Denmedik ne kaldı? Büyüklere Masallar
Denmedik tek bir söz bile kalmadı!
Tehlike geliyor, geliyor, geliyor dendi...geldi.
Şunlar, şunlar olacak dendi...oldu.
Daha böyle böyle yapılacak, sırada bunlar da var deniyor...
Demek ki böyle giderse onlar da olacak...
Onursal Cumhuriyet Başsavcımız:“... Yazarak hiçbir şeyin düzelmediğini ve düzelmeyeceğini anladım. Ben de şu satırları bitirdiğim an kalemimi kıracağım...“dedi ve kırdı.
Asker eşleri savunma yapıyorlar. Ata’ya şikayete gidiyorlar.
O kadar şaşırmışlar ki, mahkeme televizyondan naklen verilsin, millet görsün haklılığımızı, bu talebimizi ilettik bile diyebiliyorlar...Yargıya, yasalara saygılarından, devlete saygı geleneğinden böyle söylüyorlar mutlaka...İyi niyetle söylüyorlar. Ama karşılarındaki çığırtkan korosu, sahibininsesi korosu o zaman neler demez, neler yapmaz bir düşünselerdi keşke...
Düşünebiliyor musunuz olmayan bir olaydan suçlanan, daha doğrusu bulunan bir bahaneyle başlarına çuval geçirilmek istenen „Kahraman Ordumuzun Generalleri, Amiralleri...“ bir suçluymuşlar gibi yargılanacaklar ve biz evlerimizde onları seyredeceğiz. Ne dediler, nasıl ayakta duruyorlar, nasıl hesap veriyorlar diyeceğiz ha? Bunu kim içine sindirebilir? Kim dayanır buna kim?
Değerli komutanlarımızın eşleri, „adil yargılanma“ istiyorlar...İşlenmemiş bir suçun adil yargılanması olur mu? İşlendi desek diyordu eski bakanımız Yaşar Okuyan geçen gün, „Velev ki işlendi, aradan şu kadar yıl geçmiş... Delilleri toplarsın, mahkemeyi açarsın, mahkemeye çağırırsın...Orduyu bu duruma getiremezsin!“
Bu kahramanlar orası normal bir mahkeme mi ki yargılanıp beraat edecekler? Bir davanın duruşması yüzüncü duruşmayı aştı. Birinin iki yüze yaklaşıyor. Üç- dört yıldır sürüyor...Böyle giderse otuz kırk yıl sürer diyorlardı ki, Ümit Özdağ burasını aydınlattı. AKP teröristbaşıyla anlaştı dedikten sonra olacakları madde madde saydı:
“Abdullah Öcalan’ı da kapsayan bir genel af çıkarılacaktır. Bu arada bitirilmeyen Ergenekon davaları ve balyoz davaları sanıkları da genel aftan faydalanacaktır.”
Bunu başkalarından da duyuyorduk televizyon sohbetlerinde ama ilk kez böyle değerli bir siyaset bilimcimiz tarafından açıkça ilân edildi.
Çapulcularla bir ülkenin kahramanlarını aynı kefeye koymak...
Askerler çıksın diye terörist affına göz yumdurtmak...Akla bakın akla...Akıllara sezâ...
Ülkemizin gözbebekleri, en şerefli insanları savunmada... Bu arada başkalarıyla da uğraşılıyor. Bir hastaneyi üniversitesiyle ele geçirmek ve değerli kurucusu Profesör Haberal’ı alaşağı edebilmek için, bu örnek hastaneye el koyabilmek için sinekten yağ çıkarırcasına Ecevit’in eski hastalık raporlarını inceleyip eksik tedavi olabilir diye sudan bahaneler yaratıyorlar...
