DEVLET ULUS’A KARŞI (II)

Türkiye ve dünya gündemindeki gelişmeler hakkındaki fikirleriniz, yayınladığımız izlencelerin bölümleri hakkındaki düşüncelerinizi paylaşabileceğiniz alan.

DEVLET ULUS’A KARŞI (II)

İletigönderen Habip Hamza Erdem » Sal Nis 04, 2017 1:39

DEVLET ULUS’A KARŞI (II)
Yasama’da ussalığın ön-romantik eleştirisi, İrlandalı Edmond Burke (1729-1797)’ye dayandırılmaktadır.
Klasik ‘doğal hukuk’ ve ‘İngiliz liberalizmi’nin savunucusu olan E. Burke, İngiliz liberal konservatizmi’nden Alman romantizmi ve Fransız karşı-devrim gelenekçiliğine değin tüm XVIII.yüzyıl felsefesinin ‘büyük eleştirmeni’ olarak sunulmaktadır.
Hatta ‘Modern konservatizmin babası’ olduğu ileri sürülmektedir.
Öyle ki, Friedrich Hayek, E.Burke’nin izleyicisi olmakla övünmektedir (1).
Oysa, E. Burke, bir filozof bile değildir, bir ‘politikacı’dır.
Ne var ki, öyle bir ‘politik mantık ilkesi’ (credo) benimsemiştir ki, tüm politik yaşamını o ‘inanç’ üzerine oturtmuş ve ‘felsefesi’ de, XX.yy’ın çok tutulan düşünürü F.Hayek tarafından sistemleştirilerek ‘yeniden formüle edilmiş’ ve bir bakıma güncellenmiştir.
Günümüze değin süregelmesi ve Demirel’in deyimiyle ‘Hür Dünya’nın ‘baskın görüşü’ olması ise kuşkusuz F. Hayek’in çabalarıyla olmuştur.
E. Burke, Fransız Devrimi sırasında yazdığı Fransız Devrimi Üzerine Düşünceler’de (1790), halkların karakterlerini dikkate alan ‘Pür Hukuk Kuramı’na karşı çıkmaktadır.
Alman romantiklerine ise özellikle ‘communauté’ (partnership, Gemeinschaft) kavramı ve ondan hareketle geliştirilen ‘ulusalcı’ [Ulusçu da denilebilir (nationaliste)] kavramlar çerçevesinde esin kaynağı olmuştur.
Dönem, Napolyon’un yenildiği ve Carlsbad Konferansı (1819) sonrası Alman Beylikleri’nin (Souverains) ‘yeniden yapılandıkları’ dönemidir.
Bu ‘dönem’in 1848 Devrimine değin sürdüğü kabul edilirse, bir yandan Robespierci ‘Cumhuriyetçilik’ öte yandan ise Alman ya da diğer tüm ‘Ulusçuluk’ akımlarının geliştiğini söyleyebiliriz.
Dönemin ve günümüzün büyük düşünürlerinden Hegel’e göre, yasalar, farklı yasama organları arasındaki tartışmaların sonucunda çıkarılmalıdır.
Burada, Hegel’in romantiklerden ayrıldığından çok, Robespierre’e ne kadar çok yaklaştığını görebiliriz.
Robespierre, sadece Fransa değil ama tüm ‘İnsanlık’ı düşünen bir ‘Devrimci’dir: “Yazgımız, diye yazmaktadır, tüm diğer uluslarınkine bağlıdır” (Notre sort, disait-il le 29 juillet 1792, est attaché à celui de toutes les nations).
O kadarla kalsa iyi. “Tüm ülkelerin insanları kardeş olup, farklı halklar birbirlerine yardımcı olmak durumundadırlar; diye yazan Robespierre, kendi hükumetlerine (bağlı olsalar da) aynı Devlet’in yurttaşları gibi (davranmalıdırlar)” diyecektir (2).
Devlet ve Din
Hegel ile romantikler arasındaki ikinci temel ayırım din ve politika arasındaki ilişki üzerinedir.
Hegel’e göre Hristiyanlık, ‘kişisel özgürlük’ün evrensel nitelik kazanmasında önemli bir işlev yapmıştır.
‘Özel yaşam’ın olduğu kadar ‘insana saygı’ ilkesinin oluşmasında da belirleyci olmuştur ama, Türkçe’de ‘vicdan özgürlüğü’ de denilen ‘öznel özgürlük’ (liberté subjective) kapsamında değerlendirilmek koşuluyla..
