Deli Petro'nun Varisleri
“İslam dünyası Ahmedinejad’dan daha iyi bir sözcüyü hakediyor. Erdoğan Ortadoğu’da lider rolüoynayabilir. Erdoğan’ın İslam dünyasının sözcüsü olması gerekiyor” diyen Avrupa Musevi Kongresi Başkanı…
“Suriye’deki olayların bir Sünni-Alevi çatışmasından endişe ediyorum.”
“Türkiye’nin, İran’ın Suriye konusundaki söylemi üzerinde doğru bir rolü olduğuna inanıyorum.”
“Ben sadece Türkiye’de yaşayan 74 milyon vatandaşım için konuşmuyorum, aynı zamanda Arap dünyası için de konuşuyorum. Onlar da her zaman benim öldürülen vatandaşlarıma (Mavi Marmara’yı kast ediyor) sahip çıkıp, çıkmadığı takip edecelşer.Bu benim görevim, benim için bir zorunluluk” diyen;
Ve “Ben İstanbul’un imamıyım.”dan, Ortadoğu’nun “imamlığına” geçtiğini her fırsat ve zeminde hissettirirken, Arap coğrafyasına “laiklik” tavsiyesinde bulunarak, adeta İran’ı hoplatan Recep Tayyip Erdoğan…
“Erdoğan Arap dünyasındaki en popüler siyasetçi olma ünvanını hak ediyor… Şimdiye kadar tehlikeli bir rakip olan İranlı mollaların agresif ve mezhep ayrılığı güden İslamcılığını zorlamadan yendi… Türkiye’nin çoğulcu ve modernleştirici sünni markası AKP, başka bir düzene resmen tehdit oluşturuyor ve İran’ın Pazar payını yiyip bitiriyor” diye yazan dünyanın en etkili gazetelerinden Financial Times…
Erdoğan’ın “laiklik” çıkışını alkışlayıp, “Erdoğan bu çıkışı ile İran modeline karşı alternatif bir devlet modeli savunuyor… Sarkozy ve benzeri politikacıların benzer bir çıkışı inandırıcı da olsa, pek etkili olmayacaktı. Bu yüzden Batı, kendi değerlerinin Erdoğan tarafından savunulmasından oldukça mutlu. Arap gençleri, İran’daki baskıcı molla rejiminin veya Tahran’ın değil, İstanbul’un rüyasını görüyorlar… Laik devlet çıkışı yanında füze savunması için Türkiye’nin radarlara yeşil ışık yakmasıyla Türkiye, Batı sisteminin değerleri ve savunma politikası ile yerini, yani eksenini yeniden teyit etti” diyen de Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Helene Flautre…
****
Görünürde NATO, gerçekte ABD ile (Muhatabımız NATO Genel sekreteri, onu geçtik ABD’nin Avrupa’daki güçlerinin komutanı ya da ABD’nin NATO nezdindeki Büyükelçisi bile değil, Ankara Büyükelçisi olduğuna göre) imzaladığımız füze kalkanı anlaşması,Başbakan Erdoğan’ın İsrail’le “başlattığı” ikinci kavgaya denk geldi, “hoop ne oluyor” diyene kadar, ABD’liler Kürecik’e kondu bile!..
ABD’nin “İran baskısı” da başladı işte.Ambargo için heyetler gönderildi, Irak’ın işgalindekine benzer senaryolar tedavüle çıktı ve aynen Suriye’de olduğu gibi, biz Türkleri ne kadar “sevip düşündüğünü” gösteren Hillary Clinton, şunları söylemeye başladı:
“İran, Türkiye’ye karşı saldırgan bir tavır izliyor. Çünkü Türkiye, NATO’nun radarını topraklarında konuşlandırmada bizimle anlaştı. Çünkü Türkiye, İslam’ı kabul eden, ancak son yıllarda başardıklarıyla daha uyumlu bir çizgi izleyen laik devleti savunuyor. Hiç kimse İranlılara karşı emniyette değil..“
Lâkin aynen “Suriye provakasyonları” radar anlaşması gibi bu hayati sorun da ilgimizi çekmiyor. Zira “güncelleşen” zamlar, milletvekillerinin ekonomik durumu, “Zerdüşt” PKK-BDP’liler bir de “türban”la meşgulüz!..