Sadece yüksek komutanlarımız, komutanlarımız, subaylarımız, askerlerimiz mi hedefte? Bu iş için önceden hazırlanan ve ne tesadüftür ki tam bu tertibin düğmesine basıldığında kullanıma hazır olduğu anlaşılan, yeni bitirilmiş, ucu bucağı olmayan koskocaman, ülkemiz tarihinde bir benzeri olmayan, ülkemizi kana bulayan teröristler için bile düşünülemeyen bu „ Silivri Toplama kampına“ sivillerimiz de getirildi. Milliyetçi, yurtsever yazarlarımız, parti başkanlarımız, iktidara muhalefet yapan televizyon kurucularımız, üniversite rektörlerimiz, ilim insanlarımız..Hattâ, Sen bu „olmayan hayali örgütün kasasısın!“ diye buraya atılan ve orada hayatını kaybeden sıradan vatandaşlarımız bile oldu...
Aylardır hiç bir terörist davası, terörist duruşması, yargılanan ceza alan terörist adı duymadık. Bölücüler, vatan hainleri, devletine silah çekenlerin, kan dökenlerin bir arada toplandığı böyle bir hapishane bile duymadık!
Ne duyuyoruz?
Sekiz yıl önce düşünüldüğü varsayılan bir darbe.
Kimler miymiş bunlar?
Terörle mücadele eden, irticayla mücadele eden, yani Cumhuriyetimizin bu iki düşmanıyla mücadele eden, canını vatanına adamış, bütün dünyanın çekindiği, saygı duyduğu şerefli kahramanlar...
Düşünüldüğü varsayılan, eyleme geçirilmemiş, en azından bu yönde tek kanıtı olmayan bir davada milletin ordusu gözümüzün önünde tasviye ediliyor...
Bir kişi değil, üç kişi değil...
Son tutuklama kararında adı geçen komutanların sayısı: 163
Hem o 163 sayısı da nedenmiş duydunuz değil mi? İrticayı cezalandıran , Özal’ın kaldırttığı eski 163. maddeye atfen bu sayıyı plânlamışlar...Bu maddenin intikamıymış...
Amirallerimize saldırının altında da Amerikan’ın eski gemilerini artık almamaları, milli bir duruş sergilemeleri gibi küreselcilerin oyununa taş koymaları varmış yüksek komutanlarımızın...
Bütün bunları herkes duyuyor da ne yapıyor?
Muhalefet ne dedi, Ordu tasviye edilirken? “Saygılıyız…Kaygılıyız…Endişeliyiz…”
Başka? “Sayın falanımız şöyle demiş...Sayın filanın dediğini araştırmışlar da… Bakmış görmüşler de…Seçimlerde…mış muş…
Anlı şanlı basınımız ne diyor bu duyduklarına:
“Aman efendim, sepet efendim…Zebra şöyleymiş …Kanun böyleymiş…”
Hiç kimse açık açık”durumumuz budur!” demiyor. Lâf olsun torba dolsun…misâli…Kalemini kıran Cumhuriyet Başsavcımızın şu sözlerinden sonra söylenecek ne kaldı? Vural Savaş açıkça dedi ki:
“… Cumhuriyetimiz korunamaz hale gelmiştir.
Bu yüzden pervasızca son vuruşlar yapılıyor. Kanser, tüm organlarımıza yayılmış… Artık ameliyat ve kemoterapiyle bile Türkiye Cumhuriyeti’nin eski sağlıklı günlerine dönmesine olanak yok artık. “
Yer yerinden oynamalıydı bu sözler dendiğin de... Bu sözler basınımıza bomba gibi düşmeliydi. Her yerde tartışılmalı, ne var, ne oluyor denmeliydi…Sabahlara kadar televizyonlarda bu konuşulmalıydı…
Oysa ne tartışılıyor? “Van Denizi denmez, Van Gölü değil, Van Denizi…”
Vatanın milletin hakkını koruyan siyasetçi kalmadı mı? Var. İşte onlardan biri olan Yaşar Okuyan, konuşabildikleri tek büyük televizyon kanalı olan „Ulusal Kanal“dan, feryat ediyordu geçen gün:
„...Santral yapmaya başladıkları derelerin hepsi kurudu. Rize’de...Karadeniz’de...Her yerde...
Karikatür yapan sorguya!
Konuşan gazeteci içeri!
İşadamına hemen tehdit!
Arabana bir CD koysalar tamam!
Seçime gidiyoruz. Hangi şartlarda?..”
