- “Velilerin türban ısrarını değerlendiren Üskül, şunları söyledi: ‘Doğru, bu çocuk okuyacak. İlköğretim zorunlu, mutlaka okula gidecek. Ancak devletin koyduğu kurallara uyarak gidecek. 18 yaşını henüz doldurmamış çocuk ve gençlerin gittiği okullarda, ilköğretimde ve ortaöğretimde devlet düzeni kurmakla ve kurallar koymakla yetkilidir. Zaten anne babalara düşen yükümlülük de o kurallara uygun biçimde çocuklarını okula göndermektir. Bu konuda taviz verilemez. Taviz verilmesi demek çocukların eğitim hakkının engellenmesi demektir. Aileler mevzuata karşı direnirlerse suç işliyorlar demektir. Valilerin görevlerini yapması gerekir. Bu iş daha ileriye giderse, aile çocuğu baskı altına alırsa o zaman çocuk aileden alınır.”
Özdemir İnce de, Zafer Üskül’ün açıklamalarına dayanarak “Demek devlet diye bir şey varmış” demektedir. Șimdi de yukarıdaki paragrafın așağıdaki biçimde yazılmıș olduğunu varsayalım:
- “Kimi politikacıların Kürtçe eğitim ısrarını değerlendiren Üskül, șunları söyledi; ‘Doğru, bu çocuk okuyacak. İlkoğretim zorunlu, mutlaka okula gidecek. Ancak devletin koyduğu kurallara uyarak gidecek.. Bu konuda ödün verilemez...”.
Bu tür ‘püsküllü’ bir konuda İnsan Hakları Komisyonu bașkanı böyle diyemeyeceği için, Özdemir İnce de yazısına șöyle bir bașlık atmıș olacaktı; ‘Demek devlet diye bir șey kalmamıș’.
Kalmıș mı kalmamıș mı? Var mıymıș yok muymuș?
Devletin bașı daha birkaç gün önce devletin bașına ‘füze kalkanı’ geçirmedi mi diyenleriniz olabilir.
Yetmiș bilmem kaç milyon yurttașı “18 yașını henüz doldurmamıș çocuk ve gençler” konumuna koyarak hem de..
İçeride ve dıșarıda “devlet, düzeni kurmak ve kurallar koymakla yetkilidir”diyor ya Zafer Üskül..
Füze kalkanını da kayabilir füzenin kendisini de..
Mi acaba?
Varlık ve yokluk arasındaki ince sınır da burada iște.
Özünde devlet gitmiș ‘püskülü’ kalmıștır.
Görünürdeki ‘devlet diye bir șey’, ulusun bașına sarılan bir ‘püsküllü bela’ya dönüșmüș bulunmaktadır. İlkokul çağındaki çocuğuna bile söz geçiremeyen ama ülkenin bașına ‘püsküllü kalkan’ geçirebilen bir ‘devlet’.
Pekiyi bu füzeler nedir ne değildir? Alıșı kaça satıșı kaçadır? Düğmeli mi düğmesiz midirler? Düğmesine kim önce basacaktır? Hem niye basacaktır? Haydi halkı geçtik, vekilleri bu konuyu bilmekte midirler?
Bu ve benzeri sorular çoğaltılabilir.
Ve bu sorulara en doğru yanıt Türkiye’de ‘devlet-mevlet diye bir șey’in kalmamıș olduğudur. Polisi, bekçisi; yargıcı, savcısı; duran-er’i, koșan-er’i; bakanı, makanı olabilir. Ve tümü Obama, Mobama, Sarkozy, Markozy’nin bir dediğini iki etmeyebilirler. Ancak ilkokul çağındaki bir çocuğa bile söz geçiremezler. Bir tek yurttașı ana diye, baba diye, kardeș diye kucaklayamazlar. Fauerbachgil bir yabancılașmanın ürünü gibi durmaktadırlar. Ve belli bir süre daha öylece kalacaklardır.
‘Șeyleșme’lerinin çocuklarca anlașılacağı günlere kadar..
Habip Hamza Erdem