DEVLET ve BEKASI

Türkiye ve dünya gündemindeki gelişmeler hakkındaki fikirleriniz, yayınladığımız izlencelerin bölümleri hakkındaki düşüncelerinizi paylaşabileceğiniz alan.

DEVLET ve BEKASI

İletigönderen Habip Hamza Erdem » Prş Nis 11, 2024 9:36

DEVLET ve BEKASI
Kavramlar üzerine oldukça ayrıntılı yazılarımız oldu.
Ancak ‘soyutlama düzeyi’nde yapılan açıklamalardan ‘kendi somut’una dönülmediği sürece yeterince anlaşılmadığı da görülmektedir.
Örneğin Türkiye’deki şu ‘Beka sorunu’, adı Devlet olan siyasetçinin ‘psikolojik’ bir sorunu mudur, yoksa gerçekten bir ‘ideolojik’ sorun mudur diye sorulabilir.
Bu konuda, savımız olsun, Türkiye’deki nice ‘siyaset bilimci’nin Devlet’in ‘beka’sı yani kimi yerde denildiği gibi ‘sürdürülebilirlilik’ ve çok daha bilimsel bir tanımlama ile ‘yeniden-üretimi’ konusunda doyurucu bir ‘tanım’ verebileceği söylenemez.
‘Devletler hukuku’ konusunda ilk bilimsel çalışmaya imza attığı söylenen ‘siyasetçi'nin bile henüz bütünsel bir ‘Devlet kuramı’nın kurulamamış olmasından yakındığı bilinmektedir.
İşte tam da burada, ‘kuram’ ile ‘ideoloji’ arasındaki derin ilişkiye gelmiş oluruz, ki ‘ideoloji’ denilince, topuğundan tepesine kadar ‘ideoloji’ye saplanmış olan nice ‘aklı evvel’in kendi aklından önce lanetlenmiş bir ‘ideoloji düşmanlığı saplantısı’ olduğunun altını çizelim.
Bu son tümce karmaşık gibi görünse de, özü orada saklı olduğu için açmaya çalışacağız.
Kavramlaştırmak demenin ‘betimlemek’ (tasvir) demek değil ama ‘tanımlamak’ (tarif) demek olduğunu anımsayalım.
Çünkü tanımlamak aynı zamanda tanıma yani ‘bilme’ demek olup, örneğin Devlet’i bilmeden de betimleyebiliriz; kimimiz Dr Recep’i, kimimiz vali, kaymakam ya da emniyet müdürünü, kimimiz bekçi ya da jandarma çavuşunu, kimimiz AKP il veya ilçe başkanını ‘Devlet’ olarak gösterebiliriz.
Hilal bıyıklılarımız için ise Osmaniyeli Devlet, ‘Devlet’in Bekası’nın garantisi olarak görülebilir.
Oysa tüm bu yaklaşımlar, yetkin sosyolog ve filozoflarca ‘kuramlaştırma’ya çalışılmış ve özellikle 1960’lı yıllardan itibaren ‘yeniden-üretim’ kavramı bağlamında bir ‘ideolojik aygıt’ ürünü oldukları ortaya konulmuştur.
Nitekim geçen yüzyılın başından itibaren salt ‘meşru şiddet’ (violence légitime) aygıtı olarak görülen Devlet’in, bir bakıma ‘sembolik şiddet’ (violence symbolique) sayesinde varlığını sürdüren bir olgu olduğu görülmeye başlanmıştır.
Burada yine Metin Bobaroğlu’nun açıklamalarına gönderme yaparak, iki tür ‘soyutlama’ yapılabileceği anımsatılmalıdır: kavramlaştırma ve simgeleştirme.
Simge, bizim dışımızdaki herhangi bir şeyi gösteren olup, algı düzeyindedir: Alâmet.
Yani gerçek bir ‘soyutlama’ değil ama duyumsal bir algı ürünüdür.
Tanrı Devletimize ve milletimize zeval vermesin derken, mecazi olarak yüce bir dilekte bulunuyor olabiliriz ama Devlet ne, millet kim sorularının yanıtını bu sözden çıkarmanın olanağı yoktur.
Bobaroğlu’nun deyimiyle, simge kendinden başka her şeyi gösterebilir, temsil eder ama kendisinin göstergesi değildir. Sadece o konuda düşünmeye yöneltmeye yarar.