****
Gören gözler, düşünen beyinler kapımıza dayanan tehlikelerin o kadar farkında ki!.. İşte İslamcı camianın vicdanı olan isimlerden Ali Bulaç “Kıyamate kadar AB üyesi olamayacağımız açık” demekle kalmıyor, Suriye-İran operasyonlarına alet edilmemize karşı çıkıyor, İsrail’le tartışmalarla, radarın üstünün örtüldüğünü savunurken, “İsrail’in OECD üyeliğine onay veren kimdi?” sorusunu soruyor, Batı’nın “demokrasi ve özgürlükler bahanesiyle” İslam coğrafyasını işgal ettiğini yazıyor. ”Unutmamalıyız ki Haçlılar 200 sene bölgemizde hüküm sürdüler.” tespitini yapmakla kalmayıp, Şiilik ve İran’dan nefret edenleri eleştiriyor, “Bu nefret gözlerini bürümüş” diyor.
Ne yazık ki ilk “fırça”yı da Hocaefendi'nin yakın dostu Hüseyin Gülerce’den yiyor: “İnsaf yahu…” uyarısına maruz kalıyor. Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Zaman’ın bazı yazarlarından rahatsız olduğunu fısıldıyor.
Bunların hiç de iyiye alamet olmadığı çok açık. Ali Bulaç’ı barındırırlar mı veya daha ne kadar barındırırlar, bunu da merak ediyorum doğrusu. Niye mi?
Yıllar öncesinden Fethullah Gülen’in bir röportajını hatırlıyorum. Gerçi kravat takmamasının, İran’daki rejimle ilişkilendirilmesine devirdi sözü; ama şunu söylemişti:
“Dünyada en nefret ettiğim ülke İran!..”
****
AKP destekçileri hep bir ağızdan, “dünyada nasıl itibar gördüğümüzü” anlatıyor. Kimler itibar ediyor; eskiden değil, daha dün bile Erdoğan ve Davudoğlu’nun “emperyalist, Haçlılar” dedikleri… Niye Türk dünyasından veya (Batı’nın harekete geçirdiği isyancılar dışında) Orta Doğu coğrafyasından samimi, güçlü sesler duyulmuyor?
Başbakanın AKP’nin Kızılcahamam kampındaki dış politika konuşması da önemliydi. “gündemi belirlenen bir Türkiye yok, gündem belirleyen bir Türkiye var… Halka rağmen hiçbir siyaset meşru sayılmaz.” dedi.
Buyurun halka soralım: AB’yi defterinden silmiş, ABD’den NATO’dan nefret ediyor… Suriye, İran işlerine karışmamızı istemiyor… Ama Erdoğan, ABD ile ilişkimizin “stratejik ortaklık”tan, “model ortaklığa” terfi ettirilmesiyle övünüyor aynı konuşmasında… AB’ye öyle kusuyor; ama “al atını, ver tımarımı” değil , “yola devam” diyor!...
Gelelim sadede: ünlü Deli Petro’nun “gelecek nesillere talimat niteliğinde olsun” sözüyle bıraktığı vasiyetnamenin 9. maddesi…
Rusya’yı dünya devleti yapabilmek için, Asya ve Avrupa hazinelerinin anahtarı İstanbul’un başkent olması gerektiğini söyleyen Deli Petro: “Şüphesiz ki; İstanbul’a sahip olan şah, dünyada ilahi şah olacaktır.” diyor ve bu hedefe varmak için de yapılması gerekenleri de şöyle anlatıyor:
”Daima Türkiye ile İran arasına fitne-fesat tohumları ekilmeli, kavga ile savaş çıkarılmalıdır. Bu iş için Sünni ve Şii mezhepleri arasındaki ihtiyaçlar, en keskin silah ve yenilmez ordudur. Türkiye ile İran arasındaki dengeyi öyle bozmak lazımdır ki, onlar birbirleriyle hiçbir zaman anlaşamasınlar… Hem Türkiye’nin hem de İran’ın din adamlarını elde etmek ve onlar vasıtasıyla Sünni-Şii ihtilaflarını kışkırtmak lazımdır. İslam akidesini Asya’dan uzaklaştırmak, Hristiyan din akidelerini ve medeniyetini oralarda ciddi bir şekilde tebliğ etmek ve yaymak zaruridir… İran’ı daima gerilemeye sevk etmeli, bağlı durumda tutmalı ki Rusya Devleti onu istediği zaman zahmetsiz bir şekilde öldürmeye kadir olsun. AMA TÜRKİYE DEVLETİ MAHVOLMADAN, İran’ın canını almanız tavsiye edilmez!...”
300 yıl sonra Deli Petro’nun ne kadar çok varisi çıktı değil mi?
Silivri’den kucak dolusu sevgiler...
Müyesser YILDIZ
16 Ekim 2011
Silivri