Devlet-Ulusun Sonu

Devlet-Ulusun Sonu

İletigönderen Habip Hamza Erdem » Cmt Eyl 19, 2009 22:47

DEVLET-ULUSUN SONU
Bence yanlıș bir biçimde, Devlet-Ulus kavramı yerine kullanılan Ulus-Devlet ya da Ulusal Devlet kavramı da Türkçemize yerleșmek üzeredir.
İçinde bulunduğumuz acunsal ekonomik bunalım ortamında bir kavramın ağırlığı ne ola ki?
İnsanlar can derdinde iken, ben de tutmuș, o kavram öyle değil böyledir diyorum.
Hükûmet açılımdan açılıma koșmakta ve Davutoğlu’nun problemleri solda ‘sıfır’ çekmektedir.
İște, belki de tam da bu nedenle, benim sorunumun sağda çok sıfırlı olacağını düșünüyorum.
Eylem eylem de, kuram olmadan olan eyleme ‘anarși’ denmez de ne denir?
Konuyu uzatmadan, benim ulus, ulusalcılık, devlet-ulus ve ulusal devlet konusundaki görüșlerimi bir kitapta toplamaya karar verdiğimi söyleyeyim.
Bu kitabın önsözünü așağıda bulacaksınız.
Öneri ve eleștirilerinizi bekler, șeker bayramınızı kutlarım.
Habip Hamza Erdem

Ulus ve ulusal sorun ϋzerine dϋşϋnmek ve kuramsal ya da eylemsel öneriler ϋretmek öncelikle bu sorunla iç-içe olan Tϋrk aydının görevleri arasındadır. Her ne kadar çokca yazılıp konuşuluyor gibi görϋnse de, bu konuda duygusal ve gϋncel politika dışında kuramsal (bilimsel) çalışmalardan sözetmek zordur.
Elinizdeki bu derleme, bu sorunu çeșitli boyutlarıyla ele alan bir denemedir.
Felsefe ya da bilimde tanıma ya da bilme çabası içinde, bir dϋşϋnceyi dilegetirmek, varsayımlar (tezler) ileri sϋrmek için kullanılacak kavramların birlikteliği içsel bir tutarlılık göstermek zorundadır.
Ve bu deneme sözkonusu tutarlılığı sağladığı savındadır.
Ne var ki, bu zorunluluk, belirlenmesi zor olan bir başka zorluğa, dϋşϋnϋş biçiminde bir tutarlılık sağlamayı da beraberinde getirebilir; bu sistem dϋşϋnϋşϋ ya da sistematik dϋşϋnϋş, dϋşϋnϋlerin erimi ve kuramsal buluşa doğallıkla bir sınırlama getirecektir. İster istemez inceleme nesnesindeki değişimleri de savsaklama ya da gözönϋne alamama durumuna da yolaçılmış olunacaktır.
İşte sistematik dϋşϋnϋş ile denemecilik arasındaki farklılık buradadır. Birinci durumda, inceleme konusu en ince ayrıntısına değin incelenirken çok karmaşık dϋşϋnϋler ve olgular mantıksal bir dϋzen içinde sunulmaya çalışılıcak; ikinci durumda araştırmacı bu karmaşıklık içinde ne bir doğrultu izlemek ve ne de bu karmaşıklığı değerlendirip tanımlamak zorunluluğuna uymayacaktır.
Genel olarak bilimlerde ve özellikle toplumsal bilimlerde, araştırmalar, hem dϋşϋncenin ve hem de kullanılan kavramların tutarlılığını sağlamak zorunluluğu yanında, tanıma nesnesinde olabilecek yeni değişiklikler ile kavramsal araçlardaki değişmeleri de ayrıca dikkate almak zorunluluğuna uymak durumundadırlar.
Yerleşmiş kavramları araştırmacının isteğine göre kullanması bir kolaycılıktır. Oysa görgϋl inceleme, görgϋlcϋlϋğe dϋşmeden, kavramlar ve olgular arasındaki ilişkileri belli bir izlence çerçevesinde ele alabilir. Ancak bu ta başından izlenecek yolun çizilmiş olduğu anlamına gelmemelidir. Bölϋmsel ve uzmanlık araştırmaları sonucu elde edilen verilerin felsefi derindϋşϋnce ile yeniden ele alınacağı bir izlencedir sözkonusu olan. Böylece, görgϋl verilerin bolluğu içinde yeni kavramlarla karşılaşıldığı zaman, ne görgϋl saptamaları kabullenmek için kavramlardan ve ne de kavramsal soyutlamaları kabullenmek için olgulardan vazgeçmek durumunda kalınmayacaktır.