İmge (imaj) ile simgenin birleşmesinden (tevhid) ise sembol denilen bir anlama ulaşılabilmektedir.
Ne var ki, imgelenerek ve giderek sembolleştirerek ulaşılan bir Devlet, ister istemez kişisine, konumuna, bıyığına veya olur-olmaz hesaplamalarına dayanarak bir ‘beka’ya dayandırılabilecek demektir.
Oysa, sosyolojik, ekonomi-politik veya felsefî olarak Devlet’in varlığı ve varlığını sürdürmesi ya da yeniden-üretimi ne imgesel, ne simgesel ve ne de sembolik olarak değil ama kavramsal, kuramsal ve bilimsel olarak ele alınmak durumundadır.
Eğer ideolojik bir yaklaşımdan söz edilecekse, Devlet’in biçiminden hareket eden ideolojiler ile içeriğinden hareket eden ideolojiler ayırımı yapılabilir.
İmgesel, simgesel, sembolik düşünme yoluyla yani ide’den hareketle ideale yönelen bir Devlet anlayışıyla, maddi, olgusal yani somuttan hareket eden bir soyutlama yoluyla ulaşılan Devlet anlayışının belli bir aralıkta buluşması da ‘olası’dır.
Ne var ki, o bilinen sözle denilebilir ki, “bugüne değin filozoflar dünyayı yorumlamakla yetindiler, ama asıl olan onu değiştirebilmektir”.
Ancak biz Devlet’i değiştirelim derken, Devlet bizi değiştiriyor olmasın?
İşte ‘Devletin ideolojik aygıtları’, ‘Hegemonik blok’ veya ‘Habitus’ türü kuramlaştırma çabaları, Devlet’in yeniden-üretimini ele alan çalışmalardır.
Burada dil/düşünce/kültür açısından dikkat edilmesi gereken ‘dil sorunu’, ‘aygıt’ (appareil) ile ‘araç’ arasındaki ayırımdadır diyecek olursak abartmış olmayız.
Örneğin Devlet’in ‘baskı aracı’ olarak tanımlanmasındaki araçsallık ile ‘ideolojik araç’ tanımlanmasındaki araçsallık bir ve aynı olmayıp, ikincisi insanın ‘imgelem’ ve hatta ‘düşünme aygıtı’nı ya da doğrudan insana özgü ‘düşünce üretim mekanizması’nı dile getirmek için kullanılmaktadır.
Böyle olunca, ‘dinsel’, ‘ailesel’, ‘eğitim ve öğretimsel’, ‘hukuksal’, ‘politik’ ve basın yayın organlarınca dayatılan ‘iletişimsel’ araçların tümünden gelen veriler, insan beynindeki bir ‘aygıt’ aracılığıyla kişinin ‘ide’ ve giderek ‘ideolojik yapı’sını yeniden-üretecek demektir.
Tam da bu nedenle, kendisi tamamen bir ‘ideolojik yapı’ya sahip olan insanın ‘ideoloji üstü’ veya ‘ideoloji dışı’ kaldığını ileri sürmesi, en azından ‘kendisini tanıyamamış’ olması demek olacaktır.
Aynı şekilde, Devlet’in tarafsız (nötr) olduğunu ileri sürebilmek için de Devlet’i tanıyamamış olmak gerekmektedir.
O nedenle her iki durum için Etienne Balibar’ın felsefedeki üçlemeye uygun olarak 1°- genetik ve soykütüksel (genesis), 2° ontolojik ve teknik (mimesis) ve 3° çevrimsel ve yeniden-kurumsal (poèsis) sürdürülebilirlilik veya yeniden-üretimini ele almak gerekmektedir.
Ve Devlet’in ‘beka’sının her şeyden önce insanın kendi ‘zihinsel bekası’na bağlı olduğu, eğer bu ikincisinde bir ‘sorun’ varsa birincisi için söylediğinin hiçbir değerinin olmayacağı söylenebilecektir.
Kullanıcı küçük betizi
Habip Hamza Erdem
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1626
Kayıt: Cum Haz 26, 2009 20:01

Şu dizine dön: Tartışma ve Fikir Meydanı

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x