Orada da kalmayıp, Hegel’e göre, bu ‘vicdan özgürlüğü’, Devlet otoritesinin temel dayanağını ( Grundlage – l’assise) da oluşturacaktır.
Çünkü, doğru dürüst verilecek bir din (özellikle de protestantlık) eğitimi, Devlet’e duygusal ve temsilî bir nitelik kazandıracaktır. [ ‘Kutsal Devlet’ anlayışının hristiyan versiyonu da denilebilir; ancak Hegelci diyalektik Devlet’in kutsallığını liberal bireyciliğin bir ürünü olarak görmektedir].
Yani Hegelci Devlet, gökten inmediği gibi dinsel araçlarla da kurulmuş olmayacak ve kurulduktan sonra da sadece ve yalnızca ‘ussal’ ve ‘politik’ işlerle uğraşacaktır.
“Devlet, diyecektir Hegel, özde, gerçeğin öznel biçimine yolaçan kanıtlamaların tersine, hukuk ve kendinde nesnel ussallık biçimi olarak kalacaktır”.
Açıkça, Hegelci Devlet’te, politik bağ ve Devlet’in doğası kesinlikle ‘dinsel’ değil, fakat dinsel eğitimin katkı yaptığı etik (Gesinnung) bir olanak (disposition) ya da ussal Devlet bakımından bir ‘iyi niyet’ (bonne volonté)in sonucudur.
Oysa romantiklerden, örneğin Novalis ve Zacharias Werner için ‘politik bağ’ birbaşına (en lui-même) dinsel bir bağdır.
Türkiye’deki ‘Türk-islâm sentezi’nin ‘islâm’ yanı örneği...
Nitekim romantiklerden Novalis için, özel ve politik yaşamda, gerçek yurtseverliğin teminatı Almanlık ve Hristiyanlık (durable présence du couple royal) olacaktır.
Zacharias Werner için ise, din adamlığı sadece ‘din adamı’ olanlar için değildir, ‘Devlet adamı’, ‘kahraman’, ‘kral’ ya da ‘imparator’ olanlar, aynı zamanda din adamıdırlar.
Oysa Hegel’de ne ‘Almanlık’ ve ne de ‘Hristiyanlık’ birbaşlarına ‘politik bağ’ ve dolayısıyla ‘Devlet’in temeli olamayacaklardır.
Tam da bu nedenle, Hegel’i aşmak şöyle dursun, felsefesini kavramak bile günümüz sıradan ‘filozoflar’ının harcı olmaktan çok uzaktır denilebilir.
Yine aynı nedenle, Hegel’deki ‘bütünsel Devlet’in (état totalitaire) idealleştirilmesi ile (idéalisation) kutsallaştırılması (idéolâtrie)nın biribirine karıştırılmaması gerektiğinin altı çizilmelidir.
“Devlet dindarlıkla ikame edilecek olursa, demektedir Hegel, yapmak istediğiyle yıkacak olduğunu ayırdedemeyecektir”.
Kaş yapayım derken göz çıkaracaktır da denilebilir (4).
Devlet ve Tarih
Hegel’den önce Kant’ın tilmizlerinden Johann Gottfried von Herder (1744-1803), bütün halkların aynı tarihsel çizgiyi izlemelerinin olanaksız olduğuna dikkat çekecek ve Tarihsel Monadoloji adlı çalışmasında her halkın bir ‘monad’ı temsil edeceğini ileri sürecektir.
Ancak F. Schlegel gibi romantikler, en azından bu Herder’ci ‘evrensellik’i yıkacak bir ‘mitoloji’ üreterek, halkların ‘ırksal pürlüğü’nü sözkonusu halkların ‘ilkel’ dönemlerine değin götürmek isteyeceklerdir.
Romantikler’e göre, ‘Şimdiki zamanın ruhu’nun ilerlemeci anlayışı, Napolyon’da duracak ve Napolyon’un ‘kahramanlığı’ da tarih yapmış olacaktır.
Bu son tümcede, ‘Şimdiki Zaman’ ve ‘Zamanın Ruhu’ içiçe geçmiş gibi görülebilir.
Çünkü, zaten romantik kavrayışta, bu iki kavram içiçedir de ondan.
