“Darbe mi? Allah korusun!”
Amerikalı gazeteci Mike Whitney’in 24 Şubat 2016 tarihli yazısının tercümesi odatv’de yayınlandı. Whitney, ABD’nin, Türkiye’nin Suriye sınırındaki bombardımanına tepki göstermemesinin arkasında, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a yönelik bir darbe girişiminin olabileceğini iddia etti.
Şıvan Okçuoğlu’nun yaptığı çeviriye göre “Türk ordusu, BM Güvenlik Konseyi’nin onayı olmadan bir kara harekâtına girişmek istemiyor” diye yazdı.
Whitney şöyle dedi: “Türkiye’nin olası bir Suriye harekâtı zaten taraflara ayrışmış bulunan ülke içinde ciddi boyutta bir tepki ortaya çıkarabilir ve bu durum Erdoğan’ın gücünde ciddi bir azalmaya neden olabilir. MİT ve TSK içerisinde ajanları bulunan ABD ise bu durumdan faydalanabilir. Bütünüyle tarafsız bir yaklaşım ile sosyal bir hareketi kışkırtmak dahi rengi önceden belli olan bir devrimi ateşleyerek sorun çıkarıcı Erdoğan, Washington’dan yönetilen bir darbe ile etkisiz hale getirilebilir. Benzer bir oyunu daha önce, Kiev’de CIA eliyle gerçekleştirilirken izlemiştik.
Gözünde canlandırması zor değil, Obama gizlice Erdoğan’a yeşil ışık yaktı ve altındaki halıyı çekmeden önce askerlerini Suriye’ye sokmasını bekleyecek. Benzer bir sahtekârlık örneği 1990’da Amerikan elçisi Irak’a gittiğinde gerçekleşmişti. April Glaspie, Saddam’ın Kuveyt’e girmesine onay vermişti. Irak ordusu hedeflerine henüz ulaştığı anda ABD kendi ordusunu devreye sokarak Çöl Fırtınası Operasyonu adı altında büyük ölçekli bir karşı askeri operasyon başlatmıştı.
Benzer bir rejim değişikliği tuzağı Erdoğan için mi kuruldu dersiniz?
Kesinlikle öyle görünüyor.”
* * *
Rejime içeriden de tuzak kurulmuştur. Yeni Anayasa yeni rejim demektir.
Konuyla ilgili olarak Cumhuriyetçi Birlik Platformu’nun yemeğinde yan yana oturduğumuz emekli korgeneral ve eski Genelkurmay İstihbarat Başkanı İsmail Hakkı Pekin, Ankara’da da konuşulan darbe söylentileriyle ilgili soruma, “Türkiye’de turuncu devrim olmaz. Diğer taraftan darbe girişimleri hangi niyetle başlarsa başlasın, Amerikan yörüngesine girer. Geçmişte öyle olmuştur. Allah korusun...” dedi.
Ben de aynı kanaatteyim. 12 Eylül’de de ilk günler radyolardan millî marşlar ve Hasan Mutlucan’dan türküler çalınıyordu. Ülkede huzur sağlandı ama sonuç olarak Türkiye bütünüyle küresel egemenlerin insafına terk edildi. Siyasete yapılan müdahaleler de bugünkü tabloyu getirdi. “Türkiye’nin bugünkü siyasi tablosunda ne var?” diye soranlar olabilir. Daha ne olsun? Bölünmenin ve savaşın eşiğine getirilmiş, ihracat rakamları düşen ve ekonomisi alarm veren bir Türkiye var.
Bakınız, Türkiye İhracatçılar Meclisi Başkanı Mehmet Büyükekşi, Afrika’da ihracatta önemli artış olduğunu belirterek, “Bundan sonra bizim yeni pazarlarımız Uzak Doğu, Afrika, İran, Kuzey ve Güney Amerika olacak. Yeni pazarlarda açılacak yeni ihracat imkânlarını geliştirmek için son hızla yolumuza devam ediyoruz” dedi!
Neden acaba? Rusya pazarı kapandı da onun için... Tayyip Erdoğan, Batı Afrika’ya bu duruma bir çare aramaya gitti.
Diğer taraftan, Hacettepe Üniversitesi Göç ve Siyaset Araştırmalar Merkezi Müdürü Doç. Dr. Murat Erdoğan, “Almanya’daki Suriyelilerde üniversite mezunu olanlarının oranı yüzde 70 görünüyor, okuryazar olmayanların oranı yüzde 5 görünüyor, Türkiye’de okuryazar olmayanların oranı yüzde 50 görünüyor, Türkiye’de üniversite mezunuyum diyenlerin sayısı sadece 40 bin görünüyor. Facia bir durum var, kaymak tabakayı kaybettik” dedi.
Türkiye kendi vatandaşını doyurmakta güçlük çekerken şimdi bir de Suriyeli mültecileri doyurmak zorunda kaldı.
Ülke millî akılla değil, dış esintilerle karışık İhvancı bir zihniyetle yönetiliyor. Bu gidişin sonu iyi değil.
Arslan BULUT, 4 Mart 2016
arslanbulut@yenicaggazetesi.com.tr