DEVLET ve SERMAYE (XIII)
Devlet’in ekonomideki yeri
Bu aşamada ne Devlet’in tanımı ve ne de tarihsel dönüşümünü ele almıyoruz.
Şimdilik, Devlet’in kapitalist üretim süreci içindeki ’yeri’ni (action économique de l’Etat) belirlemeye çalışıyoruz.
Devlet’in ‘ekonomi politikaları’ndan (politique économique) da sözetmiyoruz. Çünkü o daha farklı bir ‘düzey’i ifade etmektedir: Somut ve günceli.
Oysa biz henüz soyut olarak ‘para’ ve ‘emek-gücü’ düzeyindeyiz.
Bir üst düzeyde, para-sermaye ya da sermayedar (l'homme aux écus) ile ücretli emek ya da doğrudan emekçiler olarak ‘piyasa’ya girmiş olacaklardır.
Ancak ondan sonradır ki, maddî üretim araçları, faizci, bankacı, rantçı ve emekçilerden sözedilebilecektir.
Demek ki, henüz, kâr, amortisman, faiz, rant ve ücret gibi terimler ile onlara sahip olanlardan sözedecek durumda değiliz.
Dolayısıyla kimin kimden fazla kazandığı ya da kimin haklı kimin haksız kazanç elde etmekte olduğunu değerlendirecek durumda değiliz.
Tam da bu nedenle, gerek para ve gerekse emek-gücü (insanın üretken enerjisi) her ikisi de alış-verişe konu olabilecek birer ‘mal’ (marchandise) olarak ele alınabilecektir. Ki bu, ekonomistlerin yaptığı ve ekonomi kitaplarında bolca bulunan ve hatta ondan başkası bulunmayan sıradan ‘soyutlama’lardan farklı olarak ‘gerçek soyutlama’ düzeyi olarak adlandırabilir.
İşte Devlet’in ekonomi alanındaki yeri de burada ortaya çıkmaktadır.
Devlet’in ‘varlık nedeni’ de denilebilir.
Devlet, kapitalizm-öncesi dönemlerde, emek-gücünü somut insanlar olarak alınıp satılabilir ‘nesne’ler olarak değerlendirip, onların alınıp satılmasının koşullarını ortaya koyabilmekte idi: Yasa.
Kapitalizm aşamasında ise, ancak ‘ekonomi politikaları’ çerçevesinde ‘ekonomi’yi yönetecek ve emek-gücünün zayi olmaması için, insanın yaşam hakkı palavrasıyla, onları açlıktan ölmeyecek bir ‘ücret’le yaşatmaya çabalayacaktır.
Burada bir parantez açıp, Türkiye’deki gibi, ‘çağ-ötesi’ bir Devlet aşamasında, hükûmetin diyelim ‘Kanun Hükmünde Kararname’ler çıkararak, astığı astık/kestiği kestik ‘ekonomi politikaları’ uygulamaya başlaması üzerine; ana muhalefet lideri de, madem öyle bir kararname çıkararak ‘faiz’leri de ortadan kaldırıp faiz borçlarını silelim diyebildiğini anımsatalım.
Her ne kadar, bu ikinci, söylenilenin yapılamayacağını biliyor olmasına karşın, Devlet’in düştüğü ‘hazin durum’u göstermesi bakımından bu örneğin altının çizilmesinde yarar var diyelim.
‘Hazin durum’ diyoruz, çünkü, biz hâlâ ‘Devlet’in toplum çıkarına kullanılabileceğini düşünüyoruz.
Bir ‘araç’ (apparail).
Kimin nasıl kullandığına bağlı bir araç.
Ancak kesinlikle ‘çarkı felek’ türü bir ‘araç’ değil.
Nitekim belli bir dönemden itibaren, Devlet’in belli bir ‘göreli özerklik’ kazandığını görüyoruz.
Kapitalizmin doğup geliştiği ülkelerde, her ‘sosyal politika’nın, emekçilerin mücadelesi sonucu Devlet’in ekonomik yeri üzerindeki kazanımlarına göre belirlendiği bir tarihsel gerçeklik olarak bilinmektedir.
Bu mücadeleler Devlet’in ‘özerk’ olmasına yol açmıştır da denilebilir.
Yoksa bu özerklik, hayırsever, dürüst, şefkatli yöneticilerin devlet yönetimine geçmesiyle olmamıştır.
Yani, ne ‘hak, hukuk ve adalet’ gökten zembille inmiş ve ne de kıytırık politikacıların eylem ve söylemleriyle yaşama geçirilebilmiştir.
Ne var ki, Devlet’in ‘göreli özerkliği’, Türkiye’de, dünyanın tüm diğer ülkelerindeki değişime oranla, ‘Atı alıp Üsküdar’a geçmek’ hızıyla aşındırılmış bulunmaktadır.
O arada, Devlet’i ‘şiddet tekeli’ olarak gören anlayışın da, Üsküdar kovboyunun şiddetinden şikayetçi olmadıklarını düşünebiliriz.
Kaldı ki, şiddete çarpılmalarını bile ‘vatani görev’ olarak değerlendirdiklerini ilan etmiş bulunmaktadırlar.
Oysa, ekonomi politik açısından, ‘para tekeli’ni elinde bulunduranların ele geçirdikleri Devlet’in, özünde ‘paranın şiddeti’nin aracı olduğu söylenebilir.
Ki gelecek yazıda bu konuyu açacağız.
(Sürecek)
Habip Hamza Erdem