DEVLET ÜZERİNE (XII) -ÜRETİM EKONOMİSİ
Devlet üzerine olan yazı-dizimiz devam etmekte.
Ancak, salt kuramsal açıklamalar okuyucuyu sıkacağı gibi, ‘pratik’le bağının kurulamadığı biçiminde ‘eleştiriler’ de gelebilir.
O nedenle, ve hem de 1 Kasım seçimleriyle bağını kurmak açısından, seçim bildirgelerine koydukları ‘vaat’ler bakımından siyasal partilerimizin yaklaşımlarına değinilebilir.
Dikkat edilirse, sağ ve sol eğilimli partilerin hemen hemen hepsi, ‘asgari ücret’in yükseltilmesi ve ‘sosyal yardımlar’ın artırılması konusunda biribirleriyle ‘yarış’ halindedirler.
Öncelikle saptanması gereken, bu tür bir yarışa katılan her siyasal partinin doğrudan bir ‘sistem partisi’ olduğudur.
‘Sistem-dışı’ parti ya da ‘yeni bir sistem’ öneren parti yok demektir.
‘Biz sistem dışıyız’ demekle sistem dışına çıkılmaz da ondan.
Sistemin özelliği ve çıkmazı
İçinde bulunduğumuz sistem, Güney Kutbundan Kuzey Kutbuna, Madrid’den Pekin’e, Güney Afrika Cumhuriyeti’nden Grönland Krallığına, Amazon ormanlarından Bering Boğazı’na değin kapitalist-emperyalist sistemin etki ve denetimi altındadır.
İyi ya da kötü gibi bir niteleme yerine, bu ‘somut gerçeklik’in varlığı kabul edilmelidir.
Bu üzerinde tartşılmayacak bir ‘aksiyom’dur.
İkinci aksiyomumuz, bu ‘kapitalist-emperyalist’ sistemin 2008 yılından buyana ‘iflah olmaz’ bir ‘bunalım’a girmiş olduğu ve 8 yıldır bunalımdan çıkış ‘belirtileri’ göstermediğidir.
Buradan bir ‘Üçüncü Dünya Savaşı’ çıkar mı-çıkmaz mı tartışmasına girecek değiliz. O konuda, ‘çok bilmişlerimiz’ remil atabilirler.
Ancak tartışılması gereken bir konu varsa, o da, daha önce ortaya çıkışına değindiğimiz ‘Devlet Baba’ ya da ‘Sosyal Devlet’in hali pür-melalidir.
Sosyal Devletin Ekonomi Politiği
Sosyal Devlet’in, ‘kapitalizmin rekabetçi aşaması’nda, ve ‘Devlet-Ulus’un kuruluş günlerinde ortaya çıktığından sözetmiştik (İngiltere-1832).
Yüzyıl sonraki (ABD 1929), ‘Büyük Bunalım’la birlikte, ‘Devletçilik’ ve ‘Karma Ekonomi’ formülasyonuyla yeni bir ‘biçim’ alıp, 90 yıl kadar şu ya da bu biçimde ayakta kaldığı da doğrudur.
Ancak içinde bulunduğumuz ‘Büyük Bunalım’dan 1930’ların ‘politika ve kurumları’yla çıkmanın ‘olanak ve olasılığı’ da kalmamıştır.
Bir başka yazıda, otuzların ‘ekonomi politiği’ değil ama, aynı temel üzerine fakat onu ‘aşan’ bir ‘ekonomi politiğe’ gereksinme duyulduğunu açabiliriz.
O arada, ‘Kemalist Devrimin tamamlanması’ önersinden de, zaten bundan başka bir anlam çıkarmanın olanaksız olduğunun altı çizilmelidir.
Ancak ivedi sorun, yüzyılda bir gelen ve artık ‘daralma’ da değil ‘büzülme’ yaşayan ‘piyasa ekonimisi’nin ‘yeni bir açılım’ yapıp yapamayacağıdır.
Bu ‘piyasa ekonomisi’ içinde kalıp, ‘asgari ücreti’ yükseltmek ve ‘sosyal yardımları’ artırmak vaadinde bulunmak ise, iyiniyetin ötesinde, ekonomi politiğin ‘e’sinden haberdar olmamak demektir.
CHP’nin ‘ağır topu’, Maliye Eski Bakanı Zekeriya Temizel’in, sözgelimi Türkiye’de ‘israf önlenerek de tasarruf yapılabilir’ önerisi ise, suya sabuna dokunmadan temiz kalmak gibi ‘sıradan’ bir öneridir.