Ulusallık dϋşϋnϋ nereden gelmektedir? Ulus olarak yaşamanın zorunluluğu var mıdır, varsa bu zorunluluk neye dayanmaktadır? Bir gereksinme midir, yoksa bir istek midir? Eğer salt görgϋl bir yaklaşımla konu ele alınacak olursa, yanıtlanması olanaksız bir yola girilmiş olunacaktır. Yok eğer dϋşϋncel-ϋlkϋsel (idéalist) bir yaklaşım sözkonusu olursa, zaten bilimsellikten uzaklaşılmış olunacaktır.
Gereksinme ve istek kavramlarının toplumsal bilimlerdeki yeri ve öneminin yanısıra bu kavramların genel felsefesel yorumunu hem ayrı ayrı ve hem de birlikte elealmak olanaklı mıdır? Birincileri somut veriler olarak değerlendirip, bunları soyutta yeniden ϋretebilir miyiz? Yeni soyut kavramlarımız somut olgularla ne kadar çakışabilecektir? İşte bir bilimsel araştırma izleneği…
Ancak böyle bir araştırmanın çok kapsamlı olacağı ve birkaç makale içinde dilegetirelemeyeceği açıktır. Çϋnkϋ ‘Ulus’ dϋşϋncesinin ortaya çıkış dönemi XVII yy’a değin geri getϋrϋlebilir. Kavramının oluşması da 1789 Fransız Devrimine bağlanabilir. Devlet-Ulusların oluşum sϋreci ise devam etmektedir. Bir yandan yeni Devlet-Uluslar oluşurken öte yandan ‘olgun’ Devlet-Uluslar uluslararası örgϋtlenmelere gitmektedirler. Eşitsiz gelişme yasası geçerliliğini bu konuda da tartışmasız olarak yϋrϋtmektedir.
Kapitalizmin ortaya çıkış ve gelişme aşamalarına göre, kullanılan kavramlarI sorgulanmadan ‘sorun’u tarihi gelişimi içinde sergilemenin bir yararı olmayacağı da açıktır.
Öte yandan toplumsal bilimlerin herbirinin kendi konuları çerçevesinde ‘ulusal sorun’u sorgulamaları başka, tanıma nesnesinde ortaya çıkabilecek – ya da öyle olduğu gözlemlenen- yeni değişiklikler ile kavramsal araçlardaki değişmeleri de ayrıca dikkate almaları başka şeylerdir.
Sözgelimi ‘demokrasi’, ‘ulusal özgϋrlϋk’ ve ‘eşitlik’ gibi bir dizi gϋzel sözcϋk zaman ve mekan ötesi sonsuz gerçeklikler değildirler. Tersine biricik sonsuz gerçeklik, tϋm deyim, terim ve kavramların, sınırları belirlenmiş tarihsel koşullarda, maddi içerikleri bakımından ve dolayısıyla da politik değerleri bakımından geçirdikleri derin değişimlerdir.
Napolyon döneminde yapılan plébicite’leri politik demokrasinin en uç biçimi olarak ele alabilir miyiz?
Bir grev kırıcısını ‘kişisel haklar’ açısından bakarak hoşgörmemiz olanaklı mıdır? Biçimsel liberalizm taraftarları gibi ‘özgϋr insan’dır aklına göre davranmaktadır diyebilir miyiz?
İşçiler ile kapitalistler arasındaki, diyelim ϋcret pazarlığı, Manchester ekolϋ liberallerinin dediği gibi, ‘yurttaşların eşitliği’ ilkesine göre mi yapılmaktadır?
İşte bu bağlamda, ‘insan hakları’ da ‘yurttaşlık hakları’ da tϋm zamanlar için ve bϋtϋn mekanlarda geçerli sayılan metafizik kalıplardan başka bir şey değildirler.
Diyalektik akılyϋrϋtme bu tϋr sonsuz gerçekliklerin olamayacağına dayanmaktadır. “Şimdi ve burada iyi olan bir şey başka yer ve zamanda kötϋdϋr ve vice versa”.
