Yirmi yıl önce bir araştırma vesileyle Japonya’ya gitmiş, toplam oniki hafta süreyle Osaka, Kobe, Kyoto, Tokyo ve Nagoya kentlerinde kalmıştım. Değersiz gözlemlerime dayanarak öncelikle belirteyim ki Japon insanının, Japon toplumunun çalışkanlığına, disiplinine, nezâketine, sorumluluk duygusuna ve vatan sevgisine hayran olmamak elde değil! Basit bir örnek:
Bir sabah Tokyo megapolünün Şiyoda ilçesindeki Nihon üniversitenin Türkoloji bölümüne gitmek üzere otelden çıkıp bir taksiye binmiştim. Pırıl pırıl otomobil taksi değil, tertemiz bir misafir odası sanki; koltuk başlıklarında bembeyaz dantel örtüler, İngilizce bilen gayet kibar şöför de diğer meslekdaşları gibi beyaz eldivenli.
Üç milyon otomobilin aktığı sabah trafiğine takılınca şöföre randevuma geç kalacağımı söyledim. Devri alem yapar gibi sık sık değiştirmek zorunda kaldığımız birkaç güzergâh üzerinden caddelere, sokaklara dala çıka nihâyet yarın saat gecikmeyle hedefe vardık. Sordum: “Kaç Yen?” Şöför ısrarla “sizi” dedi, “işinize geç getirdim. Para alamam. Şirketimden buna izin yok!” Ücreti kabul ettirinceye kadar epey dil döktüm. Parayı ancak taksi firmasının merkeziyle telefonlaştıktan sonra nihâyet kabul etti ve beni birkaç defâ beline kadar eğilerek selâmladıktan sonra bir kez daha özür diyerek nezâket içinde oradan uzaklaştı. Afallayıp kaldığımı anımsarım.
Aynı sâkin ve vakur davranışı denizin altında vuku bulan 9 büyüklüğündeki depremden sonra da görüyoruz. Neden olduğu devâsa Tsunami ülkenin kuzeydoğu sahillerindeki düzünelerle kasabayı yok edip haritadan sildi. Ortalık kilometreler boyunca harabeye dönmüş. Sayısız yerleşim yeri bir moloz yığını hâlinde! İlk ağızda onbin ölü, yaralı ve kayıptan korkuluyordu. Şimdilerde ise en az ellibin olasılığından söz ediliyor. Felâketin boyutlarını Türk ve yabancı televizyon kanallarında görüyoruz.
Gelince, üst üste geliyor. Depremin tetiklediği Tsunami deniz kıyısındaki altı reaktörlük Fukuşima nükleer santralini de vurdu. Nükleer yakıt hazinesini, yani reaktörün kâlbini soğutan suyun dolaşımı Tsunami yüzünden arızalanan jeneratörler nedeniyle durunca, önlem olarak kâlpten koruyucu dış hazineye yönlendirilen suyun yüksek ısıdan dolayı hidrojen ve oksijene ayrışmasıyla üç reaktörde kimyevî patlamalar oldu, birinde yangın çıktı, o söndürülürken dördüncüsünde de nükleer sızıntı meydana geldi. Faciayı önlemek için Japonya gibi ileri ve üstün teknoloji ülkesine galiba milletlerarası teknik yardım gerekiyor. Allah beterinden saklasın, bu yazıyı yazdığım sırada alev bacayı sarmış durumda. Mühendis ve teknisyenlerden oluşan, ölümü insanlık adına göze almış elli fedâi Japon sızıntıyı durdurmaya çalışıyor. Faturası ileride belli olacak ekonomik zarar da bu felâketin tuzu biberi. Filvaki Türk milleti de Gölcük ve Düzce yıkımlarını yaşadı ama Japonya’daki facianın büyüklüğünü ve çekilen ızdırabı oturduğumuz yerden anlayamayız.