445 Milyar Dolar birikmiş cari açık ve bir o kadar dış borçla, ki net hata ve noksanla, tam 1 000 000 000 000 (Bir Triliyon) Dolar borçla, kapitalist-emperyalist sistemin hiçbir ‘ulusal ekonomi’yi kendi başına başbuğ bırakmayacağını bilmek durumundayız .
Bu durumda, ‘israftan tasarruf’ önerisine ise eskilerin deyimiyle ancak ‘devede kulak’ denilebilir.
Demek ki, sistemin bugünkü aşaması ve kurduğu ilişkiler bakımından, ‘sosyal devlet’in ipi çekilmiş bulunmaktadır.
O halde, iktidara aday siyasal partilerin, ‘sidik yarışı’na katılmak yerine yeni bir ‘ekomomi politik’ önermek daha akılcı bir tutum olsa gerektir.
Kaldı ki, ‘Sistem-dışı’ parti olmanın ilk koşulu da bundan başkası değildir.
‘Sistem’in ‘S’si
Kapitalist-emperyalist sistemin ‘S’si, ‘Ekonomi Politik’in ‘E’siyle başlayıp, ‘Değer’in ‘D’sinde düğümlenmektedir.
Üniversitelerde okutulan tüm ‘ekonomi’ kitapları ile televizyon ve gazetelerde konuşulup yazılan ‘ekonomi haberleri’ de ‘sistemin dayanakları’ olamanın ötesinde bir ‘değer’ taşımamaktadırlar.
Okuyup, yazan ve konuşanların ‘tümü’, haydi tümüne yakını diyelim, sistemin ‘araç’larıdırlar.
Onların o ‘koca sistem’i, arz ve talep diye tanımlanan iki etmenin belli bir noktada geldiği ‘denge’yle ayakta durmaktadır.
Bu denge noktasını, o ‘sistemin araçları’ dediğimiz ‘burjuva ekonimistler’ mal piyasasında ‘fiyat’, faktör piyasasında ise ‘ücret’, ‘kar’, ‘rant’ ve ‘faiz’ diye adlandırırlar.
Ve bu ‘terim’lerin işaret ettikleri olguların ‘herbiri’ sembolik bir ‘para birimiyle’ ölçüye vurulup, gerçek ‘değer’lerinin, hiçbir koşulda, karşılığı değildirler.
Bizim o ‘sözde ekonomi politikçilerimiz’ de bu terimelerden hareketle, endexler, endisler, eğriler, trendler falan üreterek ekonomik olguları anlamaya ve açıklamaya çalışırlar.
Parra, parra, parra
Rakının şişede durduğu gibi durmaması gibi para da, cüzdandan ya da ‘yastık altı’ndan çıkar çıkmaz ‘para olarak’ durmaz ve ‘sermaye’ye dönüşür.
Sermayenin öyküsü uzun, ancak bugün geldiği aşamada dünya ‘ekonomisi’ni, o arada ‘politik’ni ve ‘sosyal’ini nasıl denetimine almış olduğunu aşagıdaki şemadan izleyebiliriz.
7-8 milyar insanın 200 ‘Devlet’le denetim altına alındığı ya da yönetildiğini biliyoruz.
Dünya üzerinde, ABD ve Çin dahil tüm ‘Devlet’ler 737 uluslararası şirketin denetiminde olup onlar da 147 uluslarüstü şirketin denetimdedir. 147 uluslarüstü şirketin kumanda mevkiinde ise 50 kadar ‘sermaye sahibi’ bulunmaktadır.
Dünya ekonomisini, o arada Devlet’leri, demek ki 50 ‘kişi’ yönetmektedir.
O zaman, ABD’de ‘faiz haddi’nin çıkıp düştüğü, Botsvana’da enflasyon eğrisinin yan yattığı ya da Ermenistan’da rant eğrisinin dikleştiğini söylemek için ancak ve sadece ‘ekonomi fakültesi’nden diploma almak gerekli ve yeterli olabilmektedir.
Ancak dünya ekonomisini anlamak ve Türkiye’de ‘üretim ekonomisi’ ya da ‘karma ekonomi’ diyebilmek için, o ‘ekonomist’lerin ‘lakırdı’larına güvenmek yerine bu konuda biraz saha ‘kafa yormak’ gerekmektedir.
Habip Hamza Erdem