DEVLET-ULUS’LARIN HAK VE ÖDEVLERİ (III)
Baskın Oran ve Çarpıtmanın Ç’si
Baskın Oran’ın dönüp dolanıp, ‘solcu’ François Mitterand’ın aşağıdaki sözlerinden ‘İki Fransa’ çıkardığını görüyoruz:
“Fransa’nın KURULABİLMESİ için, geçmişte, güçlü ve merkeziyetçi bir iktidara gereksinme duyulmuştur. Bugün ise, DAĞILMAMASI için, siyasal iktidarın ağırlıklı olarak yerel yönetimlere bırakılması zorunlu hale gelmiştir.”
Doğrudur ama Fransa’da ‘merkezileşme’ ile ‘ademi merkeziyetçilik’ tartışması 1789 Devrim’inden öncesine gider, bir.
‘Fransız Ademi Merkeziyetçiliği’, Fransa’ya özgüdür ve hiçbir Avrupa ülkesine uymadığı gibi Avrupa Birliği’nin ne ‘Özerkilik’ ve ne de ‘Bölgecilik’ anlayışına uymaz, iki.
François Mitterand’ın bu sözleri, ölümünden bir yıl sonra, Avrupa Birliği ‘bölgesel özerklik’ şartnamesine direnen Fransa’ya karşılık, Land de Basse-Saxe’ın yani Almanya’nın Aşağı Saksonya Milletvekili ve AB raportörü Peter Rabe tarafından dillendirilmiştir, üç.
Avrupa Birliği içinde ‘bölgesel özerklik’ açılımına en başta ve en çok Fransa direnmektedir, dört.
Fransa’ya özgü ‘ademi merkeziyetçilik’ düşüncesi, kendine özgü bir ‘demokratikleşme’ girişimi olsa da, bu Baskın Oran’ın kavrayamayacağı ‘diyalektik’ bir ‘Merkeziyetçilik’ ile birlite yürümektedir, beş.
Baskın Oran bu konuda Abdullah Öcalan’dan da ‘geri’ bir ‘şablonculuk’ yapmaktadır, altı.
Bütün bu tartışmalardan şapkadan çıkarılan tavşan gibi ‘iki Fransa’ çıkarılmaz, yedi.
Tersine, hele şu son yıllarda, Fransa’da Baskın Oran’ı çıldırtacak bir ‘ulusalcılık’ (hemen kısa bilgi ve küçük beyinle Le Pen akla gelmesin) ve ‘ulusal egemenlik’ düşüncesi yükselmektedir ki, zaten ben de bu amaçla son yazı dizime başlamıştım, sekiz.
Sözgelimi bir önceki seri yazılarımda ‘Laiklik’ ve Jacques Sapir gibi, dünya çapında bir ekonomist ve toplumbilimcinin görüşlerine o nedenle gönderme yapmıştım, dokuz.
Baskın Oran’ın Laiklik konusunda da Fransa’yı anlamadığı ve bu kafayla anlayamacağını söylebiliriz, eder on.
François Mitterand’ın yukarıda anılan uzsözüne gelince, bu görüş, kendisinin ve Partisi’nin görüşleri olduğu kadar, Büyük Devrim’in ‘ideal’ini de dile getirmektedir.
Zaten bu ‘merkeziyet-ademi merkeziyet’ tartışması 1789’dan buyana, başka ‘tanım’ ve ‘biçim’ler altında da olsa, günümüzde bile varlığını sürdürmektedir.
Kaldı ki, burada sözedilen ‘ademi merkeziyetçilik’ sözcüğünün işaret ettiği ‘şey’i, ülkesi ve bölgesine göre olduğu kadar, yapılmak istenen ‘şey’lere göre, çok farklı sözcük ve kavramlarla dile getirmek zorunluluğu da doğmuştur.
Sözgelimi burada sözü edilen ‘ademi merkeziyetçilik’ (décentralisation), ne ‘özerklik’ (autonomie), ne ‘yerinden yönetim’ (autogéstion) ve ne de ‘federalizm’ karşılığı olmadığı gibi ; kendi içinde ‘kimliksel’ (identidaire), ‘kurumsal (institutionnelle), ‘kültürel’ ve ‘anayasal’ (constitutionnelle) vb biçimlere de ayrılmaktadır.
Ancak Türkiye’de, ‘Kürtler özerklik istemesinler de ne yapsınlar ?’ türü, taşra avukatlarının ‘gevezelikleri’ ile kimi siyasal partilerin kimi ulusalcılık benzeri (nationalitaire) oluşumlara yol açabilecek ‘niyet’leri, bir tek sözcükle dillendirilmekte ; ister istemez ne tarihsel, ne toplumsal, ne hukuksal ve ne de felsefî bir ‘içerik’ taşımamaktadır.
