Baykal depremine ayrılan köşe yazıları...
Baykal filmini vizyona sokan yönetmenin asıl hedefi ne?Ülke gündemi, bu kez de ‘gizli kamera’ şantajına teslim oldu.
Dinlenme ve izlemenin ayyuka çıktığı bir ortamda, işin bu noktaya geleceği belliydi.
Ülkenin ‘kaderinin’ belirlenmesinde etkili olan ana muhalefet partisi liderinin ‘yatak odasına’ gizli kamera yerleştiren usta yönetmen, onun ‘evli’ ve ‘bir çocuk annesi’ olan eski özel kalem müdiresi ile geçirdiği en mahrem anları filme aldı.
İşi sıradan bir ‘çapkınlık’ olmaktan çıkarıp, insanlara “Hangi kültürde var böyle bir şey?” sorusunu sordurabilecek kadar ‘aile boyu’ ilişki süsü verebilmek için ‘başka bir ortamda’ çekildiği anlaşılan görüntüleri de filmin başına monte etti.
‘Tam 8 yıl boyunca’ tozlu raflarda bekletilen film, artık ‘zamanının geldiği’ yönünde kanaat getirmesi üzerine vizyona soktu.
“Varan 1” diye sunduğu görüntüler, “Devamı var” tehdidini de içinde barındırıyor.
Film, bir taşla iki kuş vurmayı hedefliyor:
1-) Anayasa değişiklik tasarını, ‘kazasız belasız’ referandumdan geçirmek.
2-) Kongrede CHP’ye ‘teslimiyetçi bir zihniyetin’ hakim olmasını sağlamak.
‘Anayasa mitingleri’ düzenleyerek, önümüzdeki kongreye güçlü bir şekilde girmek isteyen CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın birdenbire bütün planları bozuldu.
Daha düne kadar “Aman efendim” diye etrafında dört dönen ‘ikiyüzlü’ dalkavuklar, birdenbire ‘ahlak zabıtlığına’ soyunup istifa çağrıları yapmaya başladılar.
Baykal, aslında kendi ikballerinin kaygısı ile “Diren, arkandayız” diyenlerin yalvarmalarına aldırış etmeden, kendisine ‘komplo kuranlarının’ ekmeğine yağ süreceğini bile bile genel başkanlık görevinden ayrıldı.
Parti liderlerinin milletvekillerini belirlemede ‘hangi kriterleri’ esas aldıklarının açık bir göstergesi olan olay, daha uzun süre gündemden düşmeyecek gibi görünüyor.
Şimdi şu soruların cevaplanması gerekiyor:
1-) Birilerinin bu görüntüleri ‘şantaj’ aracı olarak kullanarak CHP içerisinde ‘etkinlik’ sağladığı, ‘belediyeleri’ ele geçirdiği, ‘ihaleleri’ aldığı iddiaları doğru mudur? Baykal, eğer iktidar olmuş olsaydı, şantajcılar kendisine neler yaptıracaklardı?
2-) “Artık muhtar bile olamaz” gözü ile bakılan Tayyip Erdoğan’ın yasağının kaldırılmasına, önce ‘Meclis’e, sonra da ‘Başbakanlığa’ taşınmasına yol açan süreçte, acaba bu görüntülerin herhangi bir etkisi olmuş mudur?
3-) ‘Değişim Hareketi’ adı altında yeni bir oluşum başlatan Mustafa Sarıgül’ün parti kurmak için bu görüntülerin tedavüle sokulmasını mı bekledi?
Yorumcuların hepsi ayrı bir telden çalıyor.
Kimileri ‘iktidar’ partisinin, kimileri ‘parti içi’ muhaliflerin, kimileri solda ‘yeni bir parti’ kurmaya çalışanların oyunu olabileceğini söylüyor, kimileri ise her zamanki gibi yine işin arkasında ‘Ergenekon’ parmağı arıyor.
Ama kimse ‘asıl yönetmeni’ sorgulamıyor.
Filmi, kim, ne zaman, nasıl çekti, neden servise koydu? Muhatap ile herhangi bir ‘pazarlık’ yapıldı mı, yapıldı ise ‘neler’ konuşuldu ve ‘nasıl bir cevap’ alındı?
Baykal’ın çekilmesi halinde CHP’ye ‘kimler’ veya ‘hangi zihniyet’ hakim olacak?
NATO’da formasyon eğitimini tamamlayan Hikmet Çetin, nasıl bir yol izleyecek?
Sis perdesi nasıl olsa yakında aralanacak.
Ama ‘yargının’ çökertilmesine, Anayasa Mahkemesi’nin teslim alınmasına destek veren güçlerin kararı biraz daha netleşmiş görünüyor:
AKP, bir dönem daha iktidar kalacak.
CHP, yeniden dizayn edilecek.
Sam Amca, çalışıyor.
İSRAFİL K. KUMBASARBenden söylemesi...O koltuğa oturan...
Fırsattan istifa’de edendir.
O koltuğa oturan...
Bu komplonun ürünü olacaktır.
O koltuğa oturan...
İstediği kadar “istemedim” desin, “istemem yan cebime koy” diyendir.
O koltuğa oturan...
Ne kadar hisli ağıt yakarsa yaksın, timsah gözyaşları dökmüş olacaktır.
O koltuğa oturan...
Ömrünün sonuna kadar, aynanın karşısına geçip, kendine bile soracağı, “yoksa, tezgâhın tezgâhtarı mıyım acaba” merakının muammasıdır.
O koltuğa oturan...
Bileğinin hakkıyla değil.
El kasediyle gerdeğe girendir.
O koltuğa oturan...
Liderini ardı arkası kesilmeyen yalanlarla, iftiralarla, sahte belgelerle oradan göndermek isteyenlerin zaferidir.
O koltuğa oturan...
Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir hesabı, “durmak yok yola devam” diyendir.
O koltuğa oturan...
“İstifa istifa” diye linç çığlıkları
atıp, amacına ulaşanların rehinesidir.
Kucağa oturur.
O koltuğa oturan...
İktidarın doğrularını bile desteklese,
gizli işbirlikçi olmakla suçlanacaktır.
O koltuğa oturan...
Haksız kazancının hesabını kendi vicdanına bile veremeyeceği için, başkasına hesap soramaz.
O koltuğa oturan...
(Uyarmadın demeyin.)
O koltukta oturamaz.
O koltuğa bu şartlarda oturmaya kalkan, mezar soyucusudur... O koltuğu, sahibine, yani Deniz Baykal’a geri vermeyenin, Anıtkabir’e girmesi yasaklanmalıdır!
YILMAZ ÖZDİLÜç direk sarsıldıKaset komplosu kimin eseri olursa olsun. Uğursuz sonuç değişmiyor.
Ülkede cumhuriyeti ayakta tutan belli başlı üç direk vardı...
TSK, CHP ve yüksek yargı...
Bu üç direk aynı anda çatırdatılıyor.
TSK bir süredir yıpratılıyordu... Yüksek yargı AKP’ye bağlandı, bağlanıyor.
Derken tam bu sırada Deniz Baykal kaset darbesine uğruyor.
Bu açıdan bakınca kaset olayının ana gerçeği daha açık ortaya çıkıyor.
Baykal da onu söylüyor:
“Bu bir kaset olayı değildir, komplodur...”
“Komployu gerçekleştirenler, bunu sapık oldukları için ya da ticari kazanç sağlamak veya şantaj yapmak için değil, siyaset yapmak için düzenlemişlerdir.”
Peki kim yaptı bu komployu? Baykal doğrudan Erdoğan iktidarını suçluyor:
“Olay sonrasında sergilenen iyi niyet tavırları komployu ayıplar gibi yapanlar, yapay açıklamalar, üzüntü beyanları suçu örtbas etmez. İktidarın bilgisi olmadan bu komplo gerçekleştirilemez...”
Başbakan Erdoğan’ın haberi duyar duymaz kurmaylarına “Çektirin şunu yayından” dediği yolundaki haberleri demek ki Deniz Baykal umursamamış.
Fethullah Gülen’e bağlı güçleri de komplodan ayırıyor.
Deniz Bey doğrudan Erdoğan’gilleri suçladığına göre anlaşılan bildiği bir şey var.. Demek ki “AKP özel örgütü” gibi bir örgütten kuşkulanıyor...
CHP’nin programında ilk görev 110 imzayı tamamlayıp anayasa değişikliklerini Anayasa Mahkemesi’ne taşımaktı. CHP komplo ile hesaplaşmak istiyorsa öncelikle bütün mesaisini bu göreve harcamalıdır.
* Yandaş basının çalışma tarzına hayran olmamak
elde değil... Herhangi bir olay karşısında Erdoğan’ın düşünce ve tavrını öğrenmeden pozisyon almıyor, yandaşlık işlevine kolay kolay ters düşmüyorlar...
Haldun Ertem
‘Komplo sektörü’
Ülkede savcılar, yargıçlar, gazeteciler dahil kritik görev yapan herkesin telefonu dinlenecek. İnsanlar telefonda özel bir şey konuşamaz olacak.
İki günün biri internete gizlice kayda alınmış bir ses kaseti ya da video bandı düşecek. Bunlar anında yandaş medyaya yansıyacak. Kimse oralı olmayacak. Sadece Başbakan’ın iki telefon görüşmesini yayınlayanlar hapse atılacak. Onun dışında kimse ne kovuşturmaya uğrayacak ne ceza görecek...
Sıra Deniz Baykal’a gelince bu defa herkes çok şaşıracak... Bazıları timsah gözyaşı dökecek...
Hele de Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in şu sözleri:
“Komplo yiyor komplo içiyoruz. Komplo sektörü maşallah yüzde yüz kapasiteyle çalışıyor.”
