DEVLET ÜZERİNE (XXII) : İNGİLİZ DEVRİMİ ve GERRARD WİNSTANLEY

DEVLET ÜZERİNE (XXII) : İNGİLİZ DEVRİMİ ve GERRARD WİNSTANLEY

İletigönderen Habip Hamza Erdem » Cmt Oca 23, 2016 4:14

DEVLET ÜZERİNE (XXII) : İNGİLİZ DEVRİMİ ve GERRARD WİNSTANLEY
Lenin 1918 yılında, Ekim Devrimi anısına, Moskova’daki Aleksandr Romanov Parkındaki Dikilitaş üzerine kazılı 19 Çar’ın yerine 19 Sosyalist düşünürün adlarını kazıtmıştı : 1°Karl Marx , 2°Friedrich Engels, 3°Wilhelm Liebknecht, 4°Ferdinand Lassalle, 5°August Bebel, 6°Tommaso Campanella, 7°Jean Meslier, 8°Gerrard Winstanley , 9°Thomas More, 10° Saint-Simon, 11°Édouard Vaillant 12°Charles Fourier, 13°Jean Jaurès, 14° Pierre-Joseph Proudhon, 15°Mikhaïl Bakounine, 16°Nikolaï Tchernychevski, 17° Piotr Lavrov, 18°Nikolaï Mikhaïlovski, 19°Gueorgui Plekhanov .
Robert Owen, Louis Blanqui, Etienne Cabet ya da kimi Ricardo’cu sosyalistler bilinse de, 8nci sıradaki Gerrad Winstanley’in bilindiğini söylemek zordur.
Kaldı ki, son yıllarda, özellikle ‘çevreciler’ tarafından öne çıkarılmasa, belki ‘uzman araştırmacı’ların çalışmaları içinde kalacaktı.
Oysa, tarihte bir ‘İngiliz Devrimi’ olmuşsa ne Thomas More ne de başka bir ‘öncü sosyalist’in Winstanley kadar etkisi olmamıştır denilebilir.
Gerrard Winstanley (1609-1676)
Winstanley, İngiliz protestanı olarak, sosyalist düşüncenin öncülerindendir. Hristayan komünizmi ve modern anarşizminin de esin kaynaklarındandır.
İngiliz sivil savaşı döneminde kaleme aldığı ‘Çapacılar Bildirgesi’ (Pamphlets Diggers)’yle anılır daha çok.

