TARTIŞMAYA ÇAĞRI: DEVLET, DEVRİM, DEMOKRASİ
Sevgili arkadaşım,
Sieyes’in Ulus tanımı şöyle; Ortak (commun) bir yasa altında yaşayıp aynı hukuka bağlı, bir ortak vücud (Un Corps associés).
Aradaki ayırım belli olsun diye sözcük sözcük yazdım. Komündeki ortaklık ile dernek (association)lerdeki ortaklık arasındaki fark belli. Ama yine, buradaki komün de, bildiğimiz komün değil. Yani Marsilya’daki yasa da aynı olacak Paristeki yasa da aynı.. İşte beni çıldırtan da, adam komün’ün ne olduğu bilmeden yazının içinde komün görüp onun sözlükteki karşılığına bakması. Bak diyor komün yazılmış. Bre gözü körolmayasıca komün’ün kaç tane anlamı var?
Ve yine çok önemli bir ayırım. Bunu da yarı-aydınlarımız yapagelmekteler. Efendim Büyük Fransız Devrimi’nde Sieyes komün dedi. Papaz komün nedir bilmez ki, onun kafası kutasal kitaptaki ‘kardeşlik’ten ötesini basabilir mi? Basmaz. İşte bizim sol yayınlarımız son elli yılda hep böyle yazılmış. Marx öyle dedi, Lenin böyle dedi. Demesine dedi de, ne zaman söyledi? Marx’ın Fransız Devrimine ilgisi Kapital’den sonra. Yani 48 Devriminden 48 sene sonra..
‘Ortak’ sözcüğüne dönersek, ben bir yazımda ulusu şirket (la société) diye tanımlayanlar da var diye yazmıştım. Ki oldukça çok var.
Şimdi, herşeyden önce akrabalık-makrabalık yok. Olması da o dönemde olası değil.
Sièyes de öyle büyük bir düşünür değil. Katkısı da yine bir iki brorüşürle sınırlı, o günkü koşullarda bir ‘orta yol’ bulmak.
Diyor ki; 1° Bundan böyle Din adamlarının temsilcisi, Soyluların temsilcisi ve geriye kalanlar, yani üçüncü sıradakiler, yani burjuvalar dahil, alt tabaka’nın tiers état’nın temsilcileri diye bir şey yok artık. Tiers etat’nın milletvekili aynı zamanda soyluları da din adamlarını da temsil ediyor sayılacak.
Şu bizim Adana milletvekili değil, tüm Türkiye’nin milletvekili dediğimiz şey. İşte Sieyes’in en büyük katkısı bu.
Buradan 2° şu sorulara karşılık veriyor;
-Tiers etat nedir, Herkestir.
- Bugüne kadar ne idi? Hiç
- Ne istiyor? Birşeyler olmak istiyor
Daha sonra Prudhon, bu soruyu şöyle değiştirecek:
- Tiers etat nedir? Hiç
- Ne olmalı? Herşey
II- Ikinci soruyu anlamadım ama, Devrim La Révolution, dişildir. Bunun doğurganlıkla falan bir ilişiğinin olduğunu sanmıyorum. Çünkü, Révolt, yani başkaldırıdan geliyor. İsyan demek. Öyle düşünülmüş, programlanmış devrim, olsa olsa bugünlerde olur. Diğerleri hep, ‘bıçak kemiğe’ dayandığında, başka seçenek yokluğunda geliyor.
III- Şimdi şu senin ‘Birlik’ konusuna gelince..
Sevgili arkadaşım, hangi devrim birlikten doğmuş? Senin yazındaki tümcelerine sırasıyla yanıt verecek olursam; aslında hiçbir devrimde ‘birleşme’ olmamıştır. Bütün devrimler bir ayrışma, boğazlaşma biçiminde olmuştur. ‘Büyük Fransız’ devrimi de böyledir, Ekim Devrimi de, Türk Devrimi de.. Bütün devrimler ‘karşı-devrimler’le iç içe olmuşlardır. İç savaşlar falan.