Bütün süreç yaşanırken seyirci kalacak, üzerinize düşeni yapmayacaksınız... Yapmamak bir yana, adeta dolaylı teşvik vereceksiniz... Komploda sıra ana muhalefet liderine gelince birden ortaya çıkıp, “Komplo sektörü yüzde yüz kapasiteyle çalışıyor” diyerek şikâyetçiler safında yer alacaksınız... Ve insanların size ve samimiyetinize inanmasını bekleyeceksiniz!
Kim inanır Cemil Bey?
Geri dönecek mi?
Deniz Baykal’ın önünde bundan sonra iki yol var...
Ya geri dönüşün yollarını döşeyecek...
Ya geri dönmeyeceğini kesin şekilde açıklayacak...
Baykal eğer geri dönme ihtimalini açık bırakırsa Baykalcılar kemikleşir.
Ortaya çıkacak genel başkan adaylarının önünü kesmeye çalışır.
Parti içi kavga sürüp gider.
Deniz Baykal’a düşen görev genel başkanlığa geri dönmeyeceğini bir biçimde kesinleştirmesidir.
Ancak o zaman parti kendi özgür iradesiyle yeni bir lider belirler.
Tüm partililer yeni liderin etrafında kenetlenir. Baykal da yeni lideri destekler. Sağlıklı gelişme bu olur.
MELİH AŞIKBaykal’ın istifasına sevinenlerin başında kuşkusuz Baykalsız bir CHP’ye özlem çekenler geliyor; Baykalsız tek başına iktidarın kapıda olduğunu söyleyenler yer alıyor.
Bu türden düşünceler içinde olanların çabalarını önümüzdeki günler, Kurultay öncesi veya Kurultay’da açığa vurmaları herhalde sürpriz olmayacaktır.
Pek çok kişi veya çevre ise, AKP’nin (tabii RTE’nin de) sevinenler arasında olup olmadığı sorusuna yanıt arıyor.
Bay RTE’nin ne zaman muhalefetten söz açılsa CHP’nin başında Baykal’ın olmasının AKP’nin işini kolaylaştırdığını içeren söylemleri bir bakıma sorunun yanıtı...
Bu açıdan bakıldığında RTE’nin; Baykal’ın istifasına sevinenler arasında olmaması mantıksal geliyor. Fakat:
Görüntüler ortaya çıktığından beri başta RTE ve çevresinin olayı şiddetle kınayan açıklamalarına tanık olduk.
Devlet adamlığı sergileyen bu açıklamalar acaba ne ölçüde içtendi, gerçekti?
Baykal’ın başına gelenleri asla onaylamaz görünen bu açıklamaların arkasında acaba bir başka amaç gizli miydi?
Türkiye AKP iktidarları sayesinde 2002’lerden sonra içinden çıkamadığı geniş bir bataklığa yuvarlandı.
Kişilerin yaşamlarını karartan CD’ler, özel telefon konuşmaları... iktidarın bu olaylara müsamaha ile bakan, yer yer himaye ettiği izlenimi veren davranışları yıllardır insanlara engizisyon işkenceleri yaşattı. Yaşatmaya devam ediyor...
Baykal dün ne dedi?
“Bu öyle bir komplodur ki iktidarın bilgisi olmadan asla gerçekleştirilemez!”
Yaşanan deneyler, bilinen örneklerin ışığında Baykal’a haksızlık yapılıyor demek zor.
Peki iktidarın örneğin Başbakan’ın derhal bu tertibi kimlerin yaptığını bulmaları için MİT’e emir vermesi... yardımcısı Çiçek’in telefonla Baykal’ı araması ve hatta böyle bir iftiraya hemen karşı çıkmaması beklenen Bülent Arınç’ın üzüntü ifade eden sözleri... Nedir bunlar?
Hükümeti suçlayan komployu lanetleyen Baykal’ı bu söylemler yadsımıyor mu, yalanlamıyor mu?
İlk bakışta veya yalakalar gibi düşünürsek son tahlilde, böyle düşünülebilir, hatta hak verenler de olabilir.
***
Ama Türkiye’deki çirkin siyaset sahnede.
Şöyle de düşünülebilir, şöyle bir senaryo da akla gelebilir:
Şayet iktidarın parmakları bu skandalın üzerinde gezindi ise olay patlak verir vermez üzüntü beyan eden demeçlerle, komplonun kimin eseri olduğunu araştırma emirleriyle kamuoyu nezdinde iktidar adını temize çıkaracak resmi hareketlerde bulunmak...
...fakat CHP’yi Kurultay, referandum ve genel seçim öncesi karıştırmak, başsız bırakmak...
...AKP’nin işine ve siyasetine uygun düşebilir.
Lakin yabana atılır bir olasılık değil gibi görünen nedenle:
İktidarın bugünkü gözyaşları, timsahın gözyaşlarına benziyor!
***
İktidarın, başta RTE’nin; komployu kimlerin yaptığını... bütün devlet olanaklarını kullanarak aslını faslını öyle veya böyle ortaya çıkarması gerekiyor. Zorunda!
Burası bir hukuk devleti ise, burası faşist ülkeler örneği bir parti, bir RTE devleti değilse... görüntülerin montaj olup olmadığı... parti hesabı, siyaset yapılmadan vicdanlarda tereddüt bırakmayacak biçimde saptanmalı.
Görüntülerin gerçek olduğu yarım yamalak raporlarla topluma sindirilmeye kalkışılırsa... bu tarihsel olayın içinde iktidar parmağının olduğu kuşkusu, iddiası, söylemleri her zaman canlılığını koruyacaktır.
***
İstifadan sonra neler olabilir? Baykal’sız CHP’nin tek başına iktidar olacağını savunacaklar şu karşı hesabı da hem kendileri, hem de dolaylı biçimde savunacakları iktidar hesabına yapmak zorundadır:
Komplonun içindeyse ve himayesinde hazırlandı ise; AKP, toplum değerlerinde giderek yükselen Baykal’ı tasfiye etmeye neden girişmiş olmasın?
Şimdi Baykal aleyhine iktidarın da veya parti içi muhalefetin de katılacağı bir başka varsayım gündeme girecek:
Canım istifa etti ama delegeler dayattı diye bir iki hafta sonraki Kurultay’da yine aday olacak, diyecekler de çıkabilir.
Böyle bir olgunun gerçekleşmesi Baykal’ı bugünkü durumundan çok daha ağır biçimde yaralayacaktır.
Olayın bir yüzünde Baykal ve CHP’nin geleceği.
Diğer yüzünde de RTE’nin ne ölçüde, ne denli bir devlet adam olduğunu kanıtlaması olasılığı yer alıyor.
Her ikisi de yaşamlarının kırılma noktasında...
CÜNEYT ARCAYÜREKBaykal kadar taş...Birkaç yıl önce Hollanda’da yaşayan oğlum telefonla beni aramıştı.
Sesi çok heyecanlıydı:
- Baba Baykal bitti..
- Kalp krizi mi geçirmiş?
- Yok baba ne krizi, İsviçre’de bir bankaya kızının hesabına 5 milyon dolar yatırılmış.
Bunu duyunca gülmeye başladım.
- Bak oğlum, eğer bu haberi Baykal kendisi çıkarmadıysa yalandır. Hem de yalanın kuyruklusudur.Ben Baykal’ı çok eleştirdim ama severim de.
Parasal konularda kendisi de aile bireyleri de son derece dikkatlidir.
Kızının hesabına yatan 5 dolar bile olamaz. Çünkü kızının İsviçre’de banka hesabı bulunma olasılığı bile sıfırdır.
Sonradan bu haberin birkaç şerefsiz tarafından çamur atmak için uydurulduğu anlaşıldı.
Bazıları kendi hırsızlık ve yolsuzluklarını unutturmak için bu yola başvurmuşlar.
Bir toplumda şerefli insanlar kadar şerefsizler de vardır.
Bu doğal bir oluşumdur.
Güzeli güzel yapan çirkinin varlığıdır.
Nedir ki, son zamanlarda şerefsizlerin sayısı hızla artmaya başladı.
Şerefsizlerin en önemli özelliği herkesi kendilerine benzetmeye çalışmalarıdır.
Bunlardan bir gurup Baykal’a ait olduğunu ileri sürdükleri kaseti medyaya ve İnternete servis etmişler.
CHP’nin sağlığı bakımından Baykal’ın en kısa zamanda siyasetten çekilmesi gerektiğini savunanlardanım ama böyle aşağılık yakıştırmalarla değil.
Baykal başarısız bir liderdir.
Demokrat değildir.
Demokrasinin gelmesini de istemez.
Demokrasiyi isteseydi önce CHP içinde uygulardı.
Baykal’da vefa da yoktur.
Hamza Kırmızı’yı harcamasını unutamam.
Kendisini 1970’li yıllardan beri tanırım.
Aile yaşamına olan bağlılığını bilenlerdenim.
Baykal’ı Olcay hanımdan başka bir kadınla düşünemiyorum.
Baykal ile bir başka kadınının ilişkisi olsa bile bunun kayda alınması için odada ya üçüncü kişinin bulunması ya da taraflardan birinin bundan haberli olması gerekir.
Baykal’ı biraz tanıyorsam bu kaset işini yapanları analarından doğduğuna bin kez pişman edecektir.
Aslında “analarını” diye başlayan bir başka cümle var fakat yasalar yazmama izin vermiyor.
Bu rezilliği yapanlar için az bile gelir ama kurallara uymak zorundayım.
Bazı köşe yazarları fırsatı bulmuşken, Baykal’ın istifa etmesi gerektiğini yazmışlar.
Baykal istifa etmeli veya yerine bir başkasının gelmesine yol açmalıdır.
Fakat bu olaydan sonra değil.
Önce kendisine çamur atan pisliklerin üzerine sifonu çekip tümünü layık oldukları lağım çukuruna yollamalı, sonra kenara çekilmeli.