1649 yılında emekli askerler ve işsizlerle birlikte kurduğu bir ‘imece’ (commun) örgütüyle bir yıl kadar Londra yakınlarındaki Surrey’de toprağın ortak işletilmesi deneyimine girişir. Bu, özünde eylemli bir ‘kurucu iktidar’ girişimidir (Reel Komünizm). Amaçları sıradan bir eylem olmasının ötesinde, İngiltere topraklarının köylülerce ‘ortak’ mülkedinme sürecinin başlangıcıdır.
En son yapıtı 1652’de yayımladığı ‘Özgürlük Yasası’ (The Law of Freedom -La loi de la Liberté)’dır. Orada, insanların mutluluk ve gönenci için alış-verişte takas (troc) ve ‘eşitlikçi demokrasi’ öngören savlar ileri sürecektir. Surrey deneyiminin başarısızlığı üzerine, böyle bir girişimin ‘kendiliğinden’ değil ama bir ‘anayasa’yla olabileceğini görmüş ve bu önerisini Cromwell’e sunmuştur.
Doğa ve Tanrı
Winstanley bir tanrıtanımaz değildir ama ama her türlü ‘aşkınlık’a karşıdır: “Doğayı tanımak, Tanrının eserini tanımaktır; yaratıkta Tanrı’yı aramak ise Tanrı’nın kendisini bulmak demektir. Çünkü Tanrı her yaratıkta ya da her gürünür yapıttadır”.
Tanrı, “Doğayı üreten, yeniden-üreten ve yapılandırandır”.
Ne var ki, Winstanley’in daha önceki yapıtları, yayımlandıkları dönemden sonra yeniden basılmamış olup; orada yazdıkları ile son yapıtı arasında kimi ‘çelişki’ler olduğu da ileri sürülmektedir.
Yine de, Winstanley için huzur, cennet ve cehennem türü tüm kavramların acunsal (terrestre) gerçeklikler olduğu ve denildiği üzere ayaklarının yere bastırıldığı söylenebilir. Burada ‘huzur’ (salut) insanın ‘iç huzuru’ olduğu kadar ‘insanlararası’ huzuru da kapsamaktadır. Ne var ki, insanlar arasında korku ve çatışmanın egemen olduğu gerçek ‘cehennem’e götüren de odur.
‘Bir’likten ‘Birlik’e
Winstanley, teolojik yazılarında Tanrı ile Doğa’nın ‘bir’liğinden sözetmektedir.
Ancak toplumla ilgili yazılarında ‘birleşmiş bir halk’tan sözedecektir: «common community of livelihood into oneness » (un peuple uni).
Başlangıçta olduğu gibi, yani Tanrı tarafından yaratılırken nasıl ‘toprağın ortak mülkiyeti’nde ‘bir’lik varsa, Tanrı’yla bütünleşmek bağlamında da bu ‘birlik’ sağlanmalıdır diyecektir.
Yani Tanrı, toprağı ‘ortak hazine’ olarak yaratmamış mıdır?
İnsanların ona ‘sahip ya da egemen olma’ istekleri, akla (ya da Tanrı’ya) karşı gelmekle birdir.
İngiliz Devrimine Giden Yol
‘Eksik’ değil ama ‘yanlış’ bir biçimde, kapitalizmin önce İngiltere’de gelişmiş olduğuna ilişkin bir kanı vardır.
Gerçi, hemen ‘kapitalizmin hangisi’ diye sorulsa yeridir. Ancak, adım adım oraya da geleceğiz. Her şeyden önce, Fransa’da bile XVIInci yüzyılın başına kadar, bugünkü anlamıyla ‘kapital’ değil ama anamal anlamında ‘principal’ sözcüğü kullanılıyordu. İngilizler ise, ‘faiz’ getirecek işlere ‘invested’ (yani yatırılmış) olarak bakıyorlardı. (Gerçi o gün bugündür hep oraya bakmışlardır ya, onu da ilerledikçe göreceğiz).
Daha XIInci yüzyıldan itibaren Avrupa’nın kimi kentleri, başta İtalya olmak üzere, Floransa, Napoli, Venedik, Hollanda ve Belçika’da Bruges, Liège, Gand, Bruxelles, Douai, Ypres gibi Kentlerde ‘yeni ekonomik etkinlikler’ gelişmekteydi.
