DEVLET ÜZERİNE (XIX)- DAEŞ (İŞID)
Tanım
2006 yılında Irak’taki Al Kaide grubu, Irak Mücahitleri Danışma Konseyi’ni kurar ve ardından13 Kasım 2006’da Irak İslam Devleti (Dawlat al-irak al-islamiyya) ‘Devlet’ olarak ilan edilir.
2012’den sonra bu örgüt Suriye içlerine doğru yayılır ve 9 Nisan 2013’te Irak-Şam İslam Devleti (İŞID) (ad-dawla al-islāmiyya fi-l-ʿirāq wa-š-šām) adını alır. Fransızca [(EIIL) Etat Islamique en Irak et au Levant], İngilizce [(ISIS) Islamic State of Iraq and Syria]
Ancak günümüzde bu ‘Devlet’e kaşı olanlar, küçültücü anlamda DAEŞ [Arapça (Dāʿiš) Fransızca Daech İngilizce Deesh] diye adlandırmaktalar.
29 Haziran 2014 tarihinden buyana ise, kısaca İslam Devleti (ad-dawla al-islâmiyya) adını alan örgüt, halifelik ilan ederek, salt Irak-Suriye değil ama tüm ‘müslümanların’ Devleti olduğunu ileri sürmektedir.
Hepsi oradaydı
Deniyor ki İŞID’ı ABD kurdu, o halde ‘sorumlu’su Amerikadır.
Doğrdudur Al Kaide’nin kuruluşu dahil, Kabil’den Kazablanka’ya değin tüm ‘yasadışı örgüt’lerin kuruluşunda CIA ve Pentagon’un etkisi ve yönlendirmesi vardır.
Ancak, son ‘Halife’ Abou Bakr al-Baghdadi dahil, daha önceki tüm liderler ABD tarafından vurulmuş olup, bugün de Bağdadi’nin ABD ateşi sonucunda, yaşayıp yaşamadığı bile bilinmemektedir.
Ve şu anda, İŞID’a karşı ‘can derdine düşmüş’, Suriye Devlet Başkanı Esad bile, önceki yıllarda Irak’ta ABD’ ye karşı bu ‘terör’ grubunu desteklemişti.
Yani Türkiye ve Suriye’nin de içlerinde bulunduğu, Rusya ve Çin dahil olmak üzere tüm Avrupa Devlet’leri, şu ya da bu oranda, dönemine göre, ‘doğrudan ve dolaylı’ olarak destek vermiş ve ‘terör’ün yaygınlaşmasında ‘sorumluluk’ altına girmişlerdir.
Sorumluluk sıralamasında, Suudi Arabistan ve Katar gibi ‘devletimsi’ kuruluşların payının ABD’nin hemen ardından geldiğini eklemekte yarar vardır.
Ne var ki, gelinen aşamada, bu ‘islamî terör’ örgütlerinden en az etkilenen ülkenin, şimdilik, İsrail olduğunun da not edilmesi gerekir.
İŞID ‘Devlet’lerin altlarını oydu
Çağlayangil’in « CIA altımızı oymuş » sözünü kanıtlarcasına, İŞID, bugün içlerinde müslüman nüfusun ağırlığına göre, tüm ama tüm devletlerin ‘altını oymuş’ bulunmaktadır.
Fransa’daki son olaylar, Fransa ‘Devlet’ine gerekli uyarıyı yapmış gibi görünmektedir.
Geçerken yinelemekte yarar olabilir ; ADB’nin Fransa’nın kulağını çekmek için Paris’te eylem koydurmuş olabileceğine ilişkin ‘komplo’cu savların tersine, Fransa şimdilerde Rusya ile ‘işbirliği’ne yönelmiş bulunmaktadır.
Öte yandan, Türkiye’den sonra, ‘islamî terör’ün gelişebileceği en ‘yumuşak karın’ Fransa olup, yaratacağı yankı bakımından da Fransa’nın en ön sıralarda yeralacağı belirtilmelidir.
Belçika ya da Luxemburg’un da ‘Devlet’ olarak ‘Avrupanın merkezinde’ yer aldığı ileri sürülebilir. Ancak, Brüksel bugün Paris’in banliyösü gibidir ve son olayın ortaya koyduğu üzere, teröristlerin Brüksel’de ‘plan’ yapıp Paris’te eylem koymaları, en olağan ve sıradan bir ‘olgu’dur.
Suudi Arabistan dahil, Yemen, Katar, Kuveyt, Bahreyn gibi ‘ıvır zıvır devlet’lerde ‘terörist eylem’den sözetmek ise, denildiği üzere, eşyanın tabiatına aykırıdır. Çünkü zaten bu ‘devlet’lerin kendileri bir başlarına ‘terörist’tir.
Katar denilen ‘Devlet’in, petrolü dışında hiçbir değere sahip olmayan bir ‘Şirket’ olduğunun altı çizilmelidir.
Bu durumda, Katar’ı ‘Devlet-Ulus’ kategorisine koyanlara ise gülüp geçmek gerekir.
İŞID ‘ulus’ların altını da oymaktadır
Terörizm eğer bir tehlike ise, bu daha çok, şu ya da bu oranda ‘burjuva demokrasi’ne özenen ve ‘demokratik değerler’i savunuyor görünen ülkeler için ‘tehlike’ oluşturmaktadır.