İvedilikle de Önder Sav’dan kurtulmalıdır.
Adnan Keskin’den kurtuldu ama Önder Sav’dan kurtulamıyor.
Önder Sav, CHP’nin gelmiş geçmiş en itici, en başarısız genel sekreteridir.
Bunu Baykal’ın dışında herkes görüyor.
Önder Sav ne yapmak istiyor? Neden durduk yerde Mustafa Sarıgül adı ortaya atıldı?
Geçmişte yazmıştım.
CHP’nin başında Sarıgül’ü görmektense çok eleştirdiğim Baykal’ın kalmasını yeğlerim.
Baykal , İnönü ve Ecevit’in devamıdır.
Sarıgül ise Tayip Erdoğan’ın tek yumurta ikizi.
Orhan SELENYeni kurulan Türkiye'de Baykal'a yer yokDeniz Baykal'ın istifasını sadece Türk siyasetinin bir gelişmesi olarak değerlendirmek, büyük resmi görmemizi engeller. Bu istifa kuşkusuz Türk siyasetinin temelden sarsılmasına, belki de yeni aktörlerin ortaya çıkmasına neden olacaktır. 'Kelebek etkisi' başka partilere de yansıyacaktır.
Ancak bunun da ötesinde 'kaset olayını' Türkiye'nin yeniden tasarlanması ve yeni dünyada yerini alması projesinden bağımsız düşünmek mümkün değil.
Dün Baykal çok önemli bir söz söyledi: 'CHP'yi yeniden tasarlamak isteyenlere izin vermeyeceğiz.' Benzer bir cümleyi Mustafa Özyürek de dillendirdi, hatta daha net konuştu ve 'Partiyi liberallere teslim etmeyeceğiz' dedi.
Kim bu liberaller?
Son yıllarda Türkiye'de liberalin tanımı değişti. Artık Türk liberalleri Amerikan neo-con'larıyla eşdeğer anılıyorlar. Eski Troçkist, şimdi ise yeni sağın mimarları yetiştiriyor Türkiye'deki liberalleri, bizimkiler onların papağanı olmuşlar...
Bir 'network' bir süredir Türkiye'yi yeniden tasarlamak için çalışıyor ve büyük ölçüde de amaçlarına ulaşıyor.
90'lı yıllarda CIA ajanı Graham Fuller gibi isimler 'Bırakın Kemalizm'i, ordunuz çok büyük, kurtulmanız lazım' gibi sözler söylediğinde herkes gülüp geçiyordu, ihtimal vermiyordu. Bir de bugün gelinen noktaya bakalım...
İşte bu nedenle kaset olayını Türkiye'ye giydirilmek istenen kıyafetten bağımsız düşünemeyiz...
Bu kaseti Türkiye'nin yaşadığı belli başlı değişimlerle beraber değerlendirmek zorundayız...
- Balyoz darbe planı...
- Kafes planı...
- Medyada yükselen asker düşmanlığı...
- Birbiri ardına patlayan bombalar...
- Hrant Dink cinayeti...
- Rahip Santoro'nun öldürülmesi...
- Aydın Doğan'a kesilen astronomik vergi cezası...
- Ertuğrul Özkök'ün görevden alınması...
- Bir kesimden sürekli yükselen 'Başbuğ istifa' çığlıkları...
Dünya yeni bir soğuk savaş süreci yaşıyor ve Türkiye de kurulan dünyada yerini almak için birileri tarafından yeniden tasarlanıyor...
Dikkat edin, Deniz Baykal'ın son yıllardaki bütün muhalefet politikası Türkiye'nin yeniden tasarlanmasına karşıydı. Ergenekon davasına, askerin yıpratılmasına, medyanın el değiştirmesine karşı tavrı çok netti. 1 Mart tezkeresinin Meclis'ten geçmemesinin mimarıydı. Anayasa paketinin iptali için bir hukuk sürecini başlatmaya hazırlanıyordu. Bu olayları hep bu global plan çerçevesinde değerlendirdi.
Birileri yeni bir Cumhuriyet kurmak isterken, o ısrarla ve hiç ödün vermeden Birinci Cumhuriyet'e sahip çıktı.
Son aylarda CHP'nin ve kendisinin yakaladığı ivmeyi de görmezden gelemeyiz. Yürüttüğü politika pek çok kesimden övgü almaya başlamıştı, siyasetin yükselen yıldızı haline getirmeye başlamıştı CHP'yi...
Yılmaz Özdil'in 'İlk seçimde Başbakan olacak' öngörüsünü pek çok kişi dillendirmeye başlamıştı...
Ve böyle bir ortamda kaset skandalı patladı. Bunun profesyonel bir şebekenin işi olduğu konusunda hemen herkes hemfikir. Örgütlü, sistemli bir çalışmanın ürünü olduğu ortada. Daha önce görüntüleri, konuşmaları kim sızdırdıysa Baykal'ın görüntülerini de onlar servis etti.
Bu çok net bir şekilde Baykal'ın da söylediği gibi bir komplodur; planlandı, yürürlüğe kondu ve şimdilik amacına ulaştı.
Kaset Baykal'ın kellesini aldı... Ve CHP'yi yeniden tasarlamak isteyenler için bir fırsat doğdu.
Belli ki birileri Türkiye'yi yeniden tasarlarken Deniz Baykal'a yer vermek istemiyor, onu yeni Türkiye'de bir aktör olarak görmek istemiyorlar.
Nasıl ki Türkiye'de belli başlı kurumlar yeniden tasarlanıyor, CHP de bu süreçten nasibini alıyor.
ORAY EĞİNBaykal, tuzakçıyı gösterdiO malum örgüt; CHP'ye pimi çekilmiş bir el bombası attı.
CHP'nin başındaki kişi de o el bombasını kaptı, geldiği yere geri attı.
7 Mayıs'tan beri yaşananların kısa özeti budur.
CHP Genel Başkanı Baykal; gerçek bir lider gibi davrandı. Kıvırtmadı; acındırmadı; hem kendisine hem de partisine yakışan biçimde davranıp genel başkanlıktan ayrıldı.
Kaset olayından sonra iki yazı yazdım. Bu yazılarımda, CHP Lideri Baykal'ı istifaya çağırdım.
Bunu yaparken de müzmin Baykal düşmanları gibi davranarak değil hem Sayın Baykal'ı hem de CHP'yi düşündüğüm için o çağrılarda bulundum.
Sayın Baykal; söylenecek her şeyi söylemiştir.
Bu kaset olayının hükümetin bir tertibi olduğunu açıklamıştır.
Olayın yeni olduğunu söylemiştir. Onun söylediklerine inanmak durumundayız.
F TİPİ DEĞİL T TİPİ KOMPLO
Dün Sayın Baykal kamuoyunu oldukça aydınlattı: CHP Lideri; konuşmasının her yerinde satır aralarında kaset tuzağını hükümetin kurduğunu söylemiştir. Bu planın 'iktidar gücü ve olanakları ile, iktidarın tepesinin bilgisi ve onayı ile' kurulduğunu açıklamıştır.
Yani; Baykal'a tuzak kuran güç; iktidardır; AKP hükümetidir.
O konuşmayı yeniden yeniden okuyun... Sayın Baykal; bu işin Fethullahçı kadroya yıkılmasının da önünü kesmiş; Pensilvanya'dan (Fethullah Gülen'den) gelen mesajın samimi olduğuna söyleyerek; AKP yönetimini ve dolayısıyla da Başbakan Erdoğan ile yakın çevresini tek sorumlu tutmuştur.
Komplonun F Tipi olduğunu yaymaya çalışanların, hükümeti aklamak için gayret edenler olduğunu da dolaylı olarak dile getirmiştir.
Dünkü yazımda ortaya koyduğum gibi; bu kaset olayının komploya dönüştürüldüğü ortamı AKP iktidarının yarattığını belirtmiş; Adalet Bakanı'nın 'Lanetliyorum!' açıklamasını samimi bulmadığımı söylemiştim.
Lakin; bu komplonun bizzat AKP tarafından düzenlenmiş olacağına ihtimal vermemiştim.
Sayın Baykal; bu komplonun AKP tarafından organize edildiğini ve tek sorumlunun da iktidar olduğunu döne döne vurguladı. 'Bu komployu ayıplayanlar; bizzat o ayıbı işleyenlerdir!' diyerek AKP tarafından gelen sözde iyi niyet üzüntülerini sahte bulduğunu açıkladı.
Yani; bu komplo; AKP ile CHP arasında yürütülen siyasi mücadelenin bir parçasıdır.
ZAFERE DÖNÜŞTÜRMEK MÜMKÜN
Bu tertip, oyları hızla yükselen CHP'yi durdurmak üzere planlandı. Tuzağı kuranlar; Sayın Baykal'ın istifa etmeyeceğini hesaplıyorlardı. Böylece, kendilerince, CHP'yi şaibeli bir liderin partisi gibi göstereceklerdi. Başbakan Erdoğan'ın, istifadan hemen sonra CHP'yi 'ahlaksızlık'la suçlaması, Baykal istifa etmese meydanlarda nelerin söyleneceğini gösteren örneklerden birisidir.
Biz yazdık; Sayın Baykal da bu oyunun farkına vardı.
Koltuk uğruna partisini de kendi kimliğini de tehlikeye atacak yola gitmedi.
İstifa ederek; tertipçilerin hesaplarını boşa çıkardı.
Böylece; CHP'yi topal ördek yaparak kötürümleştirmek isteyenler hüsrana uğradılar.
Şimdi bu mağduriyeti CHP'lilerin doğru kullanması gerekiyor. CHP'ye genel başkanlık yapacak birçok isim bu partide halen bulunmaktadır.