Tarihsel özdekçiliğe göre de, bu sonsuz ‘gerçekliklerin’, bu hakların, bu kalıpların gerçek içeriği belli bir bağlamda ve veri bir dönemin maddi toplumsal koşulları tarafından belirlenmektedir.
Demek oluyor ki, ulusal sorunu herşeyden önce bir ülkeden diğerine değişen ve hatta aynı ülkede değişik zamanlarda değişik biçimler alan ve doğrudan somut koşullara bağlı bulunan bir gerçeklik olarak elealmak gerekmektedir.
Yani hem tarihsel ve hem de özdekçi bir elealıș sözkonusu olmalıdır. Bunun için de, bir toplumun ekonomik yapısını oluşturan ϋretim ilişkilerinin temel olduğu, ve onun ϋzerinde yϋkselen hukuksal ve politik yapıların toplumsal bilincin biçimleri olarak ϋstyapıyı oluşturdukları önkabulünden bașlanılacaktır.
Burada yapı ve biçim birbirlerinden ayrılmak zorundadırlar. Belli bir toplumda kimi işlevleri yerine getirmek üzere hukusal olarak hazırlanıp sistemleştirilen iyelik ilişkileri ϋstyapıda yeralmaktadırlar. Toplumsal bilincin biçim aldığı yer, dϋşϋnce ve dϋşϋngϋdϋmlerin (ideoloji) ve hatta uygarlığın, tarih içindeki biçimlenişlerinin aldığı yerdir. Yani yapılar da tarih boyunca bir biçimleniş içerisindedirler. Demek ki, kapitalist toplumun tanınabilmesi de, ‘ekonomik-toplumsal oluşum’ olarak onun tarihini incelemekten geçmektedir.
Ancak ana hatlarıyla, modern kapitalizm ile modern devlet’in kuruluşu ve aynı anlama gelmek ϋzere kapitalist sınıflar ile Devlet-Ulus’un ortaya çıkışı aynı madalyonun iki yϋzϋ gibidir.
Ne var ki, kapitalizmin gelişme sϋreci, kendisi ile birlikte bir çelişkiyi de bağrında geliştirmektedir: Bir yandan geliştikçe bağımsızlık isteyen ulusların varlığı ve bu isteğe ulaşmak için modren koşullara uygun bir devlet, Devlet-Ulus ve öte yandan Devlet-Ulusların ve ulusların ortadan kalkacağı bir uluslararasıcılık.
Gerçekte kapitalizm, geliştikçe, öncelikle sınıflararası çelişkiyi (uzlaşmazlığı) de beraberinde geliştirir. Bu çelişkinin uzlaştırılma alanı olarak Devlet-Ulus ‘geçici bir çözϋm’ ise, bunun evrensel ölçekte çözϋmϋ için Devlet-Ulusların ortadan kaldırılması da ‘mantıksal olarak’ doğru bir çıkarsamadır.
O halde Devlet-Ulusların yokolacakları dönemlerin ekonomik-toplumsal olușumu ne olabilir sorusu sorulabilecektir?
Kaldı ki, acunsal düzeyde bir mi yoksa ayrı iki çelişki mi vardır? Çözϋm taktik (ulusal) yoksa stratejik (uluslararası) boyutta mı kendisini dayatacaktır?
Her ne olursa olsun, burjuva Devlet-Ulus’un da bir tarihi vardır ve değerleri ile birlikte o da tarih olacaktır.
İște Ulus-Devlet ya da daha düzgün bir deyimle Ulusal Devlet kapitalizm sonrasının ekonomik-toplumsal olușumu olarak tasarlanmalıdır.
Tarihsel olarak çağımızın sorunları bu geçiș sürecinin sorunlarıdırlar.
Tarihe gem vurmanın olanağı olmadığına göre, Devlet-Ulusların Ulusal Devletlere dönüșmüș olacağı dönemin sorunlarına da o dönemin düșünürleri çözüm bulabilecekler demektir.
Kullanıcı küçük betizi
Habip Hamza Erdem
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1635
Kayıt: Cum Haz 26, 2009 20:01