Devlet sınırları içinde yaşayanların can, mal, sosyal güvenliğini sağlar. Hakkını, hukukunu ayırır, korur...
Bir haksızlığa uğrasam devlete sığınırım. Devlet bana haksızlık yaparsa?..”
…….
Başkalarını bilmem ama benim de sözüm bitti galiba. Nedense son günlerde aklıma hep o çok bilinen ünlü çocuk masalları geliyor. Kurt masalları, tilki masalları… Kendi kendime anlatıp duruyorum.
Neye geliyor, ne alâkası var demeyin, gelemez mi?
Hele bir tanesi hep dilimin ucunda:
Kurtla kuzunun masalı. Duymayan bilmeyen yoktur:
„Kurt ormanda gezinirken kuzuyu pınarın başında su içerken görmüş. Zaten günlerdir onu takip ediyormuş. Dere başına çıksa da, yakalasam, yesem diye…
Yukardan seslenmiş:
„Suyumu bulandırıyorsun. Cezanı vereceğim!..“ Kuzu şaşırmış. Kendini savunmuş hemen: „Sen üst taraftasın, ben suyun alt yanında…Senin suyunu nasıl bulandırırım?“ Kurt paylamış kuzuyu:“ Bu dediğim bahane, yoksa anlamadın mı ?
Sen suyu ister bulandır, ister bulandırma. Seni yemeyi çoktan aklıma koydum, şunu bir anlasana!“
( Minareyi çalmak isteyen ona kılıf uydurur)
Aşağıda diğer yazdığım öyküler de böyle...İyi bildiğiniz, duyduğunuz öyküler. Bunları kendi anlatımımla yazdım. Aklımda kaldığı gibi...Altlarına da gerekmez ama yine de yardımcı olsun diye yorumlar uydurdum ...Madem söz bitti. Ne dendiyse dendi. Hepsini duyduk, dinledik...
Hele son üç yıldır neler olduğunu ve olacağını sağır sultan bile duymuş olmalı…
Duyan duydu da ne oldu?« Aynı hamam aynı tas. »Korkumuz : Bir kaç ay sonra ise, « Sen sağ, ben selâmet. »denmesi…
İşte bu günlerde dilimin ucuna geliveren öyküler: Hepsi hayvanlar üzerine…Yedi masal. Hayvanlar üzerine ama insanların başından geçmiş gibi deriz biz böyle masallara.
Belki bir faydası olur…Olmaz olmaz demeyin.
Neden olmasın?..
Arslanla Kurbağalar
Arslan, pınardan su içerken pusuda bekleyen avcının kurşunuyla yaralanır. Kurşun arslanın derisini sıyırtıp geçer, derisini kanatır ama hayati tehlikesi yoktur.
Arslanın yaralandığını gören bataklık kurbağaları hep bir ağızdan vıraklamağa başlarlar. Arslan der ki:
Bu yara beni öldürmez ama koparılan bu kepaze yaygara öldürür...
( Önemli olan, tuzağa düşmemek, kepazelere bu fırsatı vermemektir)
Arslan,Tilki ,Eşek
Tilki ile eşek arkadaş olmuşlar, birlikte geziyorlarmış.
Karşılarına arslan çıkmış. Tilki hemen bir kurnazlık düşünmüş, bana dokunmayın ben size eşeği kolayca teslim ederim, demiş. Arslan bakmış ki eşek nasılsa çantada keklik, „Gel dostum gel yanıma, teşekkür için yanağından öpeyim seni „demiş tilkiye. Zora düştüğü an hiç tereddüt etmeden arkadaşına ihanet eden tilkiyi bir lokmada yutuvermiş...
( İhanet eden kimseye yaranamaz, Ne Musa’ya,ne İsa'ya yâr olur. Sonunda cezasını çeker)
Tilki ile Maymun
Maymun ne yaptıysa yapmış ormandaki hayvanları kandırmış, kendini kral seçtirmiş. Hayvanlar işi gücü bırakmışlar, vur patlasın çal oynasın maymun gibi günlerini geçirmeye başlamışlar. Maymun’un soyuna sopuna bile bakmamışlar. Bu bizi idare edebilir mi? Kralımız olabilir mi? dememişler…Krallık tacını maymunun başına takmışlar, kral gibi giydirip kuşatmışlar. Artık maymunun yanına gururdan yaklaşılmıyormuş.