Bu saldırıdan bir zafer çıkarmak mümkündür. Bu saldırının siyasi olduğu; Türkiye'yi yabancı güçlerin emrine sokmaya çabalayanların katkısı ile kotarıldığı; baş sorumlunun AKP iktidarı olduğu; hükümetin siyasi amaçla her türlü karalamayı yaptığı gibi söylemler işlenebilir.
Zaferler; biraz da işte böyle en kırılgan ortamlarda elde edilir: Tıpkı; Yunan hücumları karşısında Mustafa Kemal'in yarattığı zafer gibi...
Bu da güçleri derleyip toparlamaktan geçer.
Bu süreçte Sayın Baykal'ın yine önderlik yapması gerekiyor. Onun istifasını isterken; kendisinin siyasetten çekilmesini istemedim. Tam aksine; bir aksakal olarak, tamata olarak; perde gerisinde kılavuzluk yapmasını önerdim.
Lakin; bazı CHP'liler; Sayın Baykal'ı önümüzdeki kurultayda yeniden genel başkan yapmak hevesinde gözüküyorlar.
Bu tutum; son derece yanlış olur.
Bunu istemek; vatandaşla dalga geçmektir.
Zaten Sayın Baykal'ın da istifa edip, iki hafta sonra yeniden o makama geleceğini sanmıyorum.
Bu durumun yaratacağı olumsuz etki; istifa etmemesinden daha zararlı olur.
Umarım ki kendi siyasi geleceğini Sayın Baykal'ın genel başkanlığına bağlayanların bu oyununa CHP'yi düşünenler düşmezler.
Sayın Baykal'ı, aldığı cesur kararı nedeniyle bir kez daha kutluyorum.
Biliyorum ki aile çevresi de en az bizim kadar kendisine sahip çıkmaktadır.
RIZA ZELYUTBaykal yeniden döner mi?CHP Genel Başkanı Deniz Baykal dün genel başkanlık görevini bıraktığını açıkladı... Böylece “olayın gerçekliği anlaşılırsa istifa etmeli” diyenlerin yargısız infaz yaptığını iddia edenler de durumun böyle olmadığını anlamışlardır sanıyorum. Anlaşılan bir şey daha var; birçok konuda olduğu gibi bu konuda da elmayla armudu, sapla samanı birbirine karıştırmaktan vazgeçmediğimiz...
Pazar günü Her Açıdan’da hukukçu, siyaset bilimci ve sosyologlarla yaptığımız tartışmada da bu durum bazı konuşmalarda görülmüştü, gelen mektuplar ve köşe yazılarında da görüldü. Ki program esnasında izleyicilerden “Her Açıdan’ın ciddi ve dürüst bir program olduğunu, böyle konular yerine her zamanki gibi daha önemli sorunları öne çıkarması gerektiğini” belirten tepkisel mektuplar da geldi. Ayrıca; dün tüm TV kanallarının gün ve gece boyu aynı konuya ayrılması bu tepkilerin haksızlığını da göstermiştir sanıyorum.
Burada gizli bir kameranın özel alana yerleştirilmesi gibi son derece etik dışı ve maddi-manevi en ağır cezayı hak eden bir eylem var. Kişilik haklarına saldırı var. Baykal’ın konuşmasında vurguladığı doğruysa, bu konuda bildiği kanıtlar varsa ve işin içinde siyasi bir karalama, siyasi komplo boyutu mevcutsa suçu daha ağırlaştırması gereken bir durum da söz konusu... Ama bunların hepsi “elma” veya “sap” sayılır, yani tümüyle ayrı bir tartışma konusudur. Bu nedenle de; bir parti genel başkanının böyle bir durumda “istifasının bekleneceğini” yazanlara ve söyleyenlere “ahlâk polisliğine soyunmak”, “gizli kamera gibi aşağılık bir eyleme itibar etmek” gibi suçlamalar son derece popülist ve yersizdir.
İnsanların en özel alanlarına girildiği telefonlarının dinlenip internet mesajlarının bile okunduğu, vatandaşın evinde konuşmaya bile korktuğu bir dönemde bunların ve tabii gizli kamera gibi bunlardan da dehşet verici eylemlerin en ağır şekilde cezalandırılmasını sağlamak yargının ve ülkeyi yönetenlerin görevidir. Halk da, medya da israrla bunu talep etmeli, bununla da yetinmeyip takipçisi olmalıdır. Bu bir...
İkinci konu olayın “iki evli insanın, evlilik dışı ilişki yaşaması” konusu ki işin bu boyutu sadece o kişileri, eşlerini ve ailelerini ilgilendirir. Onlar kabul ediyorsa başkasının üzerine vazife değildir, bunun konuşulması özellikle de üzerinden bir kazanç sağlanması tepkiyi hak eder.
Gelelim üçüncü konuya... Eğer bu kişiler bir ülkeyi, 70 küsur milyonluk bir toplumu yönetmeye taliplerse ve olay “gerçekliği taraflar tarafından yalanlanamayan” boyuttaysa ne olur?
Hele de taraflardan biri “iktidar” olmaya talip bir partinin, ana muhalefet partisinin lideri, yani bir başbakan adayı ise?
TERCİH DEĞİL ZORUNLU!
İşte o zaman istifa bir tercih değil, zorunlu bir durumdur.
Şu anda Türkiye açılım gibi, yüksek yargının siyasallaşmasına yol açacak Anayasa değişikliği (ve hatta başkanlık sistemi) gibi ülke bütünlüğünün ve demokratik rejimin korunması açısından büyük önem taşıyan gelişmeler içinde...
Bir referandumun ve seçimin eşiğinde... Bu süreçte “yapılan değişiklikler ve Anayasa Mahkemesi kararlarıyla ilgili olarak” kim bilir neler söylenecek, ne kıyasıya mücadeleler yaşanacak. Peki etik açıdan güvensizlik yaratacak bir durumun içindeki bir “ana muhalefet” genel başkanı ile partisi bu mücadelelerde yeterince güçlü olabilecekler mi?
Dün konuştuğum en deneyimli siyasetçiler “olamayacağını; bu ağırlıkta bir hatanın politikaya yansımasının da ağır olacağını, ilgili liderin ‘dürüstlük, hak, hukuk’ gibi konularda inandırıcılığını yitireceğini, referandum ve seçim sonuçlarının kolayca etkileneceğini ve siyasi partiler arasındaki dengenin bozulacağını” söylediler.
SİYASETE YANSIMA
Bunun “Deniz Baykal’ın demokrasiyle aşamayacağı tek durum olduğunu, bugün şövalyelik yapan rakiplerinin kendilerine yakın medya organları (ve dahi cemaatlerin, din adamlarının bile yardımıyla... Aynen böyle söyleyenler oldu) seçim sürecinde, referandum sürecinde bunu negatif propaganda malzemesi olarak kullanacaklarını, Anadolu’da çok farklı bir kampanya izleneceğini” anlattılar.
Meclis’te düşman gibi dövüşen rakiplerin böyle bir konuda “etik abidesi” gibi davranmalarının sadece görüntüde kalacağını belirttiler.
Nitekim dün Adalet eski Bakanı Hikmet Sami Türk VATAN’daki röportajında “Baykal’ın kaseti referandumu da, solu da etkiler, referandumda muhalefeti çok zayıflatır” diyordu.
DÖNMEMELİ!
Deniz Baykal’ın uzun siyasi yaşamının bu şekilde bitmesi (eğer biterse) elbette üzücüdür. Onun siyasetteki dürüst duruşuna, deneyimine özellikle son yıllardaki başarılı muhalefetine söylenecek şey yok... Bu olayın CHP’nin yükselişe geçtiği ve çok önemli bir referandum sürecinde özellikle öne sürüldüğüne dikkat çekenler de haklı olabilir. Ama en azından bugün için “Kurultay’da israr olursa yeniden adaylığını koyabileceği” iddialarını asla gerçeğe dönüştürmemesi tam aksine; konuşmasında belirttiği gibi partisine ve ülkeye yeni bir şansa dönüştürmesi bütün bu duruma rağmen gerekiyor. Gerçekten ülkesine, partisine sevgi ve saygı duyduğunu ancak böyle gösterebilir.
Bu arada konuşmasındaki “2 haftalık bir siyasi komplodur” sözleri ne olup bittiğini iyi bildiğini anlatıyor ki herhalde buna da açıklık getirecektir. Olayla ilgili tepkilerine bakınca hükümetin aynı gayreti, kendi inandırıcılığı açısından tüm imkânlarıyla ortaya koyması; yargıyla, istihbarat birimleri yardımıyla komployu kimin yaptığını ortaya çıkarması bekleniyor tabii!
(Not: Bu arada kişisel olarak Deniz Baykal’ın böyle bir finale katlanmayacağını, ne pahasına olursa olsun geri döneceğini düşünüyorum. Bu da bir tahmin!)
RUHAT MENGİÖteki ihtimallerOlayı saptırmayalım. Deniz Baykal’ı CHP Genel Başkanlığı’ndan istifa etmek zorunda bırakan görüntülerin bire bir gerçeği yansıttığında kuşku yok.
Belli ki profesyonelce hazırlanmış bir tuzağa düşmüşler. Nitekim Baykal, aldığı siyasi terbiyenin gereğini yaparak Genel Başkanlık’tan çekildi.
Önemli bir hatip, güçlü bir lider gitti.
Ancak unutmayalım:
Bu “dönüşü olmayan” bir gidiş değildir. Ama bu aşamada gerekli olan bir gidiştir.
Olayın kendisine gelince:
Baykal’ın “Bu bir kaset olayı değildir, bir komplodur. Komplo, hukuk dışı, ahlak dışı bir tertip demektir. Bir komplo yaparken bazen haneye tecavüz edersiniz. Duvarlara, eşyalara gizli kameralar yerleştirirsiniz. Gizli çekimlerle insanların en korunaksız görüntülerini alırsınız, kesersiniz, biçersiniz, aktarırsınız, montaj yaparsınız çarpıtırsınız” şeklindeki sözleri birebir doğruyu yansıtmaktadır.
