DEVLET ÜZERİNE (XIII) ‘Minimum Devlet’in Felsefî Temelleri

DEVLET ÜZERİNE (XIII) ‘Minimum Devlet’in Felsefî Temelleri

İletigönderen Habip Hamza Erdem » Prş Eki 22, 2015 21:50

DEVLET ÜZERİNE (XIII)
‘Minimum Devlet’in Felsefî Temelleri

Büyük Fransız Devrimi sırasında Saint-Just’ün « özgürlük düşmanlarına özgürlük yok ! » dediği söylenir.
Jules Sezar’ın Cumhuriyet’i korumak için monarşi-benzeri bir ‘yönetim’ uygulaması gibi..
Yani ‘özgürlük’ de ‘mutlak’ değildir ve “yasaklanacağı yerde yasaklanmalıdır”.
Mı acaba?
Peki ama, Devlet’in ‘kanı özgürlüğü’nü sınırlamasının herhangi bir meşru temeli var mıdır?
Rousseau’cu ‘Devlet’ anlayışında bu ‘meşruiyet’ vardır. Çünkü Devlet tanrısal değil ama dünyasal bir örgütlenme olup, ‘ussal’ yani ‘insan iradesi’ne dayanmalıdır.
O zaman ‘ussal’, ‘gerçekçi’ ve ‘haklı’ olana ‘karşıt görüş’ler de sınırlandırılabilir ve gerektiğinde ‘yasa’ ile yasaklanabilir.
Klasik ekonomi politiğin kurucularından sayılan, Fizyokrat, Robert Jacques Turgot (1727-1781), liberal Gustav LeBon (1841-1931) ve ‘Avusturya Ekolü’den Friedrich Hayek (1899-1992) çizgisi taraftarlarına göre ise “ ifade özgürlüğünün sınırlandırılması düşüncenin kendi kendisini düzeltmesine olanak vermediği gibi toplumsal uyumun bozulmasına da yol açmaktadır”.
Sorun ‘Etik Sorunu’ olmasın?
Yinelemekten ‘dilimizde tüy bitiren’ şu ‘gelişigüzel’ ya da ‘uluorta’ sözcüğünü, bu kez ‘etik’ terimi için de rahatlıkla kullanabiliriz.
Türkçe’ye çok uyumlu olsa gerek, iki tümcenin birinde ‘etik’ terimini kullanmaktan sakınmayız. Çoğu kez, özenti sonucu olarak, ‘ahlâk’ yerine de kullanmaktan çekinmeyiz.
Özünde, kendi kendimize soracağımız
-ne yapmak istediğimiz (arzu ya da istek)
-ne yapabileceğimiz (imkân ve kabiliyet) ve
-ne yapmak zorunda olduğumuz (mecburiyet) sorularına verilebilecek yanıtların bileşkesi bize ‘etik sorunu’nu vermektedir.
Ancak, ‘atom’ gibi ‘başına buyruk’ bireyler olmadığımız ve olamayacağımız için bu soruların belli bir ‘toplum’ içindeki ‘bileşkesi’ni bulmak durumundayız.
Ne var ki, diğer insanlarla ‘ilişki’ ve aynı anlamda olmak üzere ‘iletişim’ ve hatta ‘değişim’ içinde olduğumuza göre, bizim ‘gelişigüzel’ tanımladığımız ‘etik’ teriminin de aslında ‘felsefe’ ve ‘bilim’in göbeğinde yeraldığını gözardı edemeyiz.
Ancak, son yılların ‘moda terimi’ olan ‘etik’, yukarıda anılan, liberalizmin babalarından ve Baba Bush’tan ödüllü Friedrich Hayek’in Katallaksi terimiyle ünlenmiştir denilebilir.
Değişmde değişim
‘Her derde deva’ ilaçlar benzeri, ekonomi politik ile ekonomi ve politika, felsefe, insan etkinliği, psikoloji, hak, hukuk, piyasa konusunda olduğu gibi devlet ve devletçilik konuları için de geçerli Katallaksi terimi, eski Yunanca’da ‘değişim’ sözcüğünden türetilmiştir.
Ancak ‘değişim’ ne anlama gelmektedir?
Fransızca’da, çoğu kez ‘change’ ve ‘échange’ sözcükleri de aynı anlamda kullanılmaktadır.
Peki ama, ‘Su geçerken at değiştirilmez’ uzsözünde ‘değiş’tirilen at ile at pazarında ‘değiş’tirilen at aynı mıdır?
Tam da bu nedenle, Marx, Aristo’nun ‘dehası’nı, bu ‘ayırım’a dikkat çekmiş olmasına bağlamaktadır.
Masamızın ‘düzeni’ni ‘değiş’tirebileceğimiz gibi masamızı marangoza götürüp bir başka masa ile de ‘değiş’tirebiliriz örneğin.
İşte ‘ekonomi politik’teki, ‘eşit değerlerin değişimi’ konusu öyle sıradan bir ‘değişim’ sözcüğüyle anlaşılıp-açıklanacak gibi değildir.
Kaldı ki, sürek avında, izlenen geyiğin köpekleri ‘yanıltmak’ için ‘değiş’tirdiği yönde olduğu gibi, ‘ekonomi politik’teki ‘değiş’imde de, her zaman, bir ‘yanıltma’ vardır.
Ancak, Hayek, piyasanın bu tür ‘yanılgı’ları da düzelteceğine inanmaktadır.
Orada da durmayıp, piyasanın ‘kenliğinden düzeni’nin ‘düşmanı bile yola getireceği’ni, ‘toplumu kaynaştıracağı’nı vb ileri sürmektedir.
Buradan, yine ‘moda’ bir terim olan ‘empati’ye falan da gidilebilir.