Milletin bu aymazlığı tilkinin çok gücüne gidermiş. Maymun’un maymun olduğunu anlamamalarına şaşarmış. Bir gün ormanda bir tuzak görmüş. Sevinerek maymunun huzuruna çıkmış: “Bir hazine buldum. O hazineyi almak sana yaraşır. Çok daha paran olacak. Sarayların olacak…
Maymun etekleri zil çalarak tilkinin dediği yere gelmiş. Çalılıkta saklı duran kutuya doğru uzanmış ki ayağı kaymış, altındaki kuyuya düşüvermiş…
Tilki gülmüş: İşte buraya kadar!
Şimdi herkese haber vereceğim, açgözlülüğünü göstereceğim.
Seni seçenlere ders olsun.
Sen kral falan değil, aç gözlü bir maymunsun!
(Başa geçirileceklerin önce kanındaki, vicdanındaki öz cevheri görmeli)
Geyik ve Köpek
Bir gün geyik yavrusu babasına sormuş:
Hep aklıma takılıyor baba: Büyüksün, heybetlisin.
Boynuzların kıvrım kıvrım, kılıç gibi…Bileğin sert, ensen kalın...O halde ;
„Sen neden köpekten korkarsın? „
Baba bunu duyunca şöyle bir duraklamış...Demiş ki:
Yavrum bunu ben de biliyorum ama elimde değil, ne zaman bir köpek havlasa ben ondan uzak dururum...
( Kimi kendi gücünü bilmez )
Arslan ile Yılan
Arslan ile yılan arkadaş olmuşlar. Birlikte gezerler, ailece görüşürlermiş…Bir gün nasıl olmuşsa olmuş arslanın yavrularından biri yılanla oynarken yılanın kuyruğuna kuvvetli bir pençe atmış. Yılanın kuyruğu dibinden kopuvermiş.. Yılan bunu onun yanına bırakır mı? Hemen dönmüş, yavruyu ısırarak zehirlemiş, öldürmüş.
Ana arslan gelmiş. Bakmış ki yavrusu cansız yatıyor. Yılan da ağaca çıkmış inmiyor. Önce öfkeden, üzüntüden deliye dönmüş bağırmış... Sakinleşince yılana seslenmiş: „Gel aşağıya anlat nasıl oldu bu iş, bir dostuz sana bir şey yapmam!“ demiş.
Yılan aşağıya inmeden seslenmiş: „Bende bu kuyruk acısı, sende de bu evlât acısı oldukça biz artık dost olamayız. Beni kandırma!..“
(Kuyruk acısı geçmez, hele tarihteki kuyruk acıları hiç…)
Oduncu ile Azrail
Oduncu sırtında bir koca yük ormanda yokuş çıkıyormuş. Terlemiş, bunalmış, ah çekmiş…
“Yük çekmekten bıktım usandım, biraz sefa sürmek benim hakkım değil mi?..”diyerek isyan etmiş.
Sırtındaki yükü fırlatıp yere atmış:” Böyle yaşamaktansa ölmek evlâdır, Mevlâm canımı alsın!”diye yakarmış,
Tam o anda Azrail çıkagelmiş: “ Beni mi çağırdın işte geldim!”
Oduncu, Azraili çağırdığına çağıracağına bin pişman olmuş… Azrail’e şöyle demiş: “Evet, seni ben çağırdım, bu doğru, ama sadece, Acaba şu yerdeki yükümü sırtıma tekrar koyar mısın? diyecektim…”
( Umutsuzluğa düşüp teslim olmayın, sonra sırtınızdaki yükü arar hâle gelirsiniz)
Feza Tiryaki, 21 Şubat 2011
Ekleme: Yazıda geçen “Sahibininsesi” tanımlaması bir zamanların ünlü “Sahibinin Sesi” adlı müzik şirketine göndermedir. Son yıllarda “ talimatla hareket edenler, yandaşlar anlamında kullanılıyor bu söz.