Baykal’a göre söz konusu “Komployu gerçekleştirenler, bunu sapık oldukları için ya da ticari kazanç sağlamak için veya şantaj yapmak için” değil, “Ahlaklarına, vicdanlarına uygun bir siyaset yapmak için düzenlemişlerdir.”
Nitekim Baykal ne demek istediğini “Komplo yapanlar zaten işlerini sizlere güvenerek yapıyorlar. Komploculuğa hayat alanı açanlar ‘çok ayıp ama’ diyenlerdir” şeklindeki sözleriyle açarak, bu çirkin olayın faturasını siyasi iktidarın önüne koydu.
Bu aşamadan sonra karşımıza yanıt isteyen bazı sorular çıkıyor:
- Baykal’ın yerine CHP Genel Başkanlığına kim gelecek?
Bu sorunun yanıtı için henüz çok erken. Ama bizim bildiğimiz Baykal’ın, 22-23 Mayıs günleri toplanacak CHP Kurultayını yönlendirmekten vaz geçmesi beklenemez.
- Baykal’ın istifası bu yaz -kanımızca Eylül’de- yapılacak Anayasa referandumunu nasıl etkiler?
Baykal istifa etmese halka, “Anayasa değişikliğine hayır deyin” diyecekti. Ama bu olay görevde kalsa da onun etki gücünü kırardı.
Ayrılması ise, onun gibi iyi bir hatibin eksikliği nedeniyle “hayır”cıların gücünü azaltacak.
Kısaca iki halde de bu olay “hayır” cıları zora soktu. Taa ki CHP bu darbeyi bir “silkiniş” sebebine dönüştürsün, elindeki tüm yetenekleri sahaya sürerek, bu dönemi “partinin yeni liderini belirleme olanağı veren bir arenaya dönüştürme” becerisini göstersin.
- CHP’nin geleceği ne olur?
CHP bundan daha ağır vartaları atlatmış (örneğin 1953’de tüm maddi varlığı elinden alınmış) bir partidir. Çünkü kurumsal yapısı çok güçlüdür. O nedenle bunu da atlatır. Hatta Baykal’ın, karşısına rakip çıkmasın diye Parti Tüzüğüne özel hükümler koydurması gibi, aday belirleme hakkını fiilen kendi elinde toplaması gibi “parti içi demokrasiyi” boğan uygulamaları biterse, bu olay belki de CHP’nin önünü açar.
OKTAY EKŞİ‘Mağduriyet kozu’ artık CHP’nin elindeCHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın istifa etmesi gerektiğini düşünmüyordum ve doğrusunu isterseniz böyle bir karar alacağına da ihtimal vermiyordum.
Baykal gibi liderlerin, sonuna kadar mücadele etme iradesi göstereceklerini ve ayakta kalma içgüdülerinin her şart altında baskın çıkacağını düşünürdüm.
Yanılmışım.
Bu istifa şimdi siyasette önemli bir durum değişikliğine yol açacak.
Böylece “sistemin mağduru” rolü, AKP’den CHP’ye geçmiş bulunuyor.
Önümüzdeki referandum sürecinde de, gelecek yılki seçimlerde de bu konu ve Baykal’ın kişiliğine karşı yapılan saldırının iktidar üzerindeki etkisini göreceğiz.
Deniz Baykal, önümüzdeki Kurultay’da aday olmayacağını açıkladı.
Demek ki CHP’yi referanduma ve önümüzdeki genel seçimlere götürecek bir genel başkan seçilecek.
Şimdi CHP Kurultayı’nı çok büyük bir görev bekliyor.
Genel Başkanlığa seçecekleri kişi, gerçekten bu partiye liderlik edecek, geniş kitleleri etkileyebilecek birisi mi olacak yoksa mevcut kliğin kendi iç iktidar hesaplarının bir sonucu olarak sıradan birisi mi?
Bu soruya verecekleri yanıt ile geleceğin Türk siyasetini de şekillendirmiş olacaklar.
CHP Genel Merkezi’nin ve kurultayının genel yapısına bakınca, bu konuda asıl karar verecek kişinin Deniz Baykal olduğu da belli.
Baykal, “eski dava arkadaşlarını satmamak” uğruna tercihini kullanacak olursa, Türk siyasetinde CHP’nin yaratacağı boşluk en çok iktidarın işine yarar.
Ama yıllardır “yeni bir yüz” arayışındaki seçmene sunulacak iyi bir alternatif CHP’yi artık iktidara da taşıyabilir.
‘Yeni gündem yaratmak’ işe yaramaz
DENİZ Baykal’ın istifa ederken hükümeti suçlaması ve görüntülerin yeni kaydedildiğini, bu olanağa da ancak hükümetin sahip olabileceğini söylemesi, önümüzdeki dönemde en çok konuşulacak konuyu oluşturuyor.
AKP sözcülerinin bu açıklamadan sonra “Baykal, suskunluğumuzu yanlış anladı” türünden açıklamaları kimseyi tatmin etmez.
Türkiye gibi en akıl almaz komplo teorilerine inanacak olanların kolaylıkla bulunduğu bir ülkede bu mesele polemiklerle halledilemez.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, böylece geçen hafta belki de sadece “laf olsun” diye söylediği, “Elimizde daha ne kasetler var” sözünün bedeli olduğunu da öğrenmiş olacak.
Tam anlamıyla bir halk deyişine uyuyor bu durum: “Dilim, başıma giydirir kilim!”
Başbakan’a, Baykal’ın istifasından sonra düşen, artık iddialar ile ilgili çene yarıştırmak değil, bu işin gerçek suçlusu kimlerse onları ortaya çıkarmak olacaktır.
Başbakan, yardımcılarının söylediğine göre “gündem değiştirme işini” çok iyi biliyormuş.
Ama ne yaparsa yapsın, siyasetteki bu son gelişmeyi unutturabilmesi mümkün olmayacak.
Gerçek suçlular ortaya çıkartılana kadar ihale Başbakan’ın ve partisinin üzerinde kalacaktır.
Olağan şüpheliler!
DENİZ Baykal’ın istifa etmesine yol açan “kaset” işinde kimin parmağı olabileceğine ilişkin bir sürü komplo teorisi üretmek mümkün. Benim hangisine inandığımı soracak olursanız, yanıtım “hiçbirine” şeklinde! Bu tür olaylarda tam gerçek öğrenilmeden teori üretmek ve taraftar bulmak çok kolaydır çünkü.
İşte benim kulağıma kadar gelenler:
Hükümet yaptı: Başbakan, bu kasetin varlığından haberdardı. “Elimizde daha ne kasetler var” sözünü boşuna söylememişti. Eğer Anayasa değişikliğinde işler ters gitseydi, kaset daha önce ortaya çıkacaktı. Ama orada sorun olmayınca kaset de unutuldu. Ancak, hükümet yandaşı olmakla birlikte söz dinlemeyen bir çevre elindeki kaseti yayınladı. Kasetin ilk kez “Haber Vaktim” isimli bir “yandaş sitede” yayınlandığını ve sonra hükümetin bir talimatıyla yayından kaldırıldığını da unutmayalım.
Ergenekoncular yaptı: Ergenekoncular, Deniz Baykal kaldığı sürece AKP’yi devirmenin mümkün olmayacağını biliyorlardı. Bunun için gizli bağlantılarını kullandılar, ellerindeki kaseti suçu hükümetin üzerine yıkabilmek için yandaş internet sitelerine sızdırdılar. Böylece bir taşla iki kuş vurdular. Hem Baykal gitti, hem de hükümet zan altında kaldı!
Adnancılar yaptı: Bu tür görüntüleri elde etmekte uzmanlaşmış bulunuyorlar. Görüntüyü onlar kaydetti ve “Hükümete küçük bir yardımımız dokunsun” diye, ilan ilişkileri olan siteye sızdırdı. Ancak hükümetin sert tepki vereceğini beklemiyorlardı, onun için şimdi tam siperler.
CHP’li muhalifler yaptı: Önümüzdeki Kurultay’da da Deniz Baykal’ın kazanacağı kesindi. Partinin oy oranı da yükseliyordu ve bir seçimden galibiyetle çıkacak Deniz Baykal’ın artık CHP’nin başından uzaklaştırılması mümkün değildi. Deniz Baykal’ın istifa etmeyeceğini ama Kurultay’da bu nedenle kaybedeceğini hesaplıyorlardı. Baykal istifa edince, planları suya düştü.
MEHMET Y.YILMAZBu komplo yapanın başına da çökebilirDeniz Baykal’ın istifası çok doğrudur. CHP Genel Başkanı sanılanın aksine, bir iki günlük değerlendirmeden sonra, konuyu çok eğip bükmeden kendisine yakışanı yapmıştır.
Bu istifa ile CHP de büyük bir yükü sırtından atmış durumda. Önümüzdeki günlerde CHP Kurultayı var. Ayrıca anayasa değişiklikleri konusunda Anayasa Mahkemesi süreci başlayacak. Ayrıca eş zamanlı olarak referandum takvimi de çalışacak.
Eğer Baykal istifa etmeseydi, CHP’nin bu sıcak gelişmeleri sağlıklı ve akıllı biçimde götürmesi çok zorlaşacaktı. Oysa şu andan itibaren CHP, üzerinde bir “kaset baskısı” olmadan günün sıcak gelişmelerine müdahale etme şansını yakalamıştır.
Baykal’ın istifa açıklaması sırasında söylediği sözler ise çok dikkat çekicidir. Baykal “hükümeti hedef gösteriyor” ve istifasını bir “meydan okuma” olarak tanımlıyor.