Re: Devlet-Ulusun Sonu

İletigönderen Habip Hamza Erdem » Çrş Eyl 23, 2009 0:46

MURAT TEPEBAȘILI’YA YANIT
Murat bey,
Bin kez yazdım, bu da binbirincisi olsun; XVII. Yy’dan günümüze kurulup dağılan tüm devletlere Devlet-Ulus diyorum. Eğer biryerlerde yanlıșlıkla Ulus-Devlet demișsem, bu gerçekten bir dalgınlık sonucu olabilir.
Bu toplumsal örgütlenmelere burjuva değerleri egemen olduğu için de burjuva devlet-ulus demek çok daha yerindedir. Ancak devlet-ulus denildiğinde bunun burjuva devlet-ulusu olduğu anlașılacağı varsayımıyla burjuva sözcüğü yinelenmese de olur ve nitekim öyle de olmaktadır.
‘Devlet-Ulusun sonu’ denildiğinde de bundan burjuva devlet-ulusunun sonu anlașılmalıdır, ki bu da 1850’li yıllardan buyana dile getirilmektedir.
Benim dile getirmeye çalıștığım ise; bu Devlet-Uluslar yok olacak iseler eğer yerlerine ne gelecektir? Kimi düșünürler sosyalist devlet demișlerdir ve sosyalist devlet așamasında gerçek ulusun ortaya çıkacağı ileri sürülmüștür.
O arada halkçı devlet, halk demokrasisi gibi kimi tanımlamalar da yapılmamıș değildir.
Ve yine, sizin çok iyi bildiğinizi ortaya koyduğunuz gibi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulurken de bu konu çok tartıșılmıștır. Ancak burada çok dikkatli olmak gerektiğini belirteyim. Bu kuruluș süreci bir-iki yıl değil tam otuz yıl sürmüștür denilebilir; 1908-1938.
Yani devlet kurmak öyle parti ya da hükûmet kurmaya benzemez.
Böyle olduğu için de yıkılıșı 30 yıl sürmüștür; 1980-2010.
Eh tanrıya șükür bu yıkılıșın son demindeyiz demektir.
Șu bayram gününde moralinizi bozmak istemezdim ama gerçek gerçektir. Ne ki, bu gerçeklik bir bașka gerçekliğin de habercisidir.
Yıkılacak olan burjuva devlet-ulusu yerine ulusal devlet kurulacak demektir.
İște bu ulusal devlet, Mustafa Kemal’in “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” tanımlamasının yașama geçirilmesi olacaktır.
Öyle ya da böyle yazmıș olmamın önemi yoktur; düșünce düzeyinde anlatmaya çalıștılarımın özü budur.
Anlatabiliyor muyum bilemem, ancak anlatmaya devam edeceğim ta ki anlașılıncaya değin.
Tekrar iyi bayramlar diliyorum.
Habip Hamza Erdem


Murat Tepebasili demis ki;

BİRİNCİSİ DEVLET-ULUS’UN SONU vargısıyla yanlış yere mi gitmektedir Sn Erdem çünkü ulus devletin sonu aynı zamanda Almanya, Fransa, İngiltere; ABD gibi ülkeler de sonu demektir; buysa, kapitalist üretim ilişkilerinde ulus devlet aşamasında bir başka üstyapı kurumuna geçmek demektir. Ayrıca ulus devlet kavramı yeni keşfedilmiş değildir; cumhuriyetin kuruluş felsefesinde vardır.

BİRİNCİSİ İçinde bulunduğumuz acunsal ekonomik bunalım ortamında bir kavramın ağırlığı ne ola ki? diye ulus devlet kavramının ağırlığını yurtsever olarak sorgulamak için, Kurtuluş Savaşımızın ortamının koşullarını algılamak gerekiyor.