Ama sivili olsun ya da siyasetçisi, Japon halkı kıyamet gibi bir yıkımı çığlık çığlığa bağrışarak değil, hafif mütebessim Buda heykelinden yansıyan ağırbaşlılık ve sükûnetle göğüslüyor. Gelin de hayran olmayın! Ancak:
- - bireyin düzenli çalışma alışkanlık ve disiplinini kendi kendine edinerek icraatındaki verimliliği de vatanı adına ciddiyet ve samimiyetle sorguladığı,
- devlet bütçesinden %12’lik bir payın eğitime ayrıldığı,
- 130 milyonluk nüfusta okur yazarlık oranının %99, okullaşma oranının çok yüksek, derslere devâmın zorunlu, mecburi eğitimin 9 yıl ve kişi başına düşen eğitim süresinin de 13 yıl olduğu bir ülkede ve dünyanın en iyi örgütlenmiş bir toplumunda gıpta edilecek bu ağırbaşlılık, dayanışma ve sükûnet doğaldır. Hiç kuşkusuz bu sayededir ki Hiroşima ve Nagazaki’yi bugün tanıyamazsınız. Birer nükleer bombayla iki kent tüm sakinleriyle beraber 1945 yılında yok edildi ama eğitilmiş kafa içindekiler asla! Oysa onlar için de bizim için de aradan aynı altmışaltı yıl geçti. Ya biz neredeyiz?
Mersin’in Gülnar ilçesi Akkuyu köyü ile Sinop’ta yapılacak nükleer santraller için sırasıyla müteahhit Rus ve Güney Kore firmalarından ne kadar ek güvence istenilirse istenilsin 1 , yadsınamayacak gerçek o merkezdedir ki 1979 yılında ABD’nin Pensilvanya eyâletindeki “Three mile island” nükleer santralında kalbin yarı yarıya erimesiyle meydana gelen vahim kaza; yüzbinlerce insanın ölümüne, ölmeyenlerin hasta ve sakat kalmalarına, çocukların da sakat doğmalarına neden olan ve geniş bir bölgeyi kirletip yaşanmaz hâle getiren Çernobil faciası ile hâlen de sonuçları şimdiden kestirilemeyecek Fukuşima felâketi nükleer enerjinin amansız yıkıcı güçler sergileyebilen doğa karşısında güvenilir olmak niteliğini kesinlikle kaybettiğini göstermektedir.
Gelecekteki feâketin boyutlarını anladığı için atom bombasının yapımında işbirliğini reddeden fizikçi Edward Teller (1908-2003) bombanın mucitlerinden Rober Oppenheimer’a (1904-1967) ilk bomba 1942 yılında Los Alamos’ta denendikten sonra “… you’ve finally succeeded in bringing the hell down onto earth. But will you, in the future, also be able to both keep it under kontrol and govern it at the same time? I doubt it! = cehennemi yeryüzüne indirmeyi en nihayet başardınız ama bakalım onu gelecekte denetim altında tutup aynı zamanda yönetebilecek misiniz de? Zannetmem!” demiştir 2 .
Evet, Türkiye’nin büyük bir enerji açığı var. Enerjisiz kalkınma da olmuyor. Ama kimi büyük devletin nükleer enerjiden önümüzdeki on yıl içinde çıkmaya hazırlandığı bir dönemde Sayın Erdoğan’ın Rusya ziyareti sırasında önce Istanbul’da sonra da Moskova’da ısrarla “nükleer enerjiden vaz geçmiyoruz. Aylara kalmaz, Akkuyu’da kazmayı yakında vuracağız” dediği üzere, Akkuyu ve Sinop atom santralarının yapımına ilişkin bu “dediğim dedik!” türünden ısrar neden? Milletin bilmek hakkı, hükumetin de bilgilendirmek sorumluluğu yok mu?
Haydi diyelim ki nükleer teknolojide insan hatası olasılığını en aza indirecek üçüncü kuşaktan en son model atom santralları yapıldı. Sonunun ne olacağı henüz belirsiz Fukuşima yıkımı karşısında bu mümkün değil ama bir an için deprem tehlikesini de bir kenara bırakalım. Ancak, hiçbir ileri teknoloji ülkesinin elli yıldır çözemediği ve de çözemeyeceği nükleer atığı depolama sorunu ne olacak? Kimi izotopu binlerce yıl etkin kalarak ölümcül kansorejen ışın saçan bu atık Türkiye’de nasıl ve nerede depolanacak? Söyler misiniz lütfen?, öğrenip de rahatlayalım!
Kısacası, nükleer felâket alimallah Pamukova’da devrilen sözüm ona “hızlı tren” kazasına benzemez. Son pişmanlık fayda etmeyeceği gibi henüz zaman varken sorun geri dönülmeyecek noktaya gelmeden bir kez daha etraflıca düşünülebilir. Yarınların her biri bir başka yeni gündür!
E. Fuat TEKÇE, 17 Mart 2011 - Güncel Meydan