Ancak, Hayek salt ‘piyasa’ alanında kalmayıp, ‘Devlet kuramı’nı da temellendirmek istemektedir.
Öyle ki son yılların ‘akademik” ‘minimum devlet’ kuramları da bu ‘görüş’ten beslenmekte olup, üniversitelerde de, ister istemez, ‘doktora tezleri’ ya da benzer ‘bilimsel’ araştırmaların konusunu oluşturmaktadır (*).
“Tarihçiler güçlü bir devleti kültürel evrimin en üst noktası olarak değerlendirmekle beraber, gerçekte bu devletin sonunu hazırlamıştır. Bu konuda Hayek eski Çin ve Mısır'da devlet hakimiyetinin zayıf olduğu dönemlerde medeniyet ve bilimin İlerlemesini (abç) örnek olarak göstermiştir. Aynı biçimde, kapitalizm feodalizm sonrası siyasi anarşinin hüküm sürdüğü Avrupa'da ortaya çıkmıştır. Savaşçılardan ziyade burjuvazi modern sanayi toplumunun gelişimini sağlamıştır. Tarihin gerçek kahramanları siyasi gücü elinde bulundurup günümüze değin gelen büyük anıtlar bırakanlar değil, bu anıtları ve abidelerin yapılmasını sağlayan, zenginliği yaratan tüccarlar ve burjuvalardır (abç). Tarihsel araştırmalarda örgütlenmiş bir kurum olan devlet hakında bildiklerimiz doğal olarak fazla olduğundan (abç!) devletin rolü abartılırken, bireysel çabaların kendiliğinden koordinasyonunun neler başardığına dair bilgimiz çok azdır (**).
Görüldüğü üzere, üniversitelerimizin YILDIRIM ve DUMAN’lı Doç.Dr’larının ‘devlet hakkında bildikleri de ‘doğal olarak’ fazla olup, onlar daha çok ‘bireysel çabaların kendiliğinden eşgüdümü’ üzerine kafa yormaktadırlar.
Türkiye’nin parlak akademisyenleri gibi, Fransız meslektaşları da, Devlet’in ve hele ‘Güçlü Devlet’in ‘kötülükleri’ denilmese bile halklarına verdikleri ‘zarar’ları kanıtlamaya çabalarken; Condorcet ve Arrow ‘paradoks’u diye anılan, seçimlerle dile getirilen ‘seçmen iradesi’yle seçmenlerin ‘gerçek kanıları’ arasındaki uyuşmazlığa da dikkat çekerek, tüm bu olumsuzlukların nedeni olarak da ‘Devlet’i görmektedirler.
İlkel Toplumun Büyücüsü olarak ‘Devlet’
Dönüp-dolanıp Althusser’in ‘Devlet’in İdeolojik Aygıtları’na geldiğimiz söylenebilir.
Ancak öyle değil.
Gerçekten de, ‘Modern Devlet’in, hele kapitalizmin bugünkü aşamasında, ‘kendisini koruma güdüsü’ de ‘değiş’miştir.
Çünkü ‘sahibi’ değişmiştir.
Kahvehane sohbetlerinde Devlet’e ‘sahip’ bulmak da o denli zor olmayabilir.
Ancak Devlet’i sahiplenmenin artık ‘olanaksızlaştığı’nı gören ‘liberal düşünür’ler, yukarıda adlarını andığımız akademisyenlerimiz gibi, Hayek’lere dayanarak “Tarihin gerçek kahramanları”nın siyasi gücü elinde bulunduranlar olmayıp, “zenginliği yaratan tüccarlar ve burjuvalar” olduğunu, dolayısıyla, ‘Devlet’i ‘minimum’a indirip toplumun asıl ‘sahip’lerine bırakılmasını istemektedirler.
İşte ‘Minimum Devlet’in felsefî ve ‘kuramsal’ temeli ve yeni moda ‘etik’ kavramının özü burada yatmaktadır.
‘Minimum Devlet’ kuramcılarına göre, günümüz ‘Devlet’i, ilkel toplumun büyücüleri gibi ‘tabu’lar koymakta, düşünceyi yasaklamaktadır.
Oysa ‘düşünce’ yasaklanamayacağı gibi, insanlar düşüncelerinden dolayı yargılanmak yerine, yasaklama önerisi veren politikacılar yargılanmalıdırlar.
Ancak, bu görüşün de ‘tabu’laştırılmaması gerekmeyecek midir?
Bir başka ‘Paradoks’a kapı aralamak yerine, ‘İnsan Hakları’ bağlamında bu konuya yeniden döneceğiz.
Habip Hamza Erdem
_____________
(*)Gilles Dryancour, Les entreprises et l’éthique économique, Thèse pour le doctorat de sciences économiques, soutenue à la Faculté d’Economie Appliquée, Université d’Aix-Marseille III, 1er juillet 2000, p.166.

(**)Doç. Dr. Engin Yıldırım- Doç. Dr. Mehmet Duman, Hayek ve Piyasanın Kendiliğinden Düzeni,
https://www.journals.istanbul.edu.tr
Kullanıcı küçük betizi
Habip Hamza Erdem
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1664
Kayıt: Cum Haz 26, 2009 20:01

Şu dizine dön: Habip Hamza ERDEM

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 2 konuk

x