İKİNCİSİ Ulusallık dϋşϋnϋ nereden gelmektedir? Ulus olarak yaşamanın zorunluluğu var mıdır, varsa bu zorunluluk neye dayanmaktadır? Bir gereksinme midir, yoksa bir istek midir? Eğer salt görgϋl bir yaklaşımla konu ele alınacak olursa, yanıtlanması olanaksız bir yola girilmiş olunacaktır. Yok eğer dϋşϋncel-ϋlkϋsel (idéalist) bir yaklaşım sözkonusu olursa, zaten bilimsellikten uzaklaşılmış olunacaktır. diye sorgulanmasını Kamâl Atatürk yanıtlar; bunları tartışmamıştır; (özet geçiyorum) Sn Erdem'in yanlış bulduğu bireysel idealistliğinin gereğini uygulamıştır!
Kullanıcı küçük betizi
Habip Hamza Erdem
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1635
Kayıt: Cum Haz 26, 2009 20:01

Re: Devlet-Ulusun Sonu

İletigönderen Habip Hamza Erdem » Prş Eyl 24, 2009 21:00

Murat Bey,

Devlet-Ulus mu Ulus-Devlet mi ? Millî Devlet mi Ulusal Devlet mi ? Devlet-i Millî mi Devlet-i Șahane mi ?

Șimdi, bu kadar iș-güç arasında o mu bu mu tartıșması mı yapılıyor sanıyorsunuz ?

Yoksa ‘size göre öyle ama ben katılmıyorum’ mu diyeceksiniz ?

Yine bin kez yazdım, bu tür tartıșmaların ne size ne de okuyuculara bir yararı yoktur.

Öğrenmek açısından teknolijinin sunduğu bu kolaylığı, örütbağ ortamındaki düzeyli tartıșma ortamını da yozlaștırmanın kime ne yararı olabilir?

Oysa bu tartıșma ortamlarını bilgimizi artırmak için kullanmak çok daha iyi olmaz mı ?

Ulașamadığımız kitaba, yazara, düșünceye ulașmanın tadını tatmak yerine, önümüze çıkan herkesle boș tartıșma yapmaktan kaçınsak daha iyi olmaz mı ?

Sözgelimi, hangi kitapta dünya kurulalı beri, insanlar biraraya gelip ‘haydi bir devlet kuralım’, ‘uğruna ölebileceğimiz bir devletimiz olsun’ dedikleri yazılı ?

Hani o kanbağının geçerli olduğu dönemleri geçersek ; önce bir bey olmuștur ya da bir prens; bir kral olmuștur ya da bir padișah; yani önce bir ‘Devlet’ olmuștur.

Ve o yörenin insanları da o bey, prens, kral ya da padișaha ‘zor’la bağlanmıșlardır.

Ne zaman ki, o yöre insanları ‘yetti artık’ deyip, o prens ya da kralların ‘kellelerini almıșlardır, iște o zaman kendileri ile devlet arasındaki bağ ‘zor’ olmaktan çıkıp bir anlamda ‘gönüllülük’ bağı olmuștur. Bir tür ‘uzlașma’, hani Rousseau’nun ‘Toplumsal uzlașma’ dediği șey. Ya da İngilizlerin Magna Carta’sı.

İște o gün bugündür, kimi ülkelerdeki kısa süreli deneyimleri saymazsak, önce devlet olmuștur sonra halk ve bu olușuma ( biçime de denilebilir=formation) Devlet-Ulus denmiștir.

Buna Fransızlar Etat-Nation İngilizler State-Nation Almanlar Nationalstaat İspanyollar Estado-nacion İtalyanlar Stato nazione diyorlar.

Siz demeseniz de olur demek ki.

Ve kısa ‘devrimci dönemler’, büyük toplumsal alt-üst olușlar dıșında, ki bu dönemlerde devlet olabildiğince silikleșmiș ve gölgede kalmıștır, halk hep ikinci üçüncü ya da beșinci sırada olmuștur.

Ha Türkiye’de, buyurduğunuz gibi, Türkçemize de uygun olmadığı için bir an önce bu Devlet-Ulus’tan kurtulalım diyorsanız, olur neden olmasın? Zaten benim çabam da bu yönde. Bir an önce Ulusal Devletimizi kuralım istiyorum.

Ancak bu tür toplumsal dönüșümler, yine binlerce kez söylediğim gibi, insanların istençleri dıșında gelișiyor. İnsanlar ancak ellerinden geldikleri oranda ona yön verbiliyorlar. Toplumsal olguların da kendilerine özgü gelișme yasaları var.