İtalya’nın Floransa gibi kent cumhuriyetleri Doğu ile olan ticaretten büyük miktarlarda ‘kapital’ biriktiriyorlar, Hollanda limanları da büyük antrepolara evsahipliği yapıyorlardı.
İtalyan tüccarlar Fransa, Hollanda ve İngiltere’den masa ve yatak örtüleri gibi kumaşları alıyor, onları boyayacak ve gerektiğinde ek işlemler yapacak, kendilerine bağlı sanatkâr ve işçileriyle (sottoposti) işledikten sonra, Levant’daki acentelerine gönderiyorlardı.
Doğudan aldıkları baharatları da tüm Avrupa’ya dağıtıyorlardı.
Demek ki, yaptıkları işlemleri kapitalizmin baharı olarak nitelendirmek, hiç de yanlış değildir (ticarî kapitalizm).
Oysa, XIII ve XIVncü yüzyıllarda İngiltere ‘bütünüyle’ bir ‘tarım ülkesi’ydi.
‘Denizcilik’te zayıf olup, olanı da ‘yabancıların eller’indeydi.
Dış ticaretleri ‘İngiliz yünü’ne dayanıyor ve henüz ‘İngiliz ipi’ üretecek durumda bulunmuyorlardı.
XVnci yüzyıldan itibaren Flaman ve Brabanson (Belçikalı)’ların İngiltere’ye sığınmaları üzerine, yatak-yorgan üretim ve ticaretinde bir gelişme başladı (drappers).
XVIncı yüzyıldan itibaren de clothier denilen üreticilerin (fabrikasız fabrikacılar) kendilerine bağlı zanatkarlara dokutup boyatacakları yatak-yorgan, perde ve örtüler için köylere kadar gittiklerini görüyoruz.
İngiltere’de Henri VII’nin (1509-1547) krallığa getirilmesinin ardından da, manastırların dağıtıldığı ve yavaş yavaş toprakların Krallık Devleti’nin (Royal State – Etat royal) ve büyük toprak sahiplerinin eline geçtiğini göruyoruz ( tam olarak1536’dan itibaren).
Yani o güne değin İngiltere’de ne ‘kapital’, ne ‘birikim’, ne doğru-dürüst ticaret, ne de ‘deniz-aşırı faaliyet’ vardır denilse, abartı sayılmaz.
Gelelim ‘Ulus’a
Fransız tarihçi Henri Sée, sözkonusu dönemde Portekiz ve İspanyollardan sözederken bile, ulus sözcüğünü tırnak içine almaktadır: “nation” (1).
Bu ‘tırnak içinde ulus’ Portekizliler, 1570 yılına gelindiğinde bile, Afrika’nın batısından Orta ve Güney Amerika’ya hükmetseler de, 70 aileden büyük değildirler. Conquistadores yani fetihçi (sözlük anlamı ‘fetihçi’ olsa bile, edebî ve bilimsel anlamda ‘talancı’ demektir) dirler.
Zaten ‘kapitalizm’in gelişmesi için gerekli olan ‘ilk birikim’ de onların ‘deniz-aşırı talanlarıyla başlamıştır.
İlk ‘birikim’cileri olduğu gibi, kapitalizmin ‘son birikimcileri’ ve ‘en son birikimcileri’nin bu nitelikleri değişmez.
Marx’ın sözünü ettiği İngiliz ‘manüfaktür’ünün oluşması için daha yüzyıldan fazla, ‘sanayi devrimi’ne ise tam 200 yıllık bir süre vardır.
Yani Portekizliler, İspanyollar, Hollandalılar, Fransızlar, İrlandalılar ve hatta Norveçliler, parayı-pulu, ticareti, faizi, finansı, bankayı, sigorta ve ipoteki öğrenirlerken, İngilizler (ki Alman-Fransız karması bir topluluktur) koyun otlatmakta idiler.
İşin ‘sırrı’
Marx ve Engels’in birlikte kaleme aldıkları bir yazı dizisinde; 1648 ve 1789 devrimleri, diyeceklerdi, “İngiliz ve Fransız devrimleri değil, avrupa tipi devrimlerdi” (altını çizen onlar) (2).