Baykal’ın elinde bu komplo ile ilgili bir belge, karine var mı, bazı ipuçları ele geçirdi mi, bilemiyoruz. Ancak bu çıkışı yabana atılamaz. Ve eğer bir süre sonra kaset olayının düzmece olduğu konusunda kamuoyunu da tatmin edecek bir kanıt bulunursa, Baykal bir kahraman olarak partisinin başına geri döner.
Peki bu komployu kim hazırladı ve ne amaçlıyordu?
Bu konuda pek çok görüş var. Komplonun içinde hükümet ya da yandaşları var mı, henüz bilemiyoruz. Ama aynı şekilde CHP içindeki bir hesaplaşmanın sonucu olup olmadığı da bilinmiyor.
Gözlediğim bir şey var: Kaset skandalı ve Baykal’ın işi yokuşa sürmeden istifası CHP’ye puan kazandırabilir. Türk halkının duygusallığı, şövalyeliğe önem vermesi CHP’nin yararına olacaktır.
Bu açıdan bakınca “Baykal’ı iğrenç bir skandala bulaştıralım, hem Baykal’ı hem CHP’yi dibe itelim” diye düşünenler varsa “yanıldıklarını” hemen söyleyebilirim. Bu komplo bizzat hazırlayanların üzerine çökmüştür.
Yok eğer bu komplo “Baykal’ı gönderelim, CHP’yi yükseltelim” diyenler tarafından yapıldıysa, bu kez gerçek ortaya çıktığında enkaz altında kalacak olanlar da onlardır.
Özetle hangi amaçla olursa olsun düzenlenen komplo hazırlayanlar için hayırlı olmamıştır.
Erdoğan telaşlanmalı
Başbakan Erdoğan’ın kaset olayı patladığında takındığı tavrı yarın ele almak istiyorum. Ama bugünden söylemek istediğim bir şey var: Başbakan Baykal’ın açıklamalarından sonra “doğal olarak” söz düellosuna girecektir ve girmiştir, ama bu durumun kendisini telaşlandırması gerekir.
Çünkü bu komplonun arkasından kendi tasfiyesi de gündeme gelebilir.
Baykal’ın bir skandalla sarsılması, CHP’nin sıkıntıya girmesi Erdoğan’ın kurmay heyetini sevindirebilir. Yakınları Erdoğan’ı tahrik edebilir.
Ancak uluslararası gelişmeleri de göz önüne aldığımızda dış güçlerin Baykal’la birlikte Erdoğan’ı da bir kenara itme heveslerinin olması ihtimali yüksektir.
Başbakan iktidara “yürüdüğü” yolu belki bir daha gözden geçirmelidir. Bütün gözler CHP üzerindeyken okların AKP’ye yönelmeyeceğini kimse söyleyemez.
Pensilvanya da neyin nesi?
Deniz Baykal’ın istifasını açıklarken söylediği en ilginç sözlerden biri “Pensilvanya’dan da aradılar” cümlesiydi. Baykal ismini vermedi ama Pensilvanya denince akla gelen kişi Fethullah Gülen’dir ve Baykal Gülen’e teşekkür etmiştir.
Fethullah Gülen’e en yakın isimlerden biri olan Hüseyin Gülerce de katıldığı bir canlı yayında “Baykal’ın istifasını yiğitlik olarak” değerlendirdi.
Bana göre Pensilvanya bağlantısı Baykal’ın istifasından bile önemlidir.
Aldığım bilgiye göre Fethullah Gülen, Baykal’ı arayarak “geçmiş olsun” diyor. Baykal bu ilgiden memnuniyetini belirttikten sonra “Şimdi bunun için F tipi, Pensilvanya kaynaklı diyenler de çıkacaktır” ifadesini kullanıyor.
Fethullah Gülen de bunun üzerine “Sizi temin ederim ki bunun bizimle hiçbir ilgisi yok, tam tersine bizi de çok üzdü” karşılığını veriyor.
Baykal da aldığı bu bilgiden çok memnun olduğunu belirtiyor.
Durum çok ilginç.
Birincisi Fethullah Gülen, bir fırsatı kullanıp “kaset olayı ile ilgilerinin olmadığını” deklare ediyor. Tersten bakarsak, Gülen grubunun zaman zaman bu tür eylemlerin içinde olduğu izlenimini elde edebiliriz.
Demek ki başka olaylarda Fethullah Gülen’e bağlı çevrelerin parmağının olduğunu düşünmek çok da yanlış değil. Ama bu olayda Gülen’ciler yokmuş.
İkincisi, Baykal giderayak, AKP iktidarına çok destek çıkan Fethullah Gülen cemaatinden yardım ve destek görüyor. Baykal bunu karşılıksız bırakmayarak uzatılan eli tutuyor.
Kaset skandalı ve komplosu sonucunda AKP iktidarı en önemli desteklerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalabilir.
Fethullah Gülen cemaatinin Amerika’nın etkili yerleriyle ilişkisi göz önüne alındığında Amerika’nın da Tayyip Erdoğan konusunda kuşkular duymaya başladığı yorumunu çıkaranlar olursa şaşırmayın derim.
Sonucu tekrar yazıyorum: Gülen’in Baykal’ı araması istifa haberinden bile önemlidir. Çok ilginç gelişmelere herkes hazır olmalı.
*****
Gürsel Tekin’e dikkat
Şimdi sıra CHP’de kimin başkan olacağında. Yeni genel başkan “emanetçi” mi olacak yoksa “CHP’yi sırtlayıp götüren” yeni bir isim mi?
Önümüzdeki günlerde bunun cevabını bulmak o kadar kolay değil. Çünkü CHP şu anda çok karışık. Kimsenin ne karar verme ne de fikir açıklama gücü var.
Pek çok kişinin “doğal” olarak beklediği Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlık koltuğuna oturması. Ancak Kılıçdaroğlu aday olmak istemediğini söylüyor. Açıkçası ben de Kılıçdaroğlu’nun bu role soyunacağını sanmıyorum.
Çünkü; Baykal çekildi çekilmesine ama, eğer kaset olayı sahte çıkarsa kahraman olarak geri döner. Kılıçdaroğlu da bunu göze almaz.
Ancak CHP İstanbul İl Başkanı Gürsel Tekin’i herkesin dikkatle izlemesi gerektiğine inanıyorum. Tekin şu anda ortaya çıkıp genel başkanlık için aday olmaz.
Ancak bu kurultaydan sonra, Baykal’ın da bir daha dönemeyeceği gerçeği ortaya çıkarsa Gürsel Tekin adının çok önem kazanabileceğini düşünüyorum.
Dünya, Baykal’ın istifasını flaş haber olarak duyurmuş. Anlaşılan koltuğu bıraktığına onlar da inanamadı! (Gani Yıldız)
CAN ATAKLIYiyin şimdi birbiriniziManşet ortağıydılar, bir ‘lojistik’ hatası maskelerini düşürmeye yetti. Taraf, generallere tazminat ödemeye mahkum edilen Vakit’e destekte bir gün gecikince eteklerindekiler bir bir döküldü: Seviyesiz! Alçak! Ahlaksız!
Hem her türlü sapıklıktan hem de siyasal dincilikten taraf olanların gazetesi ile türlü sapıklığı “din”i kullanarak meşrulaştırmaya çalışanların gazetesi için bulunmaz bir ittifak fırsatıydı…
Generaller kazanmıştı!
Ortada hem bir “TSK”, hem de bir “yargı” mağduru vardı…
Ballı börek; ister sağdan çak; ister soldan…
İster orduya çullan, ister hukuka…
İstersen de “TSK’nın emrindeki
yargıçlar listesi” yayınla, bir kalemde bitir işi…
Bir taşla iki kuş…
Derken…
Umulmadık bir şey oldu; taş sekti; önce atana, sonra her attığına alkış tutana çarptı…
Hoş, sonuç değişmedi; yine bir taşla iki kuş…
Ha belki kuşun cinsi değişmiştir; şahin değil de ağaçkakan belki, kartal değil de yarasa, güvercin değil de karga belki…
Bilemiyorum…
Servis kavgası
Bildiğim Vakit’in aşağılayıcı ifadelerinden dolayı 312 generale 1 trilyon 800 milyar ödemeye mahkum olduktan sonra Taraf’tan destek beklerken “Alçaklık vakti” manşetiyle ağır bir darbe aldığı…
Taraf, Baykal’a ait olduğu iddia edilen görüntülerin yayımlanmasıyla ilgili olarak “Vakit gazetesinin internet haber sitesi haber vakti.com seviyesizce bir iş yaptı, gizli kamera görüntülerini servise koydu” deyince…
O güne kadar Taraf’ın manşet ortağı olmaktan pek memnun gözüken Vakit veryansın etti:
“Yayın hayatına atıldığı günden beri kendisine servis edilen kasetleri yayınlayarak gündeme gelen Taraf gazetesinin, Baykal’ın malum görüntülerini haber olarak görmeyişp, bir de Vakit’i “alçakça” suçlaması, nasıl bir çelişki içinde olduğunu gözler önüne serdi…”
Buyrun cenaze namazına…
Halbuki bir gün, sadece bir gün dayanabilseydi Vakit; istediği desteği alacaktı Taraf’tan.
Ahmet Altan itiraf etti dünkü yazısında;
“Tam destek olamadığımız için özür dileyecektim ki Vakit’ten..”
Olanlar oldu…
Tezgahın perdesi yırtıldı
Maskeler düştü; sana “servis” edilince haber de bana edilince “alçaklık” mı feryadının damgasını vurduğu “servisi paylaşamama” kavgası başladı.