Türk Devrimi’nde kaç iç isyan bastırıldı?
Ve Devrim’ciler de bir ‘koalisyon’ oluşturmakta değil midir? O nedenle ‘dönek’ kavramı da devrimlerin içinde ya da sonunda ortaya çıkmamış mıdır? Hele şu sıkıntılı dönem atlatılsın, denilmemiş midir? Köprüyü geçinceye kadar ‘ayıya dayı’.. Ve o nedenle ‘devrim kendi çocuklarını yer’ denmez mi?
Devrimler ve uluslar
“Milletleri devrimler yaratmıştır’ diyorsun. Doğru değil. Bir tane örnek verebilir misin? Polonları mı devrim yarattı, Yugoslavları mı, Çeko-Slavakları mı? Litvanya, Estonya, Letonya’yı mı? Bulgar devrimi ne zaman oldu da haberimiz olmadı. Ya da Romen devrimi falan.. Yani bu ‘sav’ bilimsel bir sav değil. Bir ‘çalışma hipotezi’ bile olamaz.. Bunu ‘kanıtlama’ çabası da boşuna harcanmış bir emek olur bana göre..
Devrim-Cumhuriyet: Zaten hiçbir devrim doğrudan ‘sınıfsız toplum’u hedef almaz. Cumhuriyet, ilk aşamadır. Ancak unutma ki sosyalizm de komünizm de birer ‘cumhuriyet’tir. O nedenle ben, kendi payıma sıklıkla ‘Burjuva cumhuriyeti’ terimini kullanırım. Yani Cumhuriyet de aşamalı. Zaten Cumhuriyet ile ‘demokrasi’ çoğu kez içi içe kullanılır. Demokratik Cumhuriyet denildiği de olur. Bak Apo bile, bilir bilmez, demokratik cumhuriyet, demokratik-ulus diyor.
“Her modern cumhuriyet devrimlerin eseridir. Yukarıdaki paragrafı yinelememe gerek yok. Orada saydığım ‘cumhuriyet’ler; Büyük Devlet’lerin stratejik çıkarlarına göre belirlenmiştir. Tek istisnası ‘Türkiye Cumhuriyeti’dir. Yani Birinci Dünya Savaşı’nda Ekim Devrimi’ni saymazsak bir tek devrim var. O da Türk Devrimi. Efendim Portekiz devrimi, Ispanyol devrimi, Meksika devrimi, İran devrimi falan. Hiçbiri o halkın ‘Öz gücü’ne dayanmamış. Hepsinde ‘dörtlü bağlaşık’ (ABD, İngiltere, Fransa ve İtalya) ile Rusya’nın parmağı var. Bir uluslararası ‘uzlaşı’ var. Ve çoğu ‘Cumhuriyet’.
Büyük Millet- Büyük Ölçek: Bu bizim Teori yazarlarının, duyup da ne anlama geldiğini bilmedikleri bir konu. Onlar bir ‘ekonomik ölçek’ten sözediyorlar. Bu ‘bölünmeyelim’ çünkü ‘ekonomik optimum’u kaçırırız türü, burjuva zihniyetidir. Burjuva olduğu için de, burjuva devrimleri bağlamında doğru bir akılyürütmedir. Ve burjuva ‘ekonomik yasa’larına tabidir. Yani sen zahmet etme, zaten onun yasalarını burjuavalar uydurmuşlar.
Oysa ‘Büyük Millet’ ile Büyük Ölçek arasında doğrudan bir ilişki yok. Fransa’nın sınırları son 1000 yılda aşağı yukarı hep aynı kaldı. İngiltere zaten ada. Koloniler konusu ayrı bir konu.. Hem kolonilerde ‘Büyük Millet’in sadece ‘Büyük valileri’ var.
Türklere gelince dört kıtada yayılmışken de aynı ‘büyük’lükte idiler, Anadolu’ya sıkıştıklarında da yine aynı büyüklükte idiler. Hatta Anadolu’da o ‘Cumhuriyet’ ideali ile çok daha ‘Büyük’ bir millet olmuşlardır. Yarın hedefe sosyalizmi koyduklarında daha da büyüyeceklerdir.