Akıl vermek gibi olmasın ama, sizin biraz toplumsal bilimleri incelemenizde yarar görüyorum.

Kaldı ki, benim tartıșmaya açtığım yazı, yayımlanacak olan kitapçığın ‘önsöz’ü olup, toplmumsal bilimler mi dersiniz insan bilimleri mi o size kalmıș, tam bir yöntem denemesidir.

Yöntem konusu ise Devlet-Ulus mu Ulus-Devlet mi tartıșmalarını çok çok așan bir alana, bilim alanına girer ki bu konuda Türkiye’de bu tartıșmaya girebilecek adam sayısı bir elin parmakları kadar mıdır daha az mıdır bilemiyorum.

Habip Hamza Erdem



Habip Hamza Erdem'e yanıttır

Bir milyon kez yazsanız da birşey değişmiyor çünkü eleştirilmesi gereken Devlet - Ulus tamlamasıdır.

İlk olarak anlamsal sıralamada önce ulus gelir; ulus kendi devletine kurar; devlete göre ulus biçimlenmez. Buna göre ulus devlet denilmelidir. Kaldı ki ulusu çeşitli etnik gruplar / öbekler oluşturur.

İkinci olarak Türkçemizde Devlet - Ulus diye bir tamlama olamaz; nesnenin veya eylemin işlevine göre sözcük ve tamlama üretmek dilimizin olmazsa olmaz kuralıdır. Buna göre ulus olmadan devlet olamayacağına göre ulus devlet denilmelidir.

Üçüncü olarak sözünü ettiğiniz Marksist terminolojiyse, kullandığınız burjuva, sosyalist gibi kavramlar, ulus devlet gibi uymamaktadır.

Döndüncü olarak sosyalist toplumda gerçek ulus olacağı savı eşyanın tabiatına aykırıdır; bu söylem düşüncelerinizin dayanağı olamaz çünkü sosyalızm etnik öbelerin değil adı üstünde üretim ilişkilerinin toplumsallaştırılmasıyla kurulur.

Beşinci olarak bugün tartışmaya çabaladığınızı Atatürk tartışmamış, kurmuştur; daha neyi irdeliyoruz!

Özetle va kısaca bu durumda kullandığınız kavramlara hangi anlamları yüklediğinizi açıklamalısınız.

murattepebasili


* *
Kullanıcı küçük betizi
Habip Hamza Erdem
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1635
Kayıt: Cum Haz 26, 2009 20:01