Sözcüğün tam anlamıyla bir ‘kirli bilgi’ olarak beyinlere kazınmaktadır.
Yüzeysel de olsa, bu bağlamda kullanılan kimi sözcük, terim ve kavramlara değinenek, Devlet kuramı içindeki yerlerini belirlemeye çalışabiliriz.
Merkeziyet ve Ademi Merkeziyet
Devlet-Ulus’ta ‘merkezileşme’ eğilimine, daha önceki yazılarımızda değindik. Ancak ‘yönetsel’ (idarî) merkezileşmenin ‘devletsel’ (gouvernemental) merkezileşmeyle doğrudan bir ilişkisi yoktur.
Burada ‘Mutlakiyet’ teriminin de ‘Merkeziyet’ terimiyle karıştırılmaması gerektiğinin altı çizilmelidir.
Örneğin, 18nci yy Fransa’sında Richelieu ve Colbert döneminde, ‘yerel devlet’lerin yetkilerinin ‘Merkez’e alınması, ‘yönetsel merkezileşme’den ‘devletsel merkezileşme’ye giden bir sürecin başlangıcı olarak değerlendirilebilir. Buna Devlet-ulus’a geçiş süreci de denilebilir.
Ne var ki, bu süreç Fransa’da başka, Prusya ya da İspanya’da başka biçimler altında ilerlemiştir.
1789’dan bugüne, Fransa’da, ABD ve İngiltere dahil, tüm örneklere başvurularak, aralıksız sürdürülen merkeziyet- Ademi Merkeziyet ‘tartışma’sı ise, « uzaktan hükumet edilebilir (gouverner) ama iyi yönetmek (administrer) ancak yakından olabilir: Devlet’in hükumet etme eylemi merkezileştirildikçe (yerelde) yönetim eyleminin ademi merkeziyet olması bir zorunluktur » (2) sonucuna varmıştır.
Gerçekten de, Alexis de Tocqueville’in de belirttiği üzere « yönetsel merkezileşme ne Devrim’in ve ne de İmparatorluğun değil, Eski Rejim’in bir kurumsallaşması » idi. Aristokrasinin yerel topluluğu daha bir denetim altına almasının ‘yol’u.
İşte Fransa’da, iki yüzyıldır sürdürülen bu tartışma boyunca, ilginç olan, tartışmacı tarafların siyasal ‘konumlanışları’nın da değişmiş olmasıdır. Sözgelimi, ‘sosyal liberal’ olarak bilinen Adolphe Thiers’in en yakınında bulunan Charles de Rémusat ; « inanıyorum ki merkezîleşme yerel yönetimlerin atalet ve rehavetini de engelleyecektir » diye yazarken ; Guizot , « yurttaşların yerel yönetimlerde söz sahibi olmasını » demokrasinin bir gereği olarak ileri sürecektir.
Littré’ye göre ise, ‘ademi merkeziyet’ ‘merkziyet’çiliği parçalayan bir eylem olmaktadır.
Düşünür olmalarının yanısıra yasaların çıkarılmasında ‘etkin ‘olan bu ‘devlet adamları’nın ‘eylem’lerinin, 19ncu yy boyunca, ‘sol’, ‘merkez sol’, ‘merkez’ ve ‘sağ’ eğilim olarak değişiklikler gösterdiği gözlenmekte olup ; sorun gelip, ‘yerel yönetimlerin’ merkezî hükumet karşısında bir ‘karşı ağırlık’ oluşturup oluşturmamasında düğümlenmektedir.
Denildiği üzere, bu konunun, ülkesine ve bölgesine olduğu kadar, içinde yaşanılan ‘dönem’ine göre yeni bir ‘biçim’ almasından doğal bir şey olamaz.
Ve bu konu, salt ‘ideolojik düzey’de savunulduğu oranda yaşamın gerçekliğinden o denli uzaklaştırılmış olmaktadır.
İki yüzyıllık Fransa ‘deneyim’inin ortaya koyduğu gerçeklik budur.
Federalizm
Fransız Devrimi’nde, Jakobenlerin ‘merkeziyetçi’ olmalarına karşın, Jirondenler’in ‘federalizm’ taraftarı olduğu gibi bir sav vardır. Yakın dönem tarihsel araştırmaları ise, Meclis Tutanaklarına dayanarak bu savın gerçek olmadığını ortaya koymuşlardır (3).
Sözkonusu tutanaklar, o dönem tartışmalarındaki ‘federalizm’ teriminin içeriğini göstermeleri açısından önemlidir.