Bu ‘büyüklük’, hani o ‘asil kan’ falan deniyor ya, onun gibi bir ‘asalet’. Ancak burjuvalar gibi sonradan ‘asil’ olmamış, ‘gen’lerinde var. Binlerce yıl Hun, Mogol, Uygur, Kazak dememiş, ‘Türk’lüğıü öne çıkarmışlar. ‘Türk’, başkanın dediği gibi, ‘Birlik’ demek, hem asil hem asimilasyon. Bak nasıl Türkçe ile Fransızca biribirine denk düştü. Tanrı söyletiyor yani (!).
Büyük millet olmak için, bir ‘Tarih’in olacak, ‘efsaneler’in olacak, ‘kültür’ün olacak, bu kültür öyle yemek sosu falan değil, ‘uygarlık’. Medeniyet kurmuş ve yıkmış olacaksın. Çünkü tarih de bir ‘oluşum’, kendi içinde devingen, kuracağı zaman yıkıyor. Yoksa küllerin üzerine bir ‘medeniyet’ kurulmaz.
Bu noktada ‘Devlet’ öne çıkıyor. Devlet olmazsa hiçbirşey olmaz. Ne tarih, ne kültür, ne medeniyet ve ne de millet. O nedenle, bunu, bütün Türkiye anlayacak, bu olsa olsa bir ‘Devlet-Ulus’ olabilir. Bugüne değin anlatamadım ama biraz düşündüklerinde onlar da anlayacak.
Bak Hobsbawm ne diyor? Ulus’u devlet kurar diyor, tersi olmaz. Sen nasıl kalkıp ulusal-devlet diyebiliyorsun o zaman? Ha Devlet’in ulusal, hatta demokratik, ve hatta sosyalist, haydi insanî diyelim, bir Devlet olmabilmesi için senin de ulus olarak olgun bireylerden oluşman gerekir. Çorum’lu Ahmet ile sen kursan kursan ‘ilkel bir devlet’ kurabilirsin. Saf, temiz, hakyemez, konuksever falan. Ama kur’an kursunu falan yasaklayamazsın; imamların maaşını camiye gidenler ödeyecek diyemezsin; 16 yaşından itibaren kız-erkek yurtları karma olacak diyemezsin..
Marx’ın Fransız laisizmini eleştirisini bir okuyup da anlayan çıksa, bütün o ‘ezber bozanlar’ın abdestleri bozulur.
Milletleşme süreci büyük ölçekli olmaya yönelmezse devrimci olmaz demişsin. O paragrafta birçok şey birbirinin içine girmiş gibi. Kimi saptamalar var ama net değil. Yani emperyalizmin güdümündeki bir ‘uluslaşma’, o bildiğimiz ‘ulusların kendi yazgısını belirlemeleri’ konusu. Buradan yeni kuramsal açılımlar yapmaya gereksinme yok ki. Sorun bu konunun iyi açıklanmamış olmasında. Mihri Belli’den buya bir iki ‘büyük laf’la geçiştirilmiş. Aslında çok yalın. Arkadaş, dünya genelinde çoğunluk sosyalist aşamaya geçmediği müddetçe, ‘her ulus’a özerklik-mözerklik verilmez. Nokta.
Burada Kürt hareketi için bir sav: Kürt hareketi ‘sosyalist’ nitelikte olsa idi, ‘Türk solu’ diye ‘bölücülüğe yönelmese idi, yani 1960’ların ‘Türk Solu’nun denetiminde kalsa idi; ne Türkiye’de bugünkü ‘bölgesel dengesizlik’ bu denli uçurumlaşır ne de Kürtler bu denli cahil kalırlardı. Kürtlük için verilen çaba, sosyalizm için verilse idi, bugün Türkiye bölgesinde lider olurdu. Oysa Kürtler sadece ‘piyon’luk yapmış ve Türk solunu ‘sırtından bıçaklamıştır’. Bugün de kardeş-mardeş değil doğrudan ‘gerici isyankârlar’ durumuna gelmişlerdir. Onlara bakarak ‘uluslaşma süreci’ üzerine kafa yormak da boş.
