DEĞİŞİM
Şimdilerde bir ‘Değişim’ modası başlamış görünüyor.
Ancak bu kez, birkaç gün önce yapılan, sözde ‘demokratik seçim’de muhalefetin öngördüğü toplumsal ve siyasal ‘değişim’ değil ama iktidara gelmek için muhalefetin kendi yapısında yapacağı bir ‘değişim’den sözedilmektedir.
Yani yine gömleğin düğmesi baştan yanlış iliklenmektedir, ki üzerinde fırtınalar koparılacak ‘değişim’le bir sonuç alınamayacağı şimdiden söylenebilir.
Oysa, o bildik söze uygun olarak iki seçenek vardır: ‘ya bir yol bulunacak ya da yeni bir yol yapılacaktır’.
Şimdi, öncelikle, o ‘sözde demokratik seçim’in izlenecek ‘yol’ olmadığının ayırdına varmak ve düğmeyi tam da bu noktadan bağlamak gerektiğinin altını çizmek gerekiyor.
Yani öncelikle, son yirmi yılda yapılan tüm sözde seçimlerin, gerçekte ‘seçim’ değil ama birer ‘plebisit’ olduğunun ayırdına varmadan bir arpa boyu yol alınamayacağını kabul edilmelidir.
Dahası, yine şu son yirmi yılda yapılan ‘halk oylamaları’ da birer ‘plebisit’ idiler.
O nedenle, ‘halkımız şöyle demek istedi’, yok sarı kart gösterdi yok kırmızı kart gösterdi biçimindeki değerlendirmelere girmeyeceğimi ve şu siyasetçi şöyle iyi, bir diğeri böyle yetersiz gibi tartışmaları konu edinmeyeceğimi son yazımda belirtmiştim.
Ne var ki, herkes gibi ben de ‘seçim’ diyecek olsam bile; bu seçim propagandaları esnasında Urfa’da bir milletvekili yasal bir gözlem için gittiği sandık başında darbedilirken, İstanbul’da milletvekili olmayan bir ‘iktidar mensubu’ halka alenen hakaret edebiliyor ve üstelik hakarete uğrayan halk ‘kolluk kuvvetleri’ tarafından gözaltına alınabiliyordu.
Sözde ‘tarafsız’ ve hatta kutsal bilinen ‘Devlet’in yasa ve kuralları son yirmi yılda sadece ‘muhalefet’ için geçerli sayılıp, devleti ele geçirmiş ‘çete’ ise istediği ‘orman yasaları’nı istediği biçimde uygulayabiliyordu.
Üçüncü kez aday olamayacağından, bakanların istifa etmeden seçim propagandası yapamayacağına; seçim kurulu başkanlarının öyle istenildiği gibi belirlenip YSK üyeliklerine iktidar militanlarının atanamayacağına; kolluk kuvvetleri ve görevlilerin tekraren oy kullanmasından milyonlarca ‘ithal seçmen’e oy kullandırılmasına değin onlarca ve hatta yüzlerce ‘usûlsüzlük’ sayılabilir.
Halkın parasıyla ‘halka karşı’ propaganda yapılması, hak, hukuk ve adalet kavramları içinde değerlendirilebilir mi?
Değerlendirilebilemez.
Oysa çıkıp ‘halkımız şöyle dedi, ‘böyle uyardı’’ biçiminde, sözde seçime bir ‘meşuiyet’ kazandırılmaya çalışılmaktadır.
Burada ‘halkın sesi/hakkın sesi’ (vox populi vox Dei) kavramı ve eleştirisine girecek değilim.
Başta da belirttiğim üzere, ‘plebisit’, ‘referandum’ ve ‘demokratik seçim’ kavramlarını açmaya çalışacağım.
Şu son seçimlerin ardından ortaya atılan ‘değişim’ terimiyle ilgili konuya gelinecek olursa; muhalefet için önce bir ‘anlayış değişikliği’ yapılması gerektiği ileri sürülebilir.
İktidara gitmek için izlenecek ‘yol’lara bizzat iktidar tarafından uyulmadığına göre, kimi kripto kanaat önderi, yazar çizer, kısaca ‘akıldane’nin önerdikleri ‘sabır, sebat, tahammül’ gibi aldatmalara kulak asıp, o arada iktidarın ‘yola gelmesi’ni beklemek yerine, iktidarı ‘yola getirme’nin yolları bulunabilmelidir.
Eğer olacaksa gerçek ‘değişim’, işte bu ‘anlayış değişikliği’nde olacaktır.
Yani iktidarı ‘yola getirecek’ yeni bir yol açılmalıdır.
Kuşkusuz buna uygun, kadro ve örgütlenmeye gitmek de gerekecektir.
Ali yerine Veli’yle yola devam edilerek bir yere varılacağı sanılıyorsa, bu ancak önce kendi kendini sonra da tüm halkı kandırmanın bir başka ‘yol’u olmaktadır.
Kişisel olarak ‘yeni bir yol açmak’ anlayışı içinde olmakla birlikte, yukarıda sayılan plebisit, halkoylaması ve seçimler konusunda tarihsel bir özet yapmaya çalışacağım.
Hiç değilse bir seçimin ‘seçim’ olup olamayacağı konusunda ‘fikir’ edinilebilsin diye.
Çünkü haklı olarak ‘bilgi olmadan fikir olmaz’ denilmişti, değil mi ama?