Başka bir dizi nedenin yanısıra, Esad ve Baascı rejimin İŞID tarafından ‘yıkılmak’ istenmesi, Suriye’nin, Saddam’ın Irak’ından sonra bu ‘demokratik değerler’i savunan bir ‘Devlet’ olmasıdır.
‘Petrolü yoksa, yolu üzerindedir’ diye yapılan ‘stratejik’ yaklaşımların, bu ‘demokratik’ değerleri azımsadığını düşünürüm.
Yani salt ‘ekonomik’ gerekçelere dayandırılan ‘starejiler’, düşünülen ‘zihniyet’ değişikliğini yok sayabilmektedirler.
Ve İŞID, içlerinde müslüman nufus barındıran ülkelerde ‘ulus’u dağıtan bir ‘işlev’ görmektedir.
Fransa olaylarının ardından, ‘terörist’ler hakkında tanıklık yapan ‘yakın çevresi’ hep, ‘iyi çocuktu’, ‘hiç ummazdık’ türü açıklamalarda bulunuyordu.
Son Saint-Denis operasyonundan sonra, teröristleri ‘evinde barındıran’ çift de, televizyon kameraları önünde, ‘bilmiyorduk, insanî duygularla kapımızı açtık’ diyebiliyorlardı.
Böylece, ‘kendi halinde’ ya da ‘zamane gençliği’ kapsamında değerlendirilebilecek yığınla gencin, Avrupa’nın göbeğinde ve o arada Türkiye’de, büyük bir ‘bataklık’ içine düştüğü sonucuna varabiliyoruz.
İŞID biter terör bitmez
İŞID, ‘Dawlat’ olarak başarılı olmasa da ‘islamî terör’ün kaynağı olarak çok daha uzun süre yaşayacaktır.
Kaldı ki, İŞID’ın varlığı sürdürmesi Suriye’de bile tehlikeye düşmüş bulunmaktadır.
Suriye ile Irak arasındaki bir ‘dar bölge’ ve daha çok Katarlı ve Suudi’lerin kafalarında varlığını sürdürebilecektir.
O nedenle, bugünden, terörle ‘topyekûn savaş’ hedefi koyan Devlet’lerin ‘en az zararla’ çıkacakları söylenebilir.
Bu konuda ‘Merkez/çevre’ , ‘Kuzey/Güney’ ya da bir bölük boş ‘emperyalizm’ kuramlarına dayanan çözümlemeler, olguyu kavramaktan uzak düşmektedirler.
Sözgelimi son olayların ardından, Fransa’nın ‘Suriye politikası’nda ne tür bir değişiklik olursa olsun, ‘iç politika’da, önce ‘yurttaşlarının can güvenliğini sağlamak’ ve ardından ‘islamî terör’ün kökünü kazımak konusunda önemli adımlar atacağı beklenebilir.
Dinsel inançları, politik özgürlüklerle karıştıran sözde ‘demokratik’ kaygılara yer yoktur.
Tersine, ‘politik özgürlükler’ adına dinsel inançlarda ‘tutuculuk’, sermaye kesiminin elini güçlendirecektir.
Oysa ‘islami terörizm’in biricik panzehiri ‘politik özgürlük’lerdir.
Türkiye’nin açmazı
Özde ‘poltik özgürlükler’ her türlü ‘terör’ün panzehiri olmak gerekir.
Gözlemleyebildiğimiz kadarıyla, Türkiye’de uygulamaya konulan ‘eğitim programı’, düşünce özgürlüğü yerine ‘düşünememe özgürlüğü’ biçiminde uygulanmaktadır.
‘Hafızlamak’ üzerine temellendirilmiş bir ‘eğitim sistemi’nin, ‘törür’ün ‘dinsel’ olduğu kadar yaşamın her alanında şu ya da bu biçimde yeşereceğinden kuşku duyulmamalıdır.
Sözgelimi ‘ayrılıkçı terör’ de, kalıplaştırılmış ‘düşmanlıklar’ üzerine kurulmuş olup, öylece sürdürülmektedir.
‘Devlet’in ‘iç ya da dış düşman’ı tanımlamasıyla ‘egemenlik hakkı’nı kullanacağından sözetmiştik.
Bütün sorun bu ‘tanım’ ya da ‘betimleme’yle başlamaktadır.
Düşman kimdir ?
Bu soruya, gerek ‘islamî terör’ ve gerekse ‘ayrılıkçı terör’ kalıplarıyla, ‘doğru’, ‘haklı’ ya da ‘meşru’ yanıt bulunamayacağı açıktır.
Nazım’ın dediği gibi, onlar ;
« Bursa da havlucu Recebe,
Karabük fabrikasında tesviyeci Hasana düşman,
fakir köylü Hatçe kadına,
ırgat Süleymana düşman,
sana düşman, bana düşman,
düşünen insana düşman,
vatan ki bu insanların evidir,
sevgilim, onlar vatana düşman »
Burada ‘söz’ bitiyor. Ancak yazılarımız devam edecek !
Habip Hamza Erdem