Alman Milleti: O konuda da sana katılamıyorum. Biraz incelendiğinde Alman Milliyetçiliği ile Türk Milleyetçiliği arasında benzerlikler görülür. Talim-i Alman, bizim askeriyemizden felsefemize kadar girmiştir. Fransa ile o kadar içli dişlı olmamaıza karşın, Fransız felsefesi materyalisttir, Alman’ınki idealist. Bizde idealizm daha kolay hazmedilmektedir.
Alman Milliyetçiliği Kant’a kadar geri götürülübilir. Tümü ‘Kultur’ kavramından türemiştir. Bunları Türkçe değil, Alman belgelerden okumayı ne kadar isterdim. Gençlere bu konuda ‘görev’ verelim diyorum, millet bana gülüyor. Tabii ben de onlara acıyorum. Bu gençlik mi Türk Devrimi’ni tamamlayacak? Hatta gençlerin peşine takılalım diyenimiz de yok değil. Tövbe estağfurullah!
Mikro milliyetçilik. Makro milliyetçiliğin çocuğudur. Makro, biliyorsun Fransızca ‘pezevenk’ demek. Oysa birinci paragrafta, söylemiştik, devrim dişildir. Pezvengin dişisi, ‘Hacı ana’ değil ama doğrudan o..dur. Mikro milliyetçilik de, O.. çocuğu. Bunlar post-modern uydurmalar. Bilimsel hiçbir önemleri yok. Ama akademisyenler boş kalmasın diye, kimlik-mimlik, öteki-beriki türü zırvalar bunlar.
Ha ulusalcılık süreci diyorsan, son yazılanları değil kaynağa döneceksin kardeşim. Fransa için 30, 48, 71 falan değil; 789’a gidilecek. Sieyes-mieyes ama, o dönem yeniden ele alınmalı; o bakımdan iyi bir yerden başlamışıssın diyebilirim. Almanya için de Weimar ve Weimar’a getriren süreç belirleyici. Nazizim’in kuramsal temeli yok, o ‘reaksiyoner’ bir akım. Kediyi sıkıştırma meselesi. Ancak ‘Alman ideolojisi’ne bir felsefî akım olarak ne zaman dönülse, yeni bir şey öğrenilebilir.
Bir büyük ve son söz: İngiltere uluslaşma aşamasını yaşamadan emperyalist olmuştur. Rosa Luxembourg
Çelişkiye bak sen o zaman: İngiltere hem ‘Büyük Millet’ ve hem de ‘Milletleşme Süreci’ni yaşamamış. Benim kafa yorduğum konu da burası.
İngilizce bir gak-guk dilidir. İngiliz milleti de ‘milletleşme süreci’ dışında bir büyük millet !? Gal’ini, Iskoç’unun bir yana bırak, küçücük adada İrlanda ile boğazlaşıp durmada.. Kendi içinde birlik yok yani. Hani ilk ‘Büyük Devrim’i onlar yapmıştı? Nerede senin Cumhuriyet’in? Büyük Britanya, Büyük bilmem ne?
Şimdilik bu kadar. Öyle her telden değil ama, belirli bir ‘konu’ üzerinden, bir belge, bir düşünür, bir ülke üzerinden tartışma açarsan daha yararlı olur. Ancak bunları, dediğim gibi, seminerler biçiminde yapmak gerek.
Gençlere de kısır politikaları anlatmak yerine bu konularda görevler vermek gerek diye düşünüyorum. ‘Kuram’ı öğrencekler önce. Oysa ‘eylem’ bize yeter der gibi bir halleri var. Gelip tıkandı işte.
Kuramsal temeli olmayan hiçbir eylemin başarı şansı yoktur.
Dostlar alışverişte görsün diye ‘eylem’ mi olurmuş?
Haydi gelin Devlet, Devrim, Demokrasi kavramlarını yeniden tartışalım bakalım.
Devrimci selamlar.