Re: Devlet-Ulusun Sonu

İletigönderen Habip Hamza Erdem » Pzr Eyl 27, 2009 3:46

DEVLET-ULUSUN SONU
‘Devlet-Ulusun Sonu’ adlı çalıșmamın dikkat çekeceğini biliyordum. Önemli bir tartıșma açacağını da.
Çünkü düșünmeden konușmak ve yazmanın genelleștiği ülkemizde kimi temel kavramları sorguluyordum. Bir ülkede otuz yıl boyunca insanların düșünmemesi için devlet tüm olanaklarını kullanmıșsa, eğitim ve öğretim programları ezberciliğe dayandırılmıșsa ve üniversitelerde bilimsellik adına hiçbirșey üretilememișse o ülke insanlarından ‘tepki’den bașkasını beklemek ‘eșyanın doğasına aykırı’ olurdu.
‘Tartıșmak’ ile ‘tepki’ güdüsüyle karșı koymak aynı șeyler değildir kușkusuz.
Ne ki, ‘Anlamak’ yerine ‘algılama’nın yeterli sayıldığı bir toplum olduk sonunda.
Çok derin araștırma falan yapılmasına gerek yok aslında; açın günlük gazeteleri ve izleyin televizyonları; binlerce kez ‘algılamak’ sözcüğünün kullanılacağını göreceksiniz. Özde dilegetilmek istenen șey ‘anlamak’ olduğu halde, yanlıș bir biçimde ‘algılamak’ sözcüğü kullanılacaktır.
Bu sözcüğün kullanımı ‘yanlıș’tır denildiğinde ise, ‘sen bizim televizyoncularımızdan iyi mi biliyorsun?’ diye bir tepkiyle karșılașılacaktır.
Hani günlük yașamımızdan bir örnek olsun istedim.
Șimdi Devlet-Ulus yerine Ulus-Devlet demek yanlıștır diyorum diye; sen ‘üniversite profesörlerinden daha fazlasını mı biliyorsun’ diye karșı konulabilir.
Eh ne yazık ki öyle.
Kim ki Burjuva Devlet-Ulus yerine, burjuva sınıfının değil, ama geniș halk kesimlerinin egemen olduğu Ulusal Devlet kavramını kullanmaktadır, ne devleti ve ne de ulusu tanımamaktadır demektir.
Ve o nedenledir ki;
- egemenlik kayıtsız koșulșuz ulusundur
- adalet mülkün temelidir
- tüm yurttașlar yasa önünde eșittir
- bağımsızlık vazgeçilmez bir değerdir
vb gibi kavramlar (burada anlayıș demek daha doğru olacaktır) içi boș kavramlar olarak ‘algılanmıș’lardır. Yani anlașılmamıșlardır. Yani bilincine varılmamıș, içselleștirilmemișlerdir.
İște benim açmak istediğim tartıșmanın özünde yatan düșünceler bu ve benzerleridir.
Șimdi soruyorum; bu düșünceler temelli mi yoksa temelsiz midirler?
Bu düșünceler dıș kaynaklı mı yoksa iç kaynaklı mıdırlar?
Bu düșünceler haklı mı haksız mıdırlar?
Bu düșünceler bilimsel mi duygusal mıdırlar?
Fantezi mi gerçek midirler?
Bu düșünceler, uğruna kendi rahatımızdan özveride bulunmaya değer düșünceler midirler değil midirler?
Bu düșünceler salt kendimiz için de değil, tüm insanlık için geçerli midiler değil midirler?
Yanıtlamak için bir üzerinde birazıcık düșünmenizin yeterli olacağını umarım.
Habip Hamza Erdem
Murat Tepebașılı demiș ki;
Sn Erdem:
Anlaşılamadığı için öncelikle yönteminizin ve denemenizin beni ilgilendirmediğini belirteyim. Sözcükler kağıda geçene kadar yazanı, sonraysa. okuyanı bağlar. "İstediğiniz gibi anlayın" diyemezsiniz! Yani siz yazdığınız herşeyden okuyana karşı sorumlusunuz.
Özet geçeyim; kavramların ve anlamların içleri boşaltılırsa, herkes istediği gibi doldurur. Sizin de kavramları doğru kullanmadığınızı söyledim; hepsi bu! Kuşkusuz istediğiniz gibi düşünmekte özgürsünüz ama kastettiğiniz, kavrammlarla anladığımıza göre kastetmek istediğiniz olmaz.
Sizin adınız Habip Hamza Erdem; olmadığınız bir kimlikle tanınmak veya çağrılmak istemezsiniz. Bu kadar da basit! O nedenle son kez yineleyeyim: BİRİNCİSİ Devlet - ulus diye bir tanımlama tarihte olmamıştır; doğrusu önce gelen ulus sözcüğünü kullanmaktır; devlet oluştuktan sonra ulus kurulmaz. İKİNCİSİ Kavramları hangi kurama göre ve hangi anlamda kullandığınızı açıklamalısınız; Marksist terminoloji ise, külliyen yanlış. ÜÇÜNCÜSÜ Hele hele "...sosyalist devlet așamasında gerçek ulusun ortaya çıkacağı ileri sürülmüștür." öngörüsünün Marksist terminolojiye aykırı olduğunu yeniden belirteyim. DÖRDÜNCÜSÜ Türkiye’de bu tartıșmaya girebilecek adam sayısı bir elin parmakları kadar mıdır daha az mıdır bilemiyorum. diyerek hiç merak etmeyin; ulus - devlet'in ayırdında olan herkes bu tartışmaya girebilir.
Ulus devleti bilmek ayrıcalık değildir.

O nedenlerle denemeniz daha yola çıkarken temelsiz görünmektedir.

murattepebasili
Kullanıcı küçük betizi
Habip Hamza Erdem
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1635
Kayıt: Cum Haz 26, 2009 20:01


Şu dizine dön: Habip Hamza ERDEM

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 2 konuk

cron

x