‘Zaman’ yoktur ki, ne ‘şimdi’si ve ne de ‘ruhu’ olsun..
Oysa Hegel’in ‘Tarihte Us’ başlıklı çalışması, ‘ilkel konum’un (état primitif) yinelenişiyle değil ama ‘son konum’un (état final) dile getirilmesiyle sonuçlanmaktadır.
Çok daha önemlisi, ‘Halkın sesi Hakkın sesi’dir (Vox populi- vox Dei) uzsözünü, Hegel, ‘Devlet’in temeline koyan anlayışa da katılmayacaktır.
Çünkü Hegel’e göre, bir halkın hakkı (le droit d’un peuple) sadece ve ancak onun Devlet olarak hukuksal-politik örgütlenmesiyle başlamaktadır.
Onun, coğrafî, etnik, dilsel ve kültürel ‘dolayımsız doğal ilkeler’ bütünü olarak bir ‘ulus’un temeli olması ayrı; bu temel niteliklerden hareketle ‘egemen’ olması başka şeydir.
Kendisi için ‘nesnel yasallık’ ve ‘kararlı ussallık’tan yoksun bir biçimin (Devlet) egemenliğinden sözedilemeyecektir.
Hegel burada, romantiklerden ayrılarak, yine kendisi gibi Alman idealizminin iki önemli ismi Kant ve Fichte’nin egemenlik (souveraineté) anlayışını paylaşmaktadır.
Onlar için politik egemenlik, halkçı (populaire) olmaktan çok ulusal (national) ve öz olarak da devletseldir (étatique).
Bu da, romantiklerin düşündüklerinin tersine, uluslar arasındaki çatışmaların ‘zamansız’ ya da ‘ilelebet’ sürmeyip, eninde sonunda ‘çözümleneceği’ni anlamına gelmektedir.
Çünkü uluslararası hukuksal-politik ilkeler evrenselleşmekte ve ‘zamanın ruhu’ yerini ‘dünyanın ruhu’ (esprit du monde)na bırakmak yönünde evrilmektedir.
İşte bu nedenle, Hegel Devletlerin ulus-üstü federasyon (fédération supra-nationale)’a doğru değil ama
-ulusun geleneksel hukuk (droit coutumier)
- politik ayrılık ve
- dinsel ayrılık gibi ‘üç güç’ arasındaki ussal diyaloğun sonucu olan bir ‘yasama’ya doğru evrileceğini ileri sürecektir.
(Sürecek)
Habip Hamza Erdem
(1)Linda C. Raeder, « Le libéralisme de Edmund Burke et F. Hayek : Une comparaison critique »
(2)Robespierre’in bu görüşleri 125 yıl sonra, Milletler Cemiyeti’nin kuruluşuyla uygulamaya konulacaktır ama hâlâ onun tasarladığı ‘düzey’ tutturulamayacaktır. Çünkü, o, “Bir Ulus’a baskı yapan diğer tüm ulusların düşmanı olacaktır” demektedir (Celui qui opprime une Nation se déclare l’ennemi de toutes).
(3) Novalis, Foi et amour, in Schriften, éd. D’Iéna, II, p. 163. Anan André Stanguennec, “ À l’origine de l’idée allemande de nation: La philosophie romantique et la philosophie hégélienne de l’État” , Revue Française d’Histoire des Idées Politiques, 2001/2 (N° 14)
(4) « lorsque la piété se substitue à l’État, écrit-il, elle ne saurait admettre ce qui est déterminé et le détruit » et « … en se développant, cette intériorité n’est pas en quête de vraies raisons et ne se donne aucune justification », Principes, add. Au § 270, ibid.
Türkiye’deki halkoylamasının nesnesnin tam da bu olduğunu söylemek bile fazla.
Kullanıcı küçük betizi
Habip Hamza Erdem
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1635
Kayıt: Cum Haz 26, 2009 20:01

Şu dizine dön: Tartışma ve Fikir Meydanı

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x