Deniz Baykal, istifasını açıklarken “Olay sonrasında sergilenen, sözde iyi niyetli, yapay tavırlar, üzüntü beyanları perde arkasındaki tezgahı örtmez” dedi ya…
Tam yerine rast geldi…
Tezgahçılar dalaşı bu tonda sürdürürse, ortada ne perde kalacak, ne maske…
Kendi kapılarının önüne kendi attıkları çamurları yine kendileri temizlemeye çalışsınlar bakalım; geride bir şey kalacak mı?
***
İşi çirkefe döküyorlar
Ahlak veya etik tartışması yapmanın asgari koşulu, tartışmanın temel kaygısının bizatihi ahlak veya etik kaygılar, akıl yürütmeler olmasıdır. Bu açıdan, merkezinde CHP Genel Başkanı’nın bulunduğu skandalın, ahlaki zeminde tartışmasını yapmak mümkün değil.
Bu skandal, içinde bulunduğumuz
siyasi krizin tırmanış eğrisinde gelinen son nokta.
Kıran kırana bir mücadelenin, belden aşağı vurma yöntemlerini devreye soktuğu bir ortamda ahlaki bir tartışma yapılamaz.
Böyle bir ortamda en çok yaralanan ahlaki veya etik değerler ve kaygılar olur.
(…)
İkiyüzlülük, diz boyunu aşar, boğaza dayanır. Ve inanın, nihayetinde hepimiz böylesi bir çirkef içinde boğulur kalırız.
(…)
İçinde bulunduğumuz siyasi krizin hepimizi boğacağı gerçeğini görmezden gelmekte ısrar devam ediyor. Ettikçe,
işler sarpa sarıyor, sardıkça, iş çirkefe
dökülüyor, siyasi kriz, en sefil düzeyde, ahlaki krize dönüşüyor. Bundan kimse hayır ummasın.
Tarzını, içeriğini beğenelim veya beğenmeyelim, demek ki, CHP gerçekten, etkili muhalefet yapmaya başladı. Yoksa, bunca yıl sonra bir kaset çıkmaz, Baykal bunca hedef olmazdı. Benim bu olaydan anladığım budur. Parti bu olay karşısında ne tavır alır, Baykal ne yapar bilemem. Bildiğim, sosyal demokratların yıllardır, Baykal’a ilişkin sızlanmaları ve suçlamalarına karşın, halihazırda Baykal’sız bir CHP’nin belinin büküleceğidir. Belli ki, kasetçiler de bu gerçeği gayet iyi biliyormuş ki, iyi bir zamanlama ile devreye girdiler. Çok çirkin, çok yaralayıcı, çok umut kırıcı!
l Nuray Mert / Hürriyet
***
Zemini yaratan AKP
O görüntüleri AKP çektirtmedi; yayımlatan da değildir. Lakin; yayımlanacağı bir ortamı yaratan bu hükümettir. Yayımlayanlar; cesareti; bu hükümetin Ergenekon davasında sergilediği, yasadışı dinlemelere hoşgörülü tutumundan aldılar. AKP hükümeti; özel hayatın gizliliğini; soruşturma bahanesiyle yerle bir etti. Anamı seven kadı ise kime şikayet edeyim.
l Rıza Zelyut / Güneş
***
Gizlemeci
gazetecilik
“Cami bombalama”, “kendi jetini düşürme” gibi iddiaların da yer aldığı 11 ve 17’inci CD’lerin “gerçek olmadığı yönünde kuvvetli delillerin bulunduğu; içeriklerin değiştirilmiş olduğu” anlatılıyordu. Tokat’taki terör saldırısına, genç öğrenci Serap’ın ölümüne ve zavallı anacığının onun yanıklarını tedavi umuduyla “kendi derilerini feda etmesine” neden olan PKK’nın molotof kokteyline, kamyondaki bomba ve suikast iddialarına, Güneydoğu’daki mayın döşeme ve karakol saldırılarına daha ilk anda canının istediği anlamı yükleyerek yazan ve PKK’nın üstlendiği olayları bile çekinmeden günlerce TSK’ya mal eden, gerçek ortaya çıktığında ise bunları kendisi yapmamış gibi yoluna devam eden gazetede o olaylar gibi günlerce manşetlerden yayımlanmadı. Hatta hiç yayımlanmadı.
Bu haber Cuma günü gazetelerinde yoktu ama sürmanşette orduya karşı tepki yaratacak bir haber bulunmuştu. Cumartesi de yoktu ama manşet üstünde yine orduya tepki yaratacak bir haber vardı. Dürüst habercilik; istediğin şeyler söylendiğinde günlerce manşetten yayımlamak, kurumları suçlamak, hesap sormak, istemediğin durumları ise gizlemek midir? l Ruhat Mengi / Vatan
***
Hükümetin işi
üzülmek değil
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ’Maalesef siyasilerin de başına böyle olaylar geliyor!’diyerek aslında tarihi bir gaf yaptı. Anlaşılan bu ülkenin en yüksek makamında oturan Cumhurbaşkanı bile Türkiye’nin kim olduğu bilinmeyen bir şebeke tarafından korku toplumu haline getirilmesini adeta kabullenmiş… (…) Bugün hemen herkesin telefonlarının dinlendiği paranoyası yaşaması şebekenin başarısı, hükümetin de üzüntülerini bildirirken ne kadar başarısız olduğunun en net kanıtıdır. Hükümet üzülmez, istese varolan bütün imkanlarıyla bu olayın üzerine gider ve sorumlularını deşifre eder.
Tarihin en büyük davası olarak bakılan Ergenekon’un ek klasörleri yasadışı yolla elde edilen görüşme kayıtlarıyla dolu. İki kişi arasındaki özel görüşmeler, içeriğine bakılmaksızın, dahası davayla ilgili olmasa da yandaş gazetelere defalarca sızdırılmadı mı? Hükümetin aleyhinde yazan, konuşan pek çok kişi bu gazetelerin manşetleriyle hedef gösterililip deşifre edilmeye çalışılmadı mı? Kendi kayıtlarına haklı bir öfke ve tepkiyle yaklaşan Başbakan Erdoğan ve kurmaylarının diğer sızdırmalar karşısında ise seyirci kalmakla yetinmesi düşündürücüdür. Cumhurbaşkanı’nın gafı şebekenin ne kadar kuvvetli olduğunu, nasıl sindirdiğini anlamak açısından daha da ürkütücü. Bu ülkenin bir yurttaşı olarak seçilmiş hükümetin bu şebekeyle savaşabileceğine dair herhangi bir umudum yok. l Oray Eğin / Akşam
***
Küllerinden dirilmenin sırrı
İbrahim Arıkan’ın yeni çıkan “Ya Yenilenirsin ya da Yenilirsin” adlı kitabında son altmış yılda Türk halkının yaşadığı krizlerin listesini veriyor: 1948 Krizi: İkinci Dünya Savaşı’nın getirdiği koşullar, 1954 Krizi: Kore Savaşı ve onun getirdiği fiyat artışları, (…) 1979 Krizi: Petrol fiyatlarının yüzde 100 artması (…) 2007 Krizi: Amerika’da başlayıp dünyaya yayılan kriz.
Bugün Yunanistan’a el uzatan ve onun uçurumdan aşağı yuvarlanmasını önleyen Batılı ülkelerin bu krizlerde Türkiye’nin yüzüne bile bakmaması. Türkiye’yi yapayalnız bırakması. Dahası üç kuruş borç vermek için inim inim inletmesi, en yüksek faizi uygulaması.
Ama Türk toplumu o kadar sabırlı ve dirençli ki…
Bir de tarihten gelen yardımlaşma geleneğinin var olması…Akrabanın akrabaya, komşunun komşuya, varlıklının yoksula kol kanat germe hasleti. Yani Batılılarda olmayan ve onların anlamakta zorlandığı vicdani özellik… Bu sayede Türkiye uçurumun kenarına kadar geldiği bütün krizlerden kendi çabasıyla kurtulmasını becermiştir. Koca imparatorluğu kaybedip emperyalist ülkeler tarafından toprakları paylaşılan bu toplumun, Kurtuluş Savaşı mucizesini yaratması ve küllerinden yeniden dirilmesinin sırrı da buradadır.
Tufan Türenç / Hürriyet
Balbay’ın suçu itirafçılık raconuna uymamakmış
Yeni itirafnamesinin “PR”ına kendi gazetesinden başlayan ve ilk promosyon adımını Devrim Sevimay’a verdiği röportajla atan Hasan Cemal’in incilerini, umarım kalp, ülser, tansiyon hastaları, zona gibi strese bağlı enfeksiyonlara kapılma potansiyeline sahip kişiler okumamıştır. Şahsına münhasır, her durumda zeytinyağı gibi üste çıkma deneylerini kimi bünyeler kaldıramayabilir çünkü…
Dumura uğrama ihtimalinizin yüksek olduğu bölümlerden birini paylaşayım fikir versin:
“Balbay’ın hatası günlük tutmak değil, gazetecilik mesleğinin sınırlarının dışına çıkmak. Ama tabii günlük tutmuş olması da ayrıca bir başka vahim nokta.”
Tam “Yahu senden ala darbe günlüğü yazan mı var memlekette” diyecek oldum, baktım onu da itiraf etmiş zaten: “Ben günlük tutsam çok daha fazla vahim ayrıntılar olurdu. Ama değil günlük tutmak, 12 Mart öncesinde yaşadıklarımızı biz uzun yıllar kendi aramızda bile konuşmadık. Çünkü konuşsaydık, hele de günlük tutup 12 Mart’ta o günlük ele geçseydi, belki de 9 Mart Madanoğlu davasından öyle kolay kolay beraat edemezdik.”
