yıllardır rapor yayımlayan AB, acaba bu değişikliği neden destekliyor? Birlikte hazırlamışlarsa, amaçları ne olabilir? Düşünmek gerekmez mi?
Sonuç
Öncelikle soralım, böyle bir anayasa değişikliğine niçin ihtiyaç duyulmuştur? Başbakan Erdoğan diyor ki; Bu değişikliği açılım için yapıyoruz. Bunun arkasından daha önemli değişiklikler gelecektir. Üst kimliğin vatandaşlık yapılması gibi.
- Yani egemenliğin bir millete aidiyetini gösteren milli kimlik yerine, milletin bir unsuru olan coğrafyaya aidiyetini gösteren “Türkiye vatandaşlığı”nı koyacağız demek istiyor. Coğrafya üst kimlik olursa, bunun altına birden çok ulusu yerleştirebilirsiniz. Artık, bir millete ait olan bin yıllık egemenlik paylaşılabilir.
Eski Yugoslavya, şimdiki Irak ve fiilen bölünmüş olan Belçika gibi.
Dünyamızda, bu birkaç istisnanın dışında bütün egemenlikler; bir millet-bir devlet- eşit vatandaş esasına göre inşa edilmiştir. Bunun için egemenlik paylaşılamaz.
Uluslararası bu gerçeğe rağmen eğer çok etnikli bir rejimin kurulması hedefleniyorsa, anayasanın değiştirilmesi mecburiyeti vardır. Yani bir millete göre kurulmuş olan devletin temellerinin değiştirilmesi gerekir. Bunun için yapılacak değişikliklerin de, Anayasa Mahkemesi’nden dönmemesi şarttır. Bu da Mahkeme üzerindeki gücünüze bağlıdır.
Başbakan’ın anayasa değişikliği, açılımla ilgili sözünden anladığımız budur. Açık konuşacak olursak bu referandum, “Darbe anayasası” ile değil, milli devletle, bir millete ait olan egemenlikle hesaplaşma referandumudur. Bu referandum, Büyük Orta Doğu Projesi’nin gereği olarak yapılmaktadır.
Eğer “Darbe anayasası” ile ilgili bir söz söylenecekse, o da “darbeyi aklama” olabilir. Zira hukuk devleti, yargı bağımsızlığı, demokratik rejim, insan hakları ve özgürlükler açısından geriye gidiş vardır.
Sadi SOMUNCUOĞLU / 18 Temmuz 2010 / YENİÇAĞ