DEĞİŞİM Mİ DÖNÜŞÜM MÜ ?
CHP’de başlatılan anlamsız ‘Değişim’ tartışmalarının nereye varacağı ya da vardırılacağı konusunda bugünden öngörüde bulunmak zor.
Bu tartışmaların ‘anlamsız’ olmasının nedeni ise, Türkiye’deki ‘sözde muhalif’ gazeteci veya televizyon yorumcularına bırakılmış olmasıdır denilebilir.
İYİ Parti’nin Cumhurbaşkanı adayı boşboğaz Ersan Şen’den Fatih Altaylı’ya, Fatih Portakal’dan bilimum Youteber ve ‘muteber’ ‘bağımsız gazeteci’ye değin bir ‘Değişim miti’ yaratılmak isteniyor.
Bunun için de, nasıl cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi bir ‘İmamoğlu/Yavaş’ fırtınası koparıldı ise, CHP için başta Ekrem İmamoğlu olmak üzere bir dizi ‘CHP Genel Başkan Adayı’ vaveylası koparılmaktadır.
Sanki Kemal Kılıçdaroğlu giderse CHP’de ve giderek ‘Millet İttifakı’nda bir ‘Değişim’ olacakmış sanısı (ve hatta sanrısı) körükleniyor.
Oysa bugün Türkiye’nin önündeki asıl sorun ‘değişim’ değil ‘dönüşüm’dür diyorum (transformasyon).
Hiç bir şey bilmiyorsanız Turgut Özal’ın dilinden düşmeyen ‘dönüşüm’ sözcüğünü anımsayın diyelim.
Çünkü ‘dönüşüm’ bir ‘taktik sorun’ değil ama bir ‘statejik konum’ öngörmek demektir.
Nitekim eğer Kemal Kılıçdaroğlu’na Cumhurbaşkanlığı verilecek olsaydı, taa o günlerde dile getirdiğimiz üzere Cuhurbaşkanı Kılıçdaroğlu’na yine eleştiriler yönelteceğimizi ve onun ‘değişmesi’ ve ‘değiştirmesi’ gerektiğini söyleyeceğimizi belirtmiştik.
Örneğin Sungur Savran’ın seçimden önce Gerçek Gazetesi’nde dikkat çektiği gibi, seçimlerden sonra ‘sol cenahta’ bir ‘stratejik değişim’ sözkonusu olup olmayacağı sorusuna, biz baştan olacak demiştik.
Çünkü biz, yine sağ cenahın önemli yorumcularından Memduh Bayraktaroğlu gibi Özal’a atfen ‘Orta direk edebiyatı’ yapanlardan olmayıp, Türkiye’de gerçek bir ‘gelir adaleti’ sağlanmasından yanayız.
Evet Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi ‘Millet İttifakı’na olanca gücümüzle destek verdik ve hatta bunun bir sağ/sol demeden bir ‘Halk İttifakı’ olduğunu öne sürdük.
Ki, gerçekten en sağcı yedi/sekiz parti’den en solcu yedi/sekiz partiye değin ‘İktidar bloku’ karşısında bir ‘seçim işbirliği’ oluşturulmuş idi.
Eğer Cumhurbaşkanlığı kazanılmış olsaydı, bugün bambaşka bir Türkiye yaratılmış olacaktı.
Bir an için, bir gecede seksenbir ilin valisi, binlerce kaymakam, İstihbarat, TRT, Diyanet, RTÜK, TUİK başkanları, onlarca genel müdürün ‘değişmiş’ olduğunu düşünebiliyor musunuz?
Hakimler ve Savcılar Kurulu, Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay’da köklü ‘değişim’ler yaşandığını düşünün bakalım.
Ancak, bunun ‘yetmeyeceği’ ve ‘köklü dönüşümler’in asıl ondan sonra gündeme geleceğini öngörüyor ve onun için de yeniden ‘mücadele’ye devam edileceğini söylüyorduk.
Ve yine aynı gerekçeyle Cumhurbaşkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun bizzat kendisinin ‘değişmesi’, daha doğru bir ifadeyle ‘kendisini aşması’ için mücadele edecektik.
Sözü uzatmadan bugün de aynı mücadele sürdürülebilir diyorum.
Eğer CHP Kurultayı daha cevval bir Genel Başkan bulamaz ise, bu çabanın sürdürülmesinin daha ussal olacağını düşünüyorum.
Ekrem İmamoğlu’na gelince, İstanbul için iyi şeyler yaptığı söyleniyor.
Sevecen, ağzı laf yapıyor falan.
Ve İstanbul’a en az bir kez daha Belediye Başkanlığı yapması iyi olabilir diye düşünüyorum.
Cuma namazından sonra açıklama yapmaya devam edecekse, kendisi bilir.
Ancak ne CHP Genel Başkanı ve ne de Cumhurbaşkanı olarak cuma namazından sonra, kendisinden önceki gibi ‘selamlık töreni’ yapması kesinlikle kabul edilemez.
Aday olmak gibi bir niyeti varsa önce kendisini ‘değiştirmesi’ gerekiyor.
Belki bu bir ‘ayrıntı’ olarak görülebilir.
Ancak, bilindiği üzere, öz esas olarak ayrıntıda gizlidir.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘öz’ünde ise son onüç yılda eleştirilebilecek onlarca ‘ayrıntı’ bulunabilir.
Daha doğrusu, olumsuz onlarca ayrıntı, o bağışlanması zor onlarca ‘hata’ bulunamaz mı?
Kuşkusuz vardır ve tümünü biliyoruz.
İşte Kemal Kılıçdaroğlu’nun yapması gereken ilk ‘değişim’ kendi tutum ve kararlarında olmalıdır diyeceğim.
Bir örnek olarak ‘sokağa çıkma’ kararlılığı göstermelidir.
Çünkü ‘eylem’ bir başına bir bilim olarak ‘Praksioloji’nin nesnesini oluşturmaktadır.
Eğer Kılıçdaroğlu bilimsel bir tutum takınmak istiyorsa praksioloji kitapları okumak yerine, eyleme geçmek durumundadır.
Hazır onu tutuklamak isteyen bir ‘iktidar bloku’ varken, onun her eylemi Türkiye’nin önünü açacak birer manivelaya dönüşecektir.
Ki, ‘gerçek değişim’ toplumun böylesi bir ‘dönüşümüyle’ mümkün olabilecektir.
Ve bence ‘başka çare’ de kalmış değildir.