“Çünkü toplumun belirli bir sınıfının eski politik sistem üzerine bir zaferi değil, yeni avrupa toplumu için (yeni) bir politik sistemin ilanı olmuştur.” Burjuvazinin zaferidir, ama burjuvazinin zaferi o zaman yeni bir toplumsal sistemin zaferidir, ulusal duygunun taşracılık (provincialisme) üzerine, rekabetin korporatizm üzerine, paylaşımın mülk (majorat) üzerine, toprak mülkiyet egemenliğinin gökten inen mülkiyet egemenliği üzerine, aydınlığın batıl üzerine, soyadın soy üzerine, sanayinin tembellik üzerine, burjuva hukukunun ortaçağ ayrılacalıkları üzerine zaferidir.
Ne dedikleri, yazının bu aşmasında anlaşılmayabilir.
Ya da ‘herkes kendine göre birşey anladığını’ sanabilir.
Ancak burada anlatılmak istenenlerin iyi anlaşılmasi için; yazının başına dönüp, Avrupa’da ticari kapitalizmin gelişmesine değinirken, yüzyılları neden birer tümceyle geçiştirdiğimizin açıklanması gerekmektedir.
Aynı yerde, Marx ve Engels diyorlar ki; “1648 devrimi, XVIInci yüzyılın XVIncı yüzyıl üzerine, 1789 Devrimi de XVIIInci yüzyılın XVIInci yüzyıl üzerine zaferidir”.
Demek ki, 1648 Devrimi ile 1789 Devrimi ‘bir’ değildirler ama yeni bir toplumsal sistemi ‘ilan etmeleri’ (proclamation) bakımından birbirlerine benzemektedirler. Kaldı ki, bu ‘toplumsal sistemi’, İngilizler ‘Sosyal Demokratik’, Fransızlar ise ‘Ulusal Demokratik’ diye adlandıracaklardır.
Çünkü ne o gün ne de 368 yıl sonra bugün İngiltere ‘ulusallık’ın ‘u’sunu tanımamıştır.
Kaldı ki, o gün bugündür ‘devrim-mevrim’ de olmamıştır.
Ancak İngiltere adaları ve Anglo-sakson, Gal, İskoç ve İrlanda halkları, yavaş ve emin adımlarla önemli sosyal bir ‘evrim’ geçirmişlerdir (3).
Düşünsel Devrim
Gerrard Winstanley’in, somut deneyimlerinin ardından yazdığı ‘Özgürlük Yasası”nda, ‘gelecek’teki somut bir ‘politik örgütlenme’ için, Devlet diyelim, ‘somut sorunlarına’ yaklaşım vardır. Bir ‘yasalar genel kuramı’ yapmaya çalıştığı bile söylenebilir.
‘Yazılı yasa’lar ile içsel yasalar olarak ‘yaşam gücü’nü biririnden ayırır.
‘Çapacılar Bildirgesi’nin ‘ilan’nında üç ‘biçim’den sözedilebilir: söz, yazı ve eylem.
Ancak Winstanley, eski deneyimlerine olduğu gibi her tür ‘deneyim’e tümden karşıdır.
Çünkü ‘akıl’, herhangi bir insan otoritesi tanımaz.
Başlangıçta olmayan ‘özel mülkiyet’, akla aykırıdır ve herhangi bir insan otoritesi ile dayatılamaz.
Şimdi neden Winstanley’in unutturulmak istendiği daha açık olarak anlaşılmaktadır.
Ve neden Lenin’in onun adını Dikili taşa kazıttığı..
Ve neden, ‘İngiliz Devrimi’, ‘Sanayi Devrimi’, İngiliz ‘Ekonomi Politiği’, ‘Sosyal Bilimi’ kilometreden büyük ‘mil’lerle anlatılırken, Winstanley’den bir milim olsun sözedilmemektedir?
Milimi milimine burada anlatılanlardan dolayı..
Habip Hamza Erdem
(1) Henri SÉE, Les origines du capitalisme moderne (Esquisse historique), Librairie Armand Colin, Paris, 1926
(2) Marx-Engels, “La bourgeoise et contre-révolution”, Nouvelle Gazette Rhénnane, 10-31 Aralık 1848
(3) Büyük düşünür Hikmet Gökalp’ın çoğu yerde, İngiltere’nin, Devlet-Ulus aşamasını yaşamadan ‘emperyalist’ bir ‘Devlet’ olduğuna ilişkin saptamalarını yerinde bulurum.
Kullanıcı küçük betizi
Habip Hamza Erdem
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1664
Kayıt: Cum Haz 26, 2009 20:01

Şu dizine dön: Habip Hamza ERDEM

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

cron

x