Örneğin, Condorcet’nin ‘anayasa önerisi, “Cumhuriyet’in bir ve bölünmezliğine karşıt olacak herhangi bir vilayet (department) temsilciliğinden sakınmak” gerektiğini ileri sürmektedir.
Kaldı ki, Devrim yıllarında, özellikle Montesquieu’nün ‘federal cumhuriyet’ deyiminde olduğu gibi, terim daha sonra yüklenen anlamından farklı bir anlamda kullanılmaktadır. Büyük olasılıkla, 1793 ayaklanmasından sonra bu terim ‘Cumhuriyet’in bir ve bölünmezliği’ne karşıt olarak değerlendirilir olmuştur.
Yine de, Xerxès’lerin Yunanlılara saldırdığı zaman, Thémistocle’un ‘Cumhuriyet’i götürelim’ sözüne gönderme yapılarak; kurtarılacak olan ‘toprak’ değil ama üzerinde yaşayan ‘halk’ olduğu ve Devrim Fransasında da, eğer vilayetler arası bir ‘sınır’ konulacaksa, bunun halkın bölünmesi değil ancak ‘coğrafi sınırlar’ın belirlenmesi olduğu konusunda ‘anlayış birliği’nin olduğu söylenebilir.
Tüm tartışmalar, Latince, Est tota in toto et in qualibat parte, yani ‘aydınlanmış parça (Sièyes) ve erdemli parça (Robespierre)nın ikisinin de, aynı bütünün niteliklerini taşıyan parçalar olduğu söylenebilir.
Kendi Kendini Yönetme (autogéstion)
Fransa’da ‘federalizm’ teriminin ‘farklı anlam’da kullanıldığından sözetmiştik. İşte Prudhon, her ne kadar, “25 yıldır kafa yorduğum ekonomik düşüncelerimi üç sözcükle formüle edebilirim; ‘tarımsal-endüstriyel federasyon’ ve tüm politik görüşlerimi de benzer biçimde ‘Politik federasyon ve ademi-merkeziyet’ diye özetleyebilirim” demesine karşın, o, ‘kendi kendini yönetme:autogéstion’un babası’ olarak bilinmektedir (4).
Gerçekte federasyon, “ikiden fazla politik grubun anayasal bir ortak politik entite (fœdus) oluşturması”dır. Oysa Prudhon ‘Devlet’i yadsımakta ve yerine bir ‘ekonomik toplum’ önermektedir.
Sosyalizmi de, Leibniz’in ‘sosyal hak’ tanımından hareketle bir ‘hak’ olarak tasarlamaktadır.
‘Ben’, ‘sen’ yok, ‘biz’ varız denilerek oluşturulan ‘Toplum’da Devlet’e gerek yoktur.
Burada Prudhon’un görüşlerini özetlemek yerine, onun görüşlerinin sözünü ettiğimiz ‘Devlet Baba’ (Etat Providence) kavramıyla da örtüştüğünü belirterek geçebiliriz.
Ancak, yine önemli bir ayrım olması bakımından, bizim ‘Devlet Baba’ olarak sözünü ettiğimiz ‘Etat Providence’ın, anglo-sakson ekonomistlerinin Welfare State (Refah Devleti !)’yla bir ilişkisinin olmadığını da vurgulayalım.
Prudhon’cu Devlet, sanıldığı üzere ‘anarşi’ sonucu yıkılmayıp, ‘Toplum’ içinde eriyecektir. Toplumsal dayanışma sonucu, ‘mülkiyet’ de toplumsallaşmış olacaktır.
Buraya kadar anlatılanlar, salt, Türkiye’de, gelişigüzel kullanılan ‘özerklik’ ve benzeri terimlerin ‘köksüzlüğü’nü vurgulamak içindi (5).
Habip Hamza Erdem
__________
(1)Christophe Boutin- Frédéric Rouvillois (Ed), Décentraliser en France, (İdéologie, Histoire et Prospective), Colloque du CENTRE, O.E.I.L, Paris, 2003
(2) 25 Mart 1852 tarihinde çıkarılan yasanın ‘gerekçesi’nden aktaran Alain Laquièze, « La décentralisation chez les libéraux de la première moitié du XIXème siècle », in CB-FR, pp : 49-70
(3) Lucien Jaume, « Les Girondins : Un conflit véritable, une interprétation fausse », in CB-FR, pp : 33-48
(4) Philippe Ch-A.Guillot, “Anarchiser, c’est décentraliser: Prudhon et le fédéralisme libertaire”, in CB-FR, pp: 85-108
(5) Ayrıntılar için benim 25 bölümlü ‘Devlet Üzerine’ yazı dizime bakılabilir: http://www.dunya48.com/habip-hamza-erde ... lya-modeli