DEVLET’İN FETHİ
Yine bir ‘vali’, yine bir ‘skandal’, yine bir ‘kanıt’.
Vali, yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde il sınırları içinde ‘devlet’i temsil eden kiși.
Tüm kamu ve özel kurum ve kurulușlarına ‘hükmeden’, yani o ‘il hükûmeti’nin bașkanı.
Turgut Özal döneminde, 12 Eylül dönemi de denilebilir, kimi üst düzey büroklatlar bir ilimizi ziyaret etmektedirler.
Bir gün önceden gelmișledir ve sabah ‘vali bey’i göreceklerdir.
Vali beyin ‘makam’ına geldiklerinde, akșam ANAP’lı partililerle olduklarını ve sabah ‘Parti İl Bașkanlığı’na uğradıklarını söylerler.
Vali bey masanın altındaki zile basar ve hizmetliyi çağırır.
‘Üst düzey bürokratlar’ artık çay mı kahve mi, yoksa ‘Afyon Mermeri’nden satranç takımı mı bilinmez, isteyeceklerini düșünürken ‘Vali bey’ tok bir sesle
- ‘Evladım bu arkadașları alıp ‘ilimiz sınırları’ dıșında bir yere bırakın. Bir ilin valisiyle nasıl görüșülmesi gerektiğini öğrenmeden de benim karșıma çıkarmayın’ talimatını verir.
Bu öyküyü hiç kimse bilmiyor olsa da ANAP’lı Vecdi Gönül bilir.
Alaca Karanlık Partili Vecdi Gönül de biliyordur.
Ne ki dönem artık ne ‘Özal Dönemi’, ne ’12 Eylül Dönemi’dir.
’12 Eylül Darbesi’nin Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni getirmeyi tasarladığı ‘yer’e getirildiği bir dönemdir.
Șimdi artık valiler, diyelim Afyon Valisi gibi, ‘ben gidecek olsam bile yerime sosyal demokrat bir vali gelmeyecek ki’ diyebilmektedirler.
Sanki valiler ya ‘tarikatçı’ ya da ‘sosyal demokrat’ olabilirlermiș gibi..
Bu nasıl ‘İmam Hatip’ çıkıșlıların dönemidir: bu nasıl ‘karanlık’, bu nasıl ‘aymazlık’, bu nasıl ‘gaflet’, bu nasıl ‘delalet’ ve bu nasıl bir ‘hıyanet dönemi’dir demeyin.
Dönem böyle bir dönemdir.
Ve ‘Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yerinde yeller esmektedir.
Her ilde bir ‘hükûmet konağı’ olabilir.
Bina ‘Vilayet Binası’, içlerinde birer ‘vali’ bulunabilir.
Ama artık onlar, kendileri șu ya da bu șekilde gidecek olurlarsa, yerlerine bir bașka ‘Alaca Karanlıkçı’ İmam Hatip ‘çıkıșlı’nın geleceğine inanmaktadırlar.
Bunlar artık Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin iliklerine kadar ișlemișlerdir.
Șimdi artık ‘yasa’, kural, gelenek ve gelecekten sözetmenin bir anlamı yoktur.
Șimdi artık ‘Demokrasi’ ve ‘Cumhuriyet’ten sözetmek ‘entelllektüel gevezeliği’nden bașka bir ‘șey’ değildir.
Çünkü artık ‘Devlet’ dönüștürülmüștür.
Hele buna ‘Ulus-Devlet’ diyenlere șașarım.
Türkiye Cumhuriyeti ‘Devleti’, bir ‘Devlet-Ulus’ olarak kuruldu.
Elli-altmıș yılda yukarıda öyküsü anlatılan valiler yetiștirdi.
Kușku yok, her kesimden bir ‘Cumhuriyet kușağı’ yetiștirildi.
Ve bir ‘ulus’ yaratıldı.
O arada, devlet, uluslararası konjonktürün etkisiyle birlikte, dönüștürülmeye bașlandı.
’12 Eylül’, bu dönüșümün, Özal’ın deyimiyle ‘transformasyon’un bașlangıcıdır.
AKP’nin katkılarıyla, ‘transformasyon’dan sonra ulașılan ‘form’ ya da ‘biçim’ ise içinde yașadığımız son ‘dönem’dir.
Șimdi ise ‘ulus’un ‘devlet’i fethedeceği bir ‘dönem’e girmiș bulunmaktayız.
Ulusal Türkiye Cumhuriyeti’nin ‘kuruluș dönemi’ de denilebilir.
Tarih de böyle diyor coğrafya da..
Dönem ulusun kendisini kanıtlama dönemidir.
Ulus Ulus Meydanına çıkmak zorunda idi.
Çıkmıștır.
Habip Hamza Erdem