Balbay’ın aylardır çoğu insanın merak ettiği o büyük suçunu öğrenmiş olduk böylece; meğer işin raconunu bozmuş! Marifet bir gazeteci olarak kimle ne konuştuğunu, yahut ne düşündüğünü açık açık yazmak değilmiş… Marifet, her türlü filmi fırıldağı çevirdikten sonra, bütün bunları kendi hafızandan bile silebilmek, kendi benliğine karşı bile “demokratçılık” oynayabilmekmiş! Anlayacağınız Cemal’e göre darebeciliğin “karda yürüyüp izini belli etmeyeceksin” kuralını ihlal etmekmiş Balbay’ın en büyük suçu… Liberal faşist düzende, hakikaten müebbet kere müebbetlik değil mi!..
MİNİ YORUM
Ceza değil ihlal rekoru olamaz mı
Star gazetesi Sorumlu Yazıişleri Müdürü hakkında “gizliliği ihlal” gerekçesiyle açılan 206 davada 700 yıl hapis cezası istenmiş. Tepki büyük; iddianamede yazılanları haber yapan gazeteci neden suçlu oluyor diyorlar. 1- 2 değil; 206 dava. Kimse sorgulamıyor bu 206 haber/yorumda, adı üstünde “iddia” olan bilgi ve belgeler ne şekilde sunuldu? Maksat habercilik miydi yoksa haberciliği kullanıp kişi ve kurumları linç mi?
SELCAN TAŞÇIYENİÇAĞ -İlk kurşun
Baykal komplonun rövanşını fena aldıTÜRK siyasal yaşamında pek çok istifa var, ama böylesi bir ilk.
CHP Tüzüğünün 4. maddesinin başlığı Siyasal Yaşam Anlayışı. Bu maddenin son paragrafı şöyle:
“Toplumsal ve siyasal yaşamda erdemli olmak, erdemliliği savunmak, korumak ve gerçekleştirmek Cumhuriyet Halk Partili olmanın önkoşuludur.”
CHP’li olunca, erdemli olacaksın, erdemli olmayı savunacaksın.
Erdem ne demek? Sözlüğe göre, ahlakın övdüğü doğruluk, iyi olma, demek.
Deniz Baykal o iğrenç kasedi, dün komplo olarak niteliyor, yine de parti tüzüğünün bu kuralını yerine getiriyor ve istifa ediyor.
Daha önce, benzer skandallar nedeniyle istifa etmiş siyasiler var. Ama, bir parti genel başkanı yok. Baykal bir ilk.
DOĞRU OLSA BİLE
Baykal son on yılda Türk sosyal demokrasisinde çok tartışılan bir lider.
Baykal CHP’de hiç kimsenin kendisine rakip olmasına imkan bırakmıyor. Onca seçim yenilgisine ve hatta CHP Meclis dışında kalmasına rağmen, yine de genel başkan kalmakta direniyor.
Şimdi istifası Yunan tragedyalarını andırıyor. Çünkü, istifası hiç bir olağan siyasal kalıba sığmıyor.
O iğrenç kaset doğru olsa bile, Türk siyasal yaşamında bir muhalefet liderine yapılan eşi görülmemiş bir komplo.
Komplo hırsı muhalefet liderine kadar uzanıyorsa, bu ülkede artık hiç kimsenin güvencesi yok. (Bu cümleyi son yıllarda farklı olaylarda ne kadar çok kullanıyoruz).
Komplonun zamanlaması müthiş:
1- CHP yükselişe geçmiş, AKP ile aradaki puan farkını iyice kapatmışken;
2- Ülke kritik bir anayasa referandumuna giderken;
3- CHP kurultaya hazırlanırken.
AKP TÖHMET ALTINDA
Buna rağmen, Baykal kendisine kurulan komplonun rövanşını fena alıyor.
1- Kendisine dönük spekülasyonları sona erdiriyor.
2- Bu olaydan dolayı, CHP’nin kaybedebileceği oyları fazlasıyla geri alıyor. CHP’ye güven tazeliyor.
3- Basın toplantısında dile getirdiği suçlamalarla, iktidarı töhmet altında bırakıyor. Bundan sonra hükümet o kasedi kimin, nerede, ne zaman ve neden çektiğini, kasedi kimin piyasaya sürdüğünü ortaya çıkarmakla yükümlü.
O kasetle birileri belli hedefler belirlemiş olabilir. Ancak, Baykal istifa ederek, o hesapları püskürtüyor.
Komplo belki Baykal’ı siyasal yaşamdan tasfiye amacına ulaşıyor, ama istifadan sonra konuştuğum sekiz, on CHP il başkanını çok daha bilenmiş olarak görüyorum.
Şimdi bir başka kazan kaynamaya başlıyor. Yeni genel başkan kim olacak? Ortaya atılan ilk isimler arasında Yılmaz Büyükerşen ile Kemal Kılıçdaroğlu var.
YALÇIN DOĞANTeşekkürler Deniz Baykal... Size yakışanı yaptınız!Deniz Baykal’a ait olduğu iddia edilen gizli kamera görüntüleri internet sitelerine düşünce...
Ve Baykal çıkıp o görüntülerin kesinlikle kendisine ait olmadığını söylemeyince...
Baykal’ın istifa etmesinin şart olduğunu yazdım!
Aksi halde bu görüntülerin CHP’de büyük yaralar açacağını söyledim.
Bu yüzden de dört gün boyunca Baykal’cı CHP’lilerin hedefi oldum.
Bugüne kadar tüm yazdıklarımı, sergilediğim gazetecilik tavrını bir kenara koyup beni “satılmışlıkla” suçlayanlar bile çıktı...
Peki; sonuç ne oldu?
Baykal istifa etti! Yani haklılığımı teslim etti!
İstifa ederken de herkesle helalleşti...
Ben de dört gün boyunca bana hakaret edenlere sesleniyorum:
Hakkım size bile helal olsun!
Baykal, istifasını açıkladığı konuşmada:
“Hukuk dışı bir tertip”ten...
“Haneye tecavüz”den...
“Duvarlara, eşyalara gizli kameralar yerleştirilmesi”nden...
“Gizli çekimlerle insanların en korunaksız görüntülerinin çekilip, montaj yapılması”ndan yakındı.
Ama...
“Böyle bir şey asla olmadı. Benim Nesrin Hanım’la hiçbir ilişkim yok” demedi...
Elbette; o görüntüleri çeken, montajlayan, servis eden ve yayınlayanların ahlâkları ve amaçları sorgulanmalı...
Elbette; peşlerine düşülmeli...
Elbette; bunu yapanlar Baykal’ın iddia ettiği gibi “iktidar” da bile olsalar hak ettikleri cezaya çarptırılmalı...
İyi de:
Tüm bu kalleşlikler; Baykal’ın o görüntüleri inkâr edemediği gerçeğini değiştirir mi?
Bu durumda onun da ilişki kurduğu bir insanı sekreterlikten milletvekilliğine terfi ettirmesinin hesabını vermesi gerekmez mi?
Bu acı gerçeği dile getirmek; nasıl olur da “komploculara itibar etmek” olarak gösterilebilir?
Yine de Baykal’ı kutluyorum:
Çünkü istifa etme erdemini göstererek, bu görüntülerden siyasi çıkar umanları ters köşeye yatırdı.
Koltuğa yapışıp kalmayarak; özel yaşamının daha da fazla kurcalanmasının önüne geçti.
Şimdi ona düşen görev, dün açıkladığı onurlu kararın arkasında durmak ve kendi siyasi geleceklerinin derdine düşen yakın çevresinin “Kurultay’da yeniden aday ol” çağrılarına aldırmamaktır.
Bunun aksini yaparsa ve “Ne yapalım, partimin tabanı beni göreve çağırdı” diye dönerse; dünkü istifanın “kamuoyunu yatıştırmak için bir tertip” olduğu düşünülür...
Bu da işte asıl o zaman hem kendisini, hem de partisini bir daha asla dirilmemek üzere bitirir!
BAYKAL!
Baykal’ı son yıllarda çok fazla eleştirdim ama...
Onun yurtseverliğinden...
Laik, sosyal, demokratik bir hukuk devletinden yana olduğundan...
Liderlik özelliklerinden...
Hatipliğinden...
Cesaretinden...
Asla kuşku duymadım.
Ben sadece “dar kadrocu” anlayışını...
Partinin önemli görevlerini; sırf kendisine yakın durdukları için yanlış ve sığ adamlara teslim etmesini eleştirdim.
Kendisine yaşamının bundan sonraki bölümünde huzur ve mutluluk dilerim!
GÜNÜN SORUSU
Baykal’ın malûm görüntüler yüzünden istifa etmesi CHP’yi ilk kez “mağdur ve mazlum” pozisyonuna soktu...
Bugüne kadar bu rolü üstlenen ve bu sayede büyük oy desteği alan AKP, CHP’nin bu yeni konumundan çekiniyor mu?
‘Özel hayat’ın ötesi!
Deniz Baykal’ın istifasından sonra bile hâlâ çok sayıda partili ve gazeteci; ona ait olduğu söylenen görüntülerin “özel yaşam”a girdiğini, bunun üzerinden yorum yapmanın bile abes olduğunu söylüyorlar.
Gerekçe olarak da “özel hayatın mahremiyeti”ni gösteriyorlar.
Evet; özel hayatları, sadece insanların kendilerini ve ailelerini ilgilendirir.
Ama...
Baykal olayındaki fark, olayın ikinci kahramanının kimliği...
Eğer o kadın, bizzat Baykal tarafından milletvekili seçtirilen Nesrin Hanım değil de “x hanım” olsaydı; ben de öyle düşünürdüm ve “Canım bu konu sadece eşini ilgilendirir” derdim.
Oysa... Değil!
Bu ilişkinin bir de “çıkar sağlama” boyutu var.
Zaten benim günlerdir bu konuda yazmamın tek nedeni de bu!
MUSTAFA MUTLU