DEVLET ve SERMAYE (IV)
Paranın P’si
Şimdilerde ‘paran kadar konuş’ denilen şu ‘Para’nın, ne zaman ortaya çıkmış olduğu ve o gün bugündür insanların biribirlerine hep ‘paran kadar konuş’ mu dedikleri üzerinde düşündünüz mü hiç?
Ya da ‘Karun kadar zengin’ deyimindeki zenginlik.
Deniliyor ki, M.Ö. 1000 ile 500 yılları arasında, yani günümüzden 3000 yıl önce, Anadolu’da bugünün Manisa-Uşak illeri arasında kalan bölgede, Lidya Krallığı vardı ve Lidyalılar altın ve gümüş karışımı bir madenden (elektrum) ilk madeni para’yı buldular.
M.Ö. 610-550 arasında Lidya krallığının Hemi-Hecte’leri
Lidya kralı Kroisos (M.Ö. 560-M.Ö. 547) ise, yani Karun, bu madeni para bakımından döneminin ‘en zengin’ adamı olmuştur.
Ve o gün bugündür, hanlar-hamamlar, külliye-mülliyeler yaptırıp, altın taslar içinde kuş sütü içmek isteyenlerin gönlünde bir ‘Karun rekoru’ kırmak güdüsü yatmaktadır.
Ancak ve ne var ki, gerek Karun ve gerekse günümüzden sadece 300 yıl öncesine değin, yani Dağlarca’nın
“Daha üçyüz yıl önce, omuzlarımızda gök yarısı bayraklar
Eğilirdi bu ülkelerin burçları uygarlığımıza”
dediği zamanlara değin, ‘para’, bir ‘değişim aracı’ olmasına karşın bir ‘birikim nesnesi’ değildi.
Para henüz kapital yani anamal olmamış, içinde yaşadığımız ‘ekonomik sistem’ olan kapitalizm de doğmamıştı.
Kapitalizm doğmamış olduğuna göre, ‘ekonomi bilimi’ diye bir bilimsel disipline de gerek duyulmamıştı.
‘Ekonomi Politik’ terimi ilk kez 1615 yılında kullanılacaktı.
Eski Yunan’dan beri kullanılan oikonomos sözcüğü ‘ev idaresi’ anlamına geliyordu ve üretilip-tüketilen ürünler de henüz mal’dan meta’ya dönüşmemişti.
Dere kenarında on kilo altın bulan bir insanın, koşup onbinlerce koyun, yüzlerce at, onlarca deve almasına ne gerek vardı ne de onları çekip-çevirecek bir olanağı vardı.
Ve asıl önemlisi, onları gerçekleştirebileceği bir ‘toplumsal düzen’ yoktu.
Çok çok o altınları eşinin boynuna asar, sonunda onun bel fıtığı olmasına yolaçardı.
Yani, o ‘el kiri’ olarak görülen para, insanlık tarihinde dün denilebilecek kısa bir dönem öncesine değin, ‘toplumsal düzen’in içine girip, onu ‘yönetecek’ bir güce henüz kavuşmamıştı.
İşte paranın ‘kapital’ olması ve ‘kapitalizm’ denilen toplumsal düzeni kurmasıyla birlikte, insan da değişti ‘insanlık’ da.
Buraya kadar söylenilenler ışığında, denilebilir ki, insanlık tarihini tekdoğrusal bir çizgi olarak görüp, Adem’den buyana, para para idi, servet de servet diyen herhangi bir anlayışın, akılla, izanla, bilimle ilgi ve ilintisi yoktur.
O kadarla kalsa iyi.
Para üzerine kitaplar yazıp, öğrenciler yetiştiren ‘hoca’lar (imam ve imameler da denilebilir) da, paranın kapitale dönüşümünü, üretilip/tüketilen malların ‘meta’ya dönüşümünü, bu ‘dönüşüm’lerin toplumları nasıl dönüştürdüklerini, bu dönüşümler içinde Devlet’in de nasıl ‘dönüşmüş’ olduğunu, en hafif deyimiyle ‘es’ geçmektedirler.
Es geçtikleri için de, ‘sahibinin sesi’ olmanın ötesine gidemezler.
Çok kez yazmışımdır, Türkiye’de ‘ekonomi’ üzerine yazılan kitapların tümü bir gecede yakılsa, Milletimiz’e zerre-i miskal zarar gelmez, ve hatta çok daha ‘kazançlı’ çıkar.
Zenginleşmeye başlar da denilebilir.
Kolay yoldan ‘zenginleşme’yi tasarlayanların, nasıl sevindiklerini ise sezer gibi oluyorum.
O arada, ‘üretim ekonomisi-üretim ekonomisi’ diyenlerin, zerre-i miskal ‘ekonomi politik’le ilgilerinin olmadığının da altını çizmek isterim.
Çünkü, 1° üretemezsin.
2° bu sistem içinde ‘üretmek’ demek, daha fazla ‘Karun’ üretmek, daha fazla ‘parya’ üretmek demektir.
3° daha fazla üretelim demek ben sistemin parçasıyım demekle birdir.
4° eğer zerre kadar ‘Millet Sevgisi’ varsa, önce bu sistemin dışındaki ‘üretim yol ve yöntemleri’ üzerine ‘politika’ üretmek gerekir.
5° halihazırdaki ekonomi kitaplarından bu yol ve yöntemleri öğrenme olanağı ise yoktur.
6° dolayısıyla ‘üretim ekonomisi-üretim ekonomisi’ demek, aç tavuk misali rüyada darı görmeye benzemektedir.
Oraya da geleceğiz.
(Sürecek)